Sanatla
yaşam özdeştir
Türkiye'deki plastik sanatlar olgusunun bunalımlı katmanlarının, geniş
kapsamlı ve çok yönlü bir eğitim sorununa dayandığı sonucuna varılabilir.
En alt basamaklardan en üst düzeye varıncaya kadar, genel plandaki eğitim süreçlerinden
meslek bağlamındaki güzel sanatlar eğitimine, tam anlamıyla örgütlenmiş
ve amaçları saptanmış, olanakları planlanmış bir ''sistem'' söz konusu
değil ülkemizde. Küreselleşme çığlıklarının ortasında, konu daha da
sarpa sarmış görünüyor.
Görünürdeki olumlu gelişmeler ve iyi niyetli değerlendirmeler, kültür
kökenlerimize bağlı ''kötü'' talihinin aşılmakta olduğunu gösterecek
belirtiler taşıyor olsa da, plastik sanatlar bugün de aydın çevrenin yaşamına
karışmış değil.
Aldanmayalım, o hâlâ varlık nedenleri yeterince kavranmamış bir
limonluk bitkisidir; nasıl beslendiği bilinmez, kök salması için yeterli
olanaklar yaratılmaz.
Uzaktan, bir yabancı ülke bitkisi gibi bakılır ona. Çağdaşlığın
gerektirdiği değer ölçütleri arasında, ona da yer ayırmanın zorunlu
olacağı düşünüldüğünden, resim ve heykel ya da benzeri ürünlerin varlığına
hiç değilse tanıklık edilir, onları es geçmenin aydın kimliğiyle bağdaşmayacağı
ilkesi uyarınca, vitrinde onlara da bir yer ayrılır.
Sevliir ya da sevilmez
Biçimsel bir ilginin ötesine geçmez bu davranış tipi. Çağdaşlaşmaya değil
Batılılaşmaya gönül bağlamış, o nedenle de kültürün her kademesinde
''Batılı'' estetik kalıpları, hazır bir giysi biçiminde bedenine geçirmiş
olan aydın tipi açısından, örneğin resim, sadece şasiye geçirilmiş ve
çerçeveyle ''albeni'' kazanmış bir ''meta'' dır.
İçereceği ''maddi'' değerin ötesinde ne gibi bir ''estetik'' kalite taşıyabildiği
konusu, ancak uzmanların anlayabileceği ''netameli'' bir bahis olduğundan,
yalnızca sevilir ya da sevilmez.
Neden sevildiği ya da sevilmediğine ilişkin yorumlar, herhangi bir ''düşünsel''
altyapıya dayanmadığından, her an yıkılmaya mahkûmdur. İşin ayrıntısına
girmiş görünenler bile, böyle bir altyapıya fazlaca ihtiyaç duymazlar.
Yapıtlar, bir ''moda'' nın gereği yerine getirilerek sahiplenilir ve
duvara asılır; asıldığı yerde de çoğunlukla unutulur. Aynı zorunluluğa
uyularak başka mekânlarda yer almış yapıtlarla ''mukayese'' gereği
duyulmaz. Sanat yapıtlarının, kendi içlerinde ve salt kendileriyle bağımlı
olarak içerdikleri ''özgünlük'' değeri, bizim aydınımızın gözünde,
genellikle salt isim tekeline dayalı ''yalınkat'' bir ayrıcalık olabilir.
Falan kişinin falan konulu bir yapıtıdır o. Yapıtların ''ayırıcılık''
değeri, konu kapsamı içinde kaldığı sürece önemsenmez. Her sanatçının
yaşamında dönemsel ürünler bulunduğu ve bu ürünlerin gerçek değerinin,
bu dönemsellik vasfı göz önüne alınmadan çözümlenemeyeceği gerçeği,
çoğu zaman göz ardı edilir ya da önemsenmez.
Sanat eğitimi sorunu
Bütün bu ve benzeri çelişkiler açısından bakıldığında, Türkiye'deki
plastik sanatlar olgusunun bunalımlı katmanlarının, geniş kapsamlı ve çok
yönlü bir eğitim sorununa dayandığı sonucuna varılabilir. En alt
basamaklardan en üst düzeye varıncaