Sanat üzerine düşünceler
Sanat, insan akıl ve muhayyilesinin ürettiği
en önemli değerlerden birisidir. Bir toplumun gelişmişlik seviyesini tayin
eden belirleyici faktörler arasında sanatın ve sanatçının yeri daima özel
bir ağırlık taşımıştır.
Dünyanın neresinde olursa olsun, sosyal hayatları anlamlı kılan, ona
renk ve heyecan katan tek olgu sanatın sihirli gücüdür.
Sanat, duygu ve düşüncenin estetik boyutudur. İnsan ruhunu nakışlayan güzellikler
bütünüdür. Sanattan ve sanatçıdan mahrum bir milletin sağlıklı bir geçmişi
olamayacağı gibi geleceği de yoktur. Onun içindir ki sanat, bütün
devirlerin ve kabullerin ortak paydasında yer alır.
İslam dünyası sanatın insan ruhu üzerindeki yapıcı etkisini, birtakım
kalıplardan ve boş inançlardan çekip alamadığı için kendi rönesansını
yaşamakta zorlanmıştır. Bu eksikliğin İslam coğrafyasındaki tezahürleri
ise geri kalmışlık, yoksulluk ve perişanlık olarak karşımıza çıkmakta;
buna bir de kan ve barut kokuları eklenmektedir. Sevgi ve barış dini olan İslam,
ne yazık ki ‘terör’ gibi insanlığı tiksindiren bir kavramla anılır
hale gelmektedir.
Sanat kelimesi Arapça’da amel, iş yapma anlamlarını taşıyan
‘san’a’ kökünden gelmektedir. Sanat, dini, dili, ırkı, cinsiyeti ne
olursa olsun, insanları aynı noktada buluşturan evrensel bir fuardır.
Tolstoy, ‘İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu, kendinde canlandırdıktan
sonra, aynı duyguyu başkalarının da hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi,
renk veya kelimelerle belirlenen biçimlerle ifade etme ihtiyacından sanat
ortaya çıkmıştır’ der.
Sanatçı, karşılık beklemeden sanatı gerçek anlamda özümseyen, önemseyen;
sanatı kendi düşünce ocağında eriterek estetik biçime getiren; içinde
bulunduğu dönemin aykırılıklarıyla kavga ederek çağlar öncesinden asırlar
sonrasına seslenebilen; çoğunluğun benimsediğini, gördüğünü, düşündüğünü
farklı şekilde yorumlayandır. Bıraktığı eserler ve izlerle toplumun üst
katlarında yaşamayı hak eden insandır. Rafine bir ruh yapısına sahiptir.
Bu tanımdan hareketle; var oluştan bu yana insanlığı ve insanlık değerlerini
yeniden inşa eden, bin gözle bir hedefe bakarak hayatın anlamını kuran
peygamberlerin de birer sanatçı olduğunu söylemek mümkündür.
Bir din, kendini en iyi şekilde sanatla ifade eder. Kuran’ın bizatihi
kendisi bir sanat eseridir. Hz. İbrahim’in inşa ettiği Kábe, o dönemin en
zarif eseridir. İslam’ı sanat ve estetikten soyutlayan görüşlerin hiçbir
dini dayanağı yoktur. Aksine İslam dini sanat ve estetiği öven, öğütleyen
bir dindir. Hazret-i Muhammed (SAV) de ‘Allah güzeldir, güzelliği sever,
Kuran’ı sesinizle güzelleştiriniz’ buyurmuştur.
Kuran’da Ad kavmine ait İrem şehri, görkemli mimarisi ve yüksek sütunlarının
ihtişamıyla dikkati çekmektedir. Fecir suresinde ‘...yüksek sütunlar
sahibi ‘İrem’ ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi’
ifadesiyle bu muhteşem mimari anlatılmaktadır.
Kuran’da ‘altından ırmaklar akan’ diye tarif edilen cennet köşkleri,
sonsuz güzellik áleminin sanat şahikaları olarak hayallerimizi süslemiyor
mu?
İslam medeniyet coğrafyası mimaride ve süsleme sanatında çok değerli
eserlerle bezelidir. Bunun en güzel örnekleri Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde
görülmektedir. Cumhuriyet dönemi, Mustafa Kemal Atatürk’ün de teşvik ve
desteği ile plastik sanatlarda ve sahne sanatlarında güzel ve anlamlı
eserlerin çıkmasına fırsat ve zemin oluşturmuştur. ‘Sanatsız kalan bir
milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir’ sözü bu yüksek kavrayışın
en güzel ifadesidir. Her şeyi sanatla güzelleştirebiliriz.
Sanat ve estetik, insan ruhunu besleyen, onu nakışlayan, onu iyinin ve güzelin
sahibi yapan en büyük etkendir. Sanat dünyamız her alanda yeni eserlere,
yeni isimlere muhtaçtır. Sanattan ve sanatçıdan yoksun bir toplumun geleceği
olamaz. Sanatın dünyamızı güzelleştiren parıltılı ışığı altında
mutluluk ve esenlik dolu bir hayat dileğiyle bugünkü yazımı noktalamak
istiyorum.
Hürriyet - Mehmet Nuri Yılmaz
|