|
reklam |
|
|||
Büyük Mastürbatör
Üzerine
Sığınaklarımdan biridir kitaplıklar. Şöyle yazmıştım bir denememde
yıllar önce: Şükürler olsun ki, yalnızca düş olarak kalmamış, gerçek de olmuştur zaman zaman. Sokaklar, İzmir'in ya da Paris'in sokakları mutlu, delişmen bir ilkbahar güneşinin aydınlığıyla ya da hüzünlü bir sonbahar yağmuruyla yıkanırken, kendimi kütüphanelere kapattığım olmuştur. 0 saatleri en kazanç-b saaderim, o günleri en tadına doyulmaz günlerim saymışımdır hep. Ve Izmir'in Alsancak semtindeki Fransız Kültür Merkezi'nin kitaplığı, o saatleri, o günleri en fazla yaşadığım kitap-bkür. Onun pek büyük olmayan, alçakgönüllü ama yeterince yeşil bahçesinden geçip mermer basamakları çıkmak, kapıdan girip sağa yönelmek ve kendini kitaplann arasında buluvermek güzeldir. Descartes'ın, Jules Verne'in, Jean-Jacques Rousseau'nun, Victor Hugo'nun, Balzac'ın yanı sıra Daliyle de birlikte oldum o kitaplıkta. "Nasıl Dali Olunur?" adlı ilginç mi ilginç kitabı, orada bulup okudum. Ve yine orada kayboldu o kitap; aradım aradım, bulamadım bir daha onu. Bir başka gün ise, bir başka kitap buldum o kitaplıkta. Raflarda değildi.
Dışarıda, kapının önüne konulmuş küçük bir masanın üzerindeydi.
Oylece duruyordu ama, eğer gözyaşları olsaydı, mutlaka ağlardı. Çünkü,
atılmıştı. Yeni yeni kitaplar gelince onlara yer açılması için, kimbilir
kaç yılını verdiği kitaplıkta istenmez olmuştu. Çürüğe çıkarılmıştı,
adı kayıt defterlerinden silinmişti. 0 küçük masanın üstündeki bu tür
kitaplan isteyen alabilirdi, bir daha geri vermemek üzere alıp gidebilirdi. Düşmanlarımın, dostlarımın ve genel olarak halkın, ortaya çıkıveren
ve resimlerimde aktardığım şekillerin anlamını anlayamadığımı ileri sürmeleri,
bana son derece açık seçik göriinüyor. Onları "yapan" ben bile
anlamazken, ötekilerin anlamalarını nasıl isteyebilirsiniz? Sonra, işte Dali'nin, kitabın numaralanmamış sayfalarından birinde yer alan fotoğrafının üzerindeki satırlar: Ciddi bir biçimde matrak mı geçiyorum? Zor bir durum besbelli ki. (...) Sayfaları karıştırırken birden bir şiir çıktı karşıma. Yer yer düzyazıya dönüşen uzun bir şiirdi. Hem çok şaşırdım, hem de çok sevindim. Bunun nedenini biraz daha ayrıntılı anlatmalıyım. Dali'yi elbette ki bilirim. Ama ne kadar bilirim, işte bunu çok iyi bilmem. Ancak şöyle diyebilirim: Ben Dali'yi, Dali uzmanı olmayan bir aydın kişinin bildiği kadar bilirim. Yani, resimlerini görmüşlüğüm vardır. 0 pide gibi yumuşak, erimiş saatlerini bilirim. O güzelim Milo Venüsü'nün güzelim bedenine çekmeceler yerleştirip onu "Çekmeceli Milo Venüsü" yaptığını bilirim. Sonra, otomobilinin üzerine çim ektiğini ve karısı Gala'yı, çok ama çok sevdiğini bilirim. Onu, Venedik'te dolaşırken rastladığım bir sergisini, iki ayağım bir pabuçta, cebimdeki dövizin sınırlı olmasına karşın gezecek kadar severim. Birçok kişi için olduğu gibi benim için de, Dali her şeyden önce bir ressamdır. Durum böyleyken bir gün Paris'te, Quartier Latin'de dolaşırken bir kitapçıda, bu "nev-i şahsına münhasır" ressamın yazdığı bir romanla karşılaştım. Dünyalar benim oldu, çünkü ben böyle şeyleri, yani bir alanda ünlenmiş, birçok kişi tarafından o yönüyle tanınan bir insanın, bir padişahın ya da bir ozanın, bir ressamın ya da bir matematikçinin, bir mimarın ya da bir filozofun, çoğunluğun pek bilmediği bambaşka bir yönünü, bambaşka bir alana olan ilgisini keşfetmeyi, hele o alanda ortaya koyduğu ürünleri çok ama çok severim. Nedenlerini pek iyi çözemediğim tuhaf, gizemli bir tutkudur bu benim için. 0 kadar ki, çok ünlü bir ozanın, çok ünlü bir şiirini, hiç bilinmeyen, kargacık burgacık, pek acemice bir resmine feda edebilirim. (...) Sözün burasında yine Dali'ye, onun o atılmış kitabına dönüyorum. Evet, işte "BÜYÜK MASTÜRBATÖR" karşımda, karşınızda. Ve az sonra da, işte nihayet, şiire adını veren büyük mastürbatör. Bu sözcüğe bakıp da bu şiirin cinsel duyguları gıdıklayıcı, "müstehcen" bir yapıt olduğunu sanmak, boşuna uyarılmaktır, gülünç bir beklentidir. Çiinkü büyük mastürbatör, "çok iri" burunlu, "kocaman gözkapaklı"dır. Dahası, boynunda, üzerinde karıncaların kaynaştığı bir kan çıbanı vardır. Ağzının üstündeki zara kocaman bir çekirge yapışmıştır. Yani, şehvet uyandırmak şöyle dursun, çirkin mi çirkin, iğrenç mi iğrenç, tiksindirici mi tiksindirici bir adamdır büyük mastürbatör. (...) Daha ileride ise, daha başka iğrençlikler, daha başka çirkinlikler beklemektedir okuyucuyu. Çürümüş ve herhalde pis pis kokan eşeklerden, adardan, dişi kedilerden, çürümüş iğrenç horozlardan söz açar Dali. Ve bu imgeleri, uzun şiiri boyunca, bıkmadan, usanmadan, kesinti yapmadan birkaç kez tekrarlar: Çürümüş eşeklerin Şimdi isterseniz, duralım burada ve düşünelim biraz: Neden bütün bunlar? Şaire, "Şiirinde neden bunları yazıyorsun?" diye sorulmaz. Ama yine de, bu soruyu yanıtlamaya çalışacağım ben. Önce şunu söyleyeyim: Şiire, sanata böyle konular, böyle sözcükler, böyle imgeler sokmak Dali'ye özgü bir şey değildir, onunla başlamış bir akım değildir. Evet, bütün ozanlar, her zaman Ziya Osman Saba gibi "temiz", Behçet Kemal Çağlar gibi "hamasi" şiirler yazmamışlardır, iyiyi, güzeli, hep iyide, hep güzelde aramamışlardır. Örneğin Baudelaire, kitabının adını "Güzel Kokan Çiçekler" koymamıştır, "Kötülük Çiçekleri" koymuştur.O kitabın içinde, "La Charogne" (Leş) başlıklı bir şiir vardır ve ozan o şiirinde üzerinde kurtlar kaynaşan bir hayvan leşinden söz eder. Böyle bir şeyin, yani çirkin, iğrenç bir şeyin şiirini, güzelliğini yakalamıştır Baudelaire. Sonra, Rus ressam Soutine'in resimlerinde, insana tiksinti veren çıplak et parçacıklarıyla karşılaşdığı; Marcel Duchamp'ın ise, bir sergiye, hem de önemli bir sergiye, yine belden aşağı bir nesneyle, bir pisuarla katıldığı, daha doğrusu katılamadığı da unutulmamalıdır. Bu, daha genel bir açıklama. İşin içinde bir de, İspanyol sanatçının özel durumu, "nev-i şahsına münhasır" özellikleri var. Bana kalırsa bu özellikler, onun kuramından, aklından önce ve belki de onlardan daha çok, onun doğasından, ruhsal sorunlarından kaynaklanmaktadır. Biraz daha açayım yukarıda söylediklerimi: (...) Hep biliriz ki, çiş ve kaka pis kokar. Ama Dali, yalnızca onlan değil,
kokuşuk olan daha başka şeyleri de sever. Şöyle demiştir bir gün: 1909 yılında, yani henüz beş yaşındayken, kuzenlerinden biri, yaralı bir yarasa getirmişti ona. Bir kovanın içine koymuştu onu. Sabah kalktığında, hayvanın ölmek üzere olduğunu, üzerinde karıncaların kaynaştığını görmüştü. Bunu görünce, öylesine çıldırmıştı ki, birden, iğrenç yarasanın kafasını dişleriyle koparıp atmıştı. Bir de kirpisi olmuştu çocuk Dali'nin. 0 kirpi de ölmüştü bir gün. Ve çocuk yine çılgına dönmüştü. Dürtüklerken hayvanın leşini, ayağı kaymıştı, düşmüştü leşin üzerine. Burnu ölü kirpinin içine, böceklerin içine girmişti. Kimi insanlann, özellikle de bürokratların, yaşarken bile ölüler gibi pis koktuklarını söyleyen bu harika adam, birgün de, "İğrenme, en çok arzu edilen şeylere açılan kapının çok yakınında bulunan bir nöbetçidir." demişti. Bütün bunlan anlamak için, mutlaka bu itiraflan duymak gerekmez bence. "BÜYÜK MASTÜRBATÖR" şiirini okumak yeter de artar bile. Evet, şimdi de şiirin asıl konusu, yani mastürbasyon, mastürbatör, hem de büyük mastürbatör. Burada, genelde, kavram olarak, eylem olarak mastürbasyondan uzun uzun söz edecek değilim elbette ki. Ama Dali'nin cinsel dünyasına biraz değinmem, "BUYÜK MASTÜRBATÖR" şiirinin daha iyi anlaşılabilmesi için mutlaka gerekli olmasa da, yararlı bence. Şöyle demiştim az önce sözünü ettiğim, "Dali'ler" adlı yazımın
bir yerinde de: (...) Ama öte yandan da, bir zamanlar gerçeküstücü akımın büyük ozanı Paul Eluard'a karılık, esin periliği etmiş, ondan 1930 yılında boşanmış olan Gala'ya, kendine "Gala-Salvador-Dali" adını takacak kadar, ölesiye aşıktı. Her ne kadar, akımın kurucusu, kuramcısı Andre Breton ve yandaşlarıyla sürtüşmeye girmişse de, Dali'nin bir gerçeküstücü olduğunu biliyoruz. Onun için de, "BÜYÜK MASTÜRBATÖR"de, öyle bölümler, öyle imgeler de var. Bunları içeren dizeler, betimlemeler, sanatçının resimlerinin sözcüklere dökülmüş biçimi gibi. Örneğin, "yüksek dönemeçlerin kıyısındaki/ kutsal kurbanlar/ (...) ve üzerlerinde/ değişik papağan çeşitlerinin/ (...) sırtlarına/ ünlü güllerin/ (...) alacakaranlıklanın/ resimlerinin yapıldığı/ çok sayıdaki hayvan türünü gösteren" dizelerini, kendinizi biraz da Dali'nin yerine koyarak, onun üslübuna öykünerek resimlemeyi denerseniz, ben, ortaya bir Dali resmi çıkacağına inanıyorum. "BÜYÜK MASTÜRBATÖR" şiiri, bir köy yolunda yürüyen, işlerine
gidip gelen köylülerle, romantik, lirik bir biçimde başlayıp hüzünlü akşam
saatlerinden, şiirsel imgelere dönüştürülmüş çeşitli iğrençliklerden,
sapıkça bir cinsellikten, gerçeküstü betimlemelerden, "şimalie şanasie"
gibi uydurulmuş sözcüklerden geçerek, bir deniz kıyısında, bir plajda iki
genç kızla, iki beyefendiyle yorgun argın ve dingin bir biçimde sona eriyor. |
Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]