reklam

Haberler
Şubat 2004

Yitirdiğimiz kente ağıt yakmak...

"Dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar mekân yitimi olmamıştır. Bu aslında bizim için travma sebebi.. çünkü hiçbirimiz, çocukluğumuzun geçtiği yerleri bugün gidip göremeyiz, bu dünyanın hiçbir yerinde bu kadar hızlı ve kötü yaşanmadı."
Selcen Aksel

Havada hiçbir ikliminkine benzemeyen, bir mevsimi çağrıştırmayan bir ışık. Kent, beton, içinden gelerek ne anlatıyorsa, o. Çağrışımlara açık. Fakat sıradan bir etki taşımayan.. Antonio Cosentino , ikinci kişisel sergisi 'Beton Denizi' yle kenti ve yıkıcı değişimi sorguluyor.

Resminiz başlangıçtan bu yana belirgin bir anlatımı geliştiriyor, bu seçiminiz nasıl oldu?
Akademiye başlamadan resme bakışım başkaydı. Soyut anlatımı çözümlemek, resmi anlamaya çalışmak önem kazandı daha sonra. Kavramı anlamak, bu açıdan kendi bakışımı yakalamak...

Daha önce Hafriyat Grubu'yla birçok sergi gerçekleştirdiniz... Bu oluşumun gerekçeleri neydi?
Eleştirel ortamın yetersiz olduğunu gözleyebiliyorduk. Öğrenciyken, tek ve bağımsız sanatçıların sergi açtığını görüyorduk; bu, özgünlük olarak sunuluyordu ama şunu biliyorduk ki birçok kişinin bir araya gelmesiyle de özgün akımlar oluşabiliyordu. Tek başınıza da özgürsünüzdür, iyi bir noktaya da gelebilirsiniz; fakat, eleştirel, canlı bir sanat ortamı bunu daha da iyi noktalara getirebilecekti. Bizim de ortak bir bakışımız vardı, kente ve o dönemki kültür tartışmaları içinde yerelliğe, evrenselliğe, zaman anlayışına, pentür anlayışına...

Kişisel gelişim çizginizin temelinde akademik eğitiminiz var. Kendinize döndüğünüzde, anlatımınızda baskın olan ne sizce?
Öncelikle bir ikilik üzerine kurulu benim resmim. Yaşadığımız ülkede her şeyin iki anlamı var, örneğin her topluluğun kendi grafik anlayışı, her mahallenin görsel anlayışı... Modern, gelişmiş bir kentte, tüm türler, tüm örnekler, bir standart içinde zenginken ya da öyle görülebilirken, ülkemizde tamamen ayrı uçlarda ve farklı alanlarda gelişiyor olduklarını görebiliriz. Bu, bir gelişmemişlik göstergesi sayılabilirken, benim için zenginlik. Bu anlamda ülkemizin kendi kendini kuran, örgütlenmemiş bir mimari anlayışı var. Akıldışı gelişen, sezgisel olarak kurulan, düzensiz bir halı dokusuna benzeyen...

Konu olarak seçmenizden öte, kurguda mekânın yeni bir tanım bulması basit bir deformasyon değil...
Resimlerimin ritmini oluştururken, mimarlıktan da yararlanıyorum denebilir, o yüzden kent görünümleri ve perspektifle çok fazla ilgileniyorum. Bunları soyutlayıp resimlerin altyapı sını oluşturmaya çalışıyorum. Aslında kentin sosyolojisi de ilginç, bizim gibi Batı'ya yakın, ama farklı bir mesafesi de olan ülkelerde yaşam ya da sosyoloji hâlâ çok zengin, çok çeşitli, çok karmaşık.

Elenmemiş belki de, diğer ülkelerde işe yararlık öncelikli...
Düzensizlik açıkçası hoşuma gidiyor. Elde tutulamayan, uçucu mekânlar ve bence hüzünlü modernleşme projemizi yansıtıyorlar. Bu bir yanıyla da trajik... Resimlerimi oluştururken sezgilerime güvenirim, çoğu zaman aklın, gönülden gelenin sesini bulandıracağına ben de inanırım. Yani çok akıllı davranamam tuvallerin başında.

İlla ki gönderme yapmak, benzetmek değil, ama mekânlar etken olgular, figürler resimlerinizde...
Mekânın ruhu denen bir şeyden söz ediyoruz. Benim için mekân, duygularımın döküm atölyesi; mekânlarla yaşıyoruz. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar mekân yitimi olmamıştır. Bu aslında bizim için travma sebebi.. çünkü hiçbirimiz, çocukluğumuzun geçtiği yerleri bugün gidip göremeyiz, bu dünyanın hiçbir yerinde bu kadar hızlı ve kötü yaşanmadı, onun için hatırlayarak bulmak durumundayız.

'Ben rüküşlüğü seviyorum'

Kavramsal bakışınız net, renklerin alışıldık duygusal tanımlarına da sığınmıyorsunuz...

Naifler benim için her zaman ilgi kaynağı oldular, çünkü rengi özgürce kullandılar. Ben rüküşlüğü seviyorum, bunu olumsuz anlamda söylemiyorum. Hayatımın vazgeçilmez bir yan dekoru. Bu benim hissettiğim doğal ahenkle de ilgili bir şey.. renk seçimleri de bundan nasibini alıyor. Anlatmaya çalıştıklarım bazen çok hızlı ve heyecanlılar, o yüzden renklerin içimden geçtiği gibi, belki biraz fovca etki yaratmasını istiyorum, paletten çıktığı şekilde, daha da net... Çiğ beyazlar, çiğ sarılar... Mimari armoniden, dokudan çıkarmaya çalıştığım renkler de var. Kent dokusundan özenle çıkarmaya çalıştığım armonileri tablo içinde tekrar denemeye çalışıyorum. Kentin dokusu da bana göre bir doğa, yaşam alanımız bu binalar ve sokaklar. Beton içindeki melankoli, beslenme kaynaklarım bunlar. Tıpkı bir eski orman şiiri gibi...

(Sergi 21Şubat'a dek Evin Sanat Galerisi'nde - 0 212 265 81 58)

Cumhuriyet

Arşiv

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz