Kaosu sanat yapan kent
Almanya'nın önemli modern sanat müzelerinden
ZKM (Zentrum für Kunst und Medien Technologie) 18 Nisan'dan beri 40 Türk sanatçının
eserlerini sergileyerek özelde İstanbul'u, genelde Türk kimliğini tartışmaya
açıyor.
Almanya'da açılan Call Me İstanbul,
turistik ya da nostaljik bir kenti değil, karmaşasıyla Türk kimliğini de
ortaya döken İstanbul'u anlatıyor. Sergiye Türkiye'den 40 sanatçı katılıyor
Bir kanadı inşaatlar ve gökdelenler, öteki minarelerle bezenmiş cam kapı
açılıyor. Loşluğun içinde önümüze ilk çıkan kırmızı bir mücevher
kutusu; içinde: 'İstanbul'. Füsun Onur'un eseri, bizi Karlsruhe'deki uzun
soluklu İstanbul konulu bir sergiye buyur ediyor:
'Call Me İstanbul'
Almanya'nın önemli modern sanat müzelerinden ZKM (Zentrum für Kunst und
Medien Technologie) 18 Nisan'dan beri 40 Türk sanatçının eserlerini
sergileyerek özelde İstanbul'u, genelde Türk kimliğini tartışmaya açıyor.
Avrupa Birliği tutkumuzun doruk noktasına vardığı bir dönemde doğru bir
tercih. 17. Avrupa Kültür Günleri çerçevesinde açılan serginin küratörleri
Avusturyalı Peter Weibel, Amerikalı Roger Conover ve Sloven Eda Cufer.
İstanbul'un hem mimari hem de sosyal açıdan çok katmanlı bir geçmişin
izlerini taşıdığını düşünüp tartışmaya açık bir belirleme yapıyorlar:
"Bu şehir kaosu sanata dönüştürüyor". Peki ama serginin başlığı
neden 'Call Me İstanbul' (Bana İstanbul deyin). Yanıt 60'lı yıllardan bu
yana modern sanat dünyasında hatırı sayılır bir isim yapan Peter
Weibel'den: "Henri Melville'in romanı Moby Dick'in ilk satırı şöyledir:
'Call me Ishmael'. İncil'den gelme bu isimle kahraman ötekiyle savaşına bir
anlam katmaktadır. İstanbul'u İslam ve Asya açısından değerlendirince her
zaman bir 'öteki' boyutu karşımıza çıkmaktadır. Tarih boyunca farklı yönetimler
ve farklı dinlerle yaşamış olan şehrin ismi hep değişikliğe uğramıştır.
'Call Me Istanbul' derken İstanbul'un bir 'öteki' şehir olduğunu ama aynı
zamanda diğerleri gibi bir şehir olduğunu vurguluyoruz".
Videolar ağırlıkta
Selçuk Gürışık'tan Gülsün Karamustafa'ya, Revan Barlas'tan Sarkis'e
farklı ekollerin ve dönemlerin sanatçılarının eserleri İstanbul'un
kozmopolit ve değişken kimliğinin ipuçlarını veriyor. Video çalışmalar,
8. İstanbul Bienali'nde olduğu gibi ağırlıkta. Sergi alanını bir uçtan
bir uca dolaşan videolar arasında öne çıkanlar Karamustafa'nın mübadele
üzerine çalışması 'The Settler', Hale Tenger'in bir vize başvurusunu
anlatan 'Cross-Section'u, NOMAD'ın enerjik video kolajı 'Notes From the
Quarantine'. Belmin Söylemez'in birçok ülke televizyonunda da gösterilen 'Bıyık'
belgeseli ve Boğaziçi'nde geçen kısa filmi 'Dalgalar' hem görsellikleri hem
de anlattıkları kültür açısından Batılı seyircinin dikkatini çekiyor.
