Yitirdiğimiz kente ağıt yakmak...
"Dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar mekân yitimi olmamıştır. Bu
aslında bizim için travma sebebi.. çünkü hiçbirimiz, çocukluğumuzun geçtiği
yerleri bugün gidip göremeyiz, bu dünyanın hiçbir yerinde bu kadar hızlı
ve kötü yaşanmadı."
Selcen Aksel
Havada hiçbir ikliminkine benzemeyen, bir mevsimi çağrıştırmayan bir
ışık. Kent, beton, içinden gelerek ne anlatıyorsa, o. Çağrışımlara açık.
Fakat sıradan bir etki taşımayan.. Antonio Cosentino , ikinci kişisel
sergisi 'Beton Denizi' yle kenti ve yıkıcı değişimi sorguluyor.
Resminiz başlangıçtan bu yana belirgin bir anlatımı geliştiriyor, bu
seçiminiz nasıl oldu?
Akademiye başlamadan resme bakışım başkaydı. Soyut anlatımı çözümlemek,
resmi anlamaya çalışmak önem kazandı daha sonra. Kavramı anlamak, bu açıdan
kendi bakışımı yakalamak...
Daha önce Hafriyat Grubu'yla birçok sergi gerçekleştirdiniz... Bu oluşumun
gerekçeleri neydi?
Eleştirel ortamın yetersiz olduğunu gözleyebiliyorduk. Öğrenciyken,
tek ve bağımsız sanatçıların sergi açtığını görüyorduk; bu, özgünlük
olarak sunuluyordu ama şunu biliyorduk ki birçok kişinin bir araya gelmesiyle
de özgün akımlar oluşabiliyordu. Tek başınıza da özgürsünüzdür, iyi
bir noktaya da gelebilirsiniz; fakat, eleştirel, canlı bir sanat ortamı bunu
daha da iyi noktalara getirebilecekti. Bizim de ortak bir bakışımız vardı,
kente ve o dönemki kültür tartışmaları içinde yerelliğe, evrenselliğe,
zaman anlayışına, pentür anlayışına...
Kişisel gelişim çizginizin temelinde akademik eğitiminiz var.
Kendinize döndüğünüzde, anlatımınızda baskın olan ne sizce?
Öncelikle bir ikilik üzerine kurulu benim resmim. Yaşadığımız ülkede
her şeyin iki anlamı var, örneğin her topluluğun kendi grafik anlayışı,
her mahallenin görsel anlayışı... Modern, gelişmiş bir kentte, tüm türler,
tüm örnekler, bir standart içinde zenginken ya da öyle görülebilirken, ülkemizde
tamamen ayrı uçlarda ve farklı alanlarda gelişiyor olduklarını görebiliriz.
Bu, bir gelişmemişlik göstergesi sayılabilirken, benim için zenginlik. Bu
anlamda ülkemizin kendi kendini kuran, örgütlenmemiş bir mimari anlayışı
var. Akıldışı gelişen, sezgisel olarak kurulan, düzensiz bir halı
dokusuna benzeyen...
Konu olarak seçmenizden öte, kurguda mekânın yeni bir tanım bulması
basit bir deformasyon değil...
Resimlerimin ritmini oluştururken, mimarlıktan da yararlanıyorum
denebilir, o yüzden kent görünümleri ve perspektifle çok fazla
ilgileniyorum. Bunları soyutlayıp resimlerin altyapı sını oluşturmaya çalışıyorum.
Aslında kentin sosyolojisi de ilginç, bizim gibi Batı'ya yakın, ama farklı
bir mesafesi de olan ülkelerde yaşam ya da sosyoloji hâlâ çok zengin, çok
çeşitli, çok karmaşık.
Elenmemiş belki de, diğer ülkelerde işe yararlık öncelikli...
Düzensizlik açıkçası hoşuma gidiyor. Elde tutulamayan, uçucu mekânlar
ve bence hüzünlü modernleşme projemizi yansıtıyorlar. Bu bir yanıyla da
trajik... Resimlerimi oluştururken sezgilerime güvenirim, çoğu zaman aklın,
gönülden gelenin sesini bulandıracağına ben de inanırım. Yani çok akıllı
davranamam tuvallerin başında.
İlla ki gönderme yapmak, benzetmek değil, ama mekânlar etken olgular,
figürler resimlerinizde...
Mekânın ruhu denen bir şeyden söz ediyoruz. Benim için mekân, duygularımın
döküm atölyesi; mekânlarla yaşıyoruz. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu
kadar mekân yitimi olmamıştır. Bu aslında bizim için travma sebebi.. çünkü
hiçbirimiz, çocukluğumuzun geçtiği yerleri bugün gidip göremeyiz, bu dünyanın
hiçbir yerinde bu kadar hızlı ve kötü yaşanmadı, onun için hatırlayarak
bulmak durumundayız.
'Ben rüküşlüğü seviyorum'
Kavramsal bakışınız net, renklerin alışıldık duygusal tanımlarına
da sığınmıyorsunuz...
Naifler benim için her zaman ilgi kaynağı oldular, çünkü rengi özgürce
kullandılar. Ben rüküşlüğü seviyorum, bunu olumsuz anlamda söylemiyorum.
Hayatımın vazgeçilmez bir yan dekoru. Bu benim hissettiğim doğal ahenkle de
ilgili bir şey.. renk seçimleri de bundan nasibini alıyor. Anlatmaya çalıştıklarım
bazen çok hızlı ve heyecanlılar, o yüzden renklerin içimden geçtiği
gibi, belki biraz fovca etki yaratmasını istiyorum, paletten çıktığı şekilde,
daha da net... Çiğ beyazlar, çiğ sarılar... Mimari armoniden, dokudan çıkarmaya
çalıştığım renkler de var. Kent dokusundan özenle çıkarmaya çalıştığım
armonileri tablo içinde tekrar denemeye çalışıyorum. Kentin dokusu da bana
göre bir doğa, yaşam alanımız bu binalar ve sokaklar. Beton içindeki
melankoli, beslenme kaynaklarım bunlar. Tıpkı bir eski orman şiiri gibi...
(Sergi 21Şubat'a dek Evin Sanat Galerisi'nde - 0 212 265 81 58)
Cumhuriyet
|