Belçikalı sanatçı
Fernand Knopff'un retrospektif sergisi, yaşadığı ve yapıtlarını yarattığı
Brüksel'deydi
Simgeci akımın simge ressamı
Dinginliğin içindeki saklı yaşam felsefesinin mucitlerinden Fernand
Knopff , melankolik yaklaşımı ve insan ruhunun derinliklerine nüfuz edebilen
gözlem gücüyle, kuşkusuz resimdeki simgecilik akımının önde gelen
temsilcilerinden biri, belki de başlıcasıydı.
Resim sanatından müziğe ve edebiyata, özellikle de şiire yoğun biçimde
yansıyan boyutlarıyla, romantizmin ardıl bir süreci olarak, 19. yüzyılın
ikinci yarısında kendini gösteren simgecilik (''symbolisme'') için gerçek
bir vatan aramak gerekirse, gizemli bir sessizliğin egemen olduğu Brüksel'den
daha uygun bir ortam düşünülemezdi belki de. Dinginliğin içindeki saklı
yaşam felsefesinin mucitlerinden Fernand Knopff (1858- 1921) ise, melankolik
yaklaşımı ve insan ruhunun derinliklerine nüfuz edebilen gözlem gücüyle,
kuşkusuz bu akımın önde gelen temsilcilerinden biri, belki de başlıcası.
Brüksel Güzel Sanatlar Müzesi'ndeki retrospektif sergisi, ziyaretçilerle
dolup boşalıyor; ben bu sergiyi gezdiğim sırada, birkaç günlüğüne açık
bulunan uluslararası fuar (''Art Brussels'') bile, bu serginin yaratmış olduğu
etkiyi fazlaca gölgelemiyordu.
1870'li yılların başında Brüksel, Avrupa'nın sanat merkezlerindendir.
Ressamlar ve şairler, müzikten esinlenerek oluştururlar yapıtlarını;
kentin her yerinden incelikli melodiler yükselir: Konserler, operalar ve
fanfarlar, sanatçıların atölyelerine kadar sokulur. Verlaine ve Rimbaud gibi
simgeci şairler gözdedir. Dönemin bütün yapıtlarında ''kutsal giz''
etkisini olanca gücüyle duyurmaktadır. Knopff'un sanat kültür adamları
yetiştiren ailesi, 1870'e doğru Brüksel'e yerleşecek ve hukuk öğrenmek için
başladığı eğitimini yarıda keserek Brüksel akademisine girecektir Knopff.
Orada tanıyacaktır James Ensor 'u. 1881'de ''Ensor'' grubuna katılır ve bu
grupla ortak sergide görünür. Resimleri daha çok manzara ağırlıklıdır
bu yıllarda. Hemen arkasından da öncü sanatçıların yer aldığı
''20'ler'' le buluşur. Emile Verhaeren , onunla ilgili yazılar kaleme alır,
''L'Art moderne'' de. Münih, Floransa ve Londra'da ilk sergilerini açtıktan
sonra, dönemin ünlü simgeci ressamlarından Edward Burne-Jones ile yakınlık
kurar. Yolunu seçmiştir artık. Peladan 'ın yönettiği ''Rose+Croix'' da
(Paris) yapıtlarını sergiler. Sonradan uluslararası bir sanatçı topluluğuna
dönüşecek olan ''Sécession'' grubu içinde yer alır.
Gözde portre ressamı
1900'lü yıllar gelip çatmıştır. Knopff, kendi imge dünyasını, aynasında
gördüğü ve bir mimar arkadaşıyla tasarımını paylaştığı, salonun bir
köşesindeki piyanodan gelen müzikle günlük yaşamın uzağına kaçtığı,
perdelerinden gün ışığının sızdığı sarı ve mavi camlı
pencerelerinden sakin doğayı seyrettiği kendi ''ev-atölye'' sini kurar Brüksel'de.
Çok sevdiği kızkardeşi Marguerite başta olmak üzere, ruh dünyalarının
engin coğrafyasına açılarak huzur mabetlerinde gezindiği modellerin hükümranlığı
başlayacaktır bundan böyle. Artık Brüksel sosyetesinin gözde bir
portrecisidir. Sergideki resimlerden de kolayca anlaşılacağı gibi, başka
simgeci ressamlar için de ayrıcalıklı konu düzeyini hep korumuş olan
portre, Fernand Knopff'ta, insan gerçekliğini ve karanlıkta kalmış bilim-ötesini
kavramanın en kestirme yoludur. Geleceğin Belçika prensi Léopold III de onun
modelleri arasındadır. Modellerinin fotoğraflarını çeker dönemin siy
ah-beyaza odaklanmış objektifiyle. Sergide, sanatçının yer yer müdahale
ettiği ve resimlerine sonradan aktardığı, çoğunluğu genç -ve mutsuz- kadın
imgelerini yansıtan fotoğraflar, ayrıca Knoppf'un yaşam çevresinden
belgesel görüntüler var.
Yaz tatilleri nde bütün ailenin kır evine taşındı ğı ve zaten sakin
olan kent yaşamından biraz daha uzaklaştığı yeni ortam, ayrı bir esin
kaynağıdır Knopff için. Samandan çatısı yere kadar inen masalsı
''hameau'', sanatçının resimlerine girer ve doğa içinde bir yalnızlık sığınağı
olarak 19. yüzyıl Avrupası'nın kültüründe seçkin bir yeri bulunan bu özel
konutlar, Knopff için de neredeyse bir yaşam simgesi karakterine bürünür.
Bu resimlerde sessizlik ve dinginlik, elle tutulacak bir somutluk kazanır
neredeyse.
Lüks bir salonun ortasında, siyahlar giymiş bir kadın (Madam Edmond
Knopff ) oturduğu koltukta bir elini alnına dayamış oturmaktadır. İngiliz
peyzajını anımsatan bir çimenli bahçede, dönemin spor giysileriyle,
ellerindeki tenis raketleriyle eğlenen, ama eğlenmekten çok, yalnızlıklarını
paylaşan genç kadınlar. İnce ve hafif bir renk tabakası, renkten çok
desene ağırlık veren bir teknikle kuşatıyor bütün kompozisyonu. Fırça
izi tümüyle yok edilmiş. Tabloya irreel bir hava katıyor bu teknik. Söz
konusu resim, Paris'te Eiffel'in açılacağı 1889 sergisinde halka gösterilecek
ve ilgi çekecektir. Renkli kuru kalem, pastel ve füzen, gravür, hafifçe
dokunulmuş fotoğraf, Fernand Knopff'un sanatında ayrıcalıklı tekniklerdir.
Sanatçının özenli giysiler içindeki fotoğrafları, evinin iç bölmelerini
gösteren ayrıntılar, sergide özel bir ilgi konusu oluşturuyor.
Resimlerin üzerinde, ölüm tanrısı Thanatos'un soluğu geziniyor sanki.
Ölüm ve yazgı karşısındaki insan varlığının çaresizliği, yaşamdan
yalıtılmışlığın da bir gerekçesi gibidir Knopff'ta. Gizem ve yansıma,
geçmişin dönülemez dünyası, onun resimlerini yönlendiren, içten içe
kavrayıp sürükleyen bir görünmez güç sanki.
Okşanmayı isteyen, biri yarı çıplak bir erkeği, öteki kaplan bedenli
bir kadını (sfenks) gösteren, Freud psikanalizmine göndermede bulunan
Knopff'un şimdi bu sergiyle biraz daha ünlenmiş olarak Brüksel'in kent
alanlarını süsleyen tablosu, bir erdişi (''androgyne'') söylencesini taşıyor
günümüze. İlk kez 1898'deki ilk Sécession sergisinde yer alan bu tablo,
enine uzanan ilginç boyutuyla, serginin içinde tek başına bir salonda,
izleyiciyi acı bir tebessümle karşılıyor gibidir.
Fernand Knopff sergisi, bana Selim İleri 'nin romanlarını anımsattı.
Onun bu sergiyi görmesini isterdim.
Cumhuriyet - Kaya Özsezgin
|