Sergide yer alan kimi çalışmalar beş-on yıl öncesine ait, kimileriniyse doğrudan
İstanbul'la ilişkilendirmek zor. "Serginin içeriğiyle doğrudan bağlantılı
sanatçılar değil de uzun süredir İstanbul üzerine düşünen ve onu
anlamaya çalışan sanatçılar aradık" diyor Peter Weibel,
"Milliyetçilik nedir? Türkiye nedir? sorularına yanıt aramış olanları
tercih ettik. Bunun yanı sıra 'Zorlama Modernleşme' kavramıyla da
ilgiliydik. Cumhuriyet kurulurken Mustafa Kemal binlerce yıllık Doğu kökenli
kültürü bir anda sona erdirip Batılı kültürü kabul ettirmeye çalıştı.
Bunun en güzel örneklerinden biri bizzat kendisinin İngiliz diplomatlar gibi
smokin giymesidir".
Yakın tarihli çalışmalardan birinde İpek Düben tam da bunu soruyor: 'Türk
nedir?' Renkli ve siyah-beyaz kartpostalların ön yüzlerinde 1900'lerin başından
bir ailenin pozu, Efes Pilsen basketbol takımının maçından bir enstantane
gibi farklı grup fotoğrafları arkalarında ise yabancı yazarların (De
Amicis, D. Hotham, R. Kaplan) Türkler hakkındaki gözlemleri var. Örneğin
"Türkler hiçbir şey yapmadan oturmak gücüne sahipler ki bu insani
olmaktan çok hayvani bir özellik" sözüne bir cafede oturan üç kadın
eşlik ediyor.
'Bizi biraz zorlamaz mı?'
Serginin en çok ilgi gören çalışmalarından ikisi ana mekânda karşılıklı
yer alıyor. Yoğurt Technologies'in 'Belly Dancer' isimli videosunda göbek
dansı yapan kadın vücudunun çeşitli noktalarına bağlı elektronik
okuyucularla bilgisayardaki sanal karaktere hareket veriyor. Sergiyi gezenler
teknoloji-gelenek ilişkisini izlerken bir noktada sabitleniyorlar. Ancak aynı
seyirci Revan Barlas'ın 'Artificial Kiss' (Suni Öpücük) eserini izleyebilmek
için bir dairenin etrafında dönüp duruyor. Barlas'ın insan boyunda tasarladığı
video-projeksiyon çalışmada bir travesti, silueti içinde şehrin (özellikle
travestilerin) farklı yüzlerini ve seslerini taşıyarak aralıksız yürüyor.
Travestiyle İstanbul'u kimlik belirsizliği ve fiziksel değişkenlik paydalarında
buluşturan Artificial Kiss serginin temasını çarpıcı şekilde özetlemeyi
başarıyor.
Tabii travestileri, dansözleri, pikap üzerinde dönen semazenleri, üç
maymundan oluşan bayrağı görünce ister istemez akla şu soru geliyor:
"Türk seyirciyi biraz zorlamaz mı?" Weibel gülümsüyor; serginin düsturu
yanıtın kendisi: "Buraya gelen Batılının kafasındaki turistik İstanbul
resmini bulamayıp hayal kırıklığı yaşamasını umuyorum. Ancak bir başka
hayal kırıklığını da Türklerin yaşaması gerekir. İstanbul'un
bildikleri, alışık oldukları sunumuyla karşılaşamayacaklar; rahatsız
olup bir şeyleri sorgulamaya başlayacaklar."
Sergiye eşlik eden iki de etkinlik var. ZKM içinde oluşturulan 'Çay
Salonu'nda her hafta masallardan romanlara kitaplar Türk yazarlar tarafından
okunuyor. Sinema salonunda ise 'Mayıs Sıkıntısı', 'Lola' ve 'Billidikid,
Dokuz' gibi birçok Türk filmi gösteriliyor.
'Call Me İstanbul' 8 Ağustos tarihine kadar devam edecek.
www.zkm.de/istanbul
Radikal - Haşmet Topaloğlu
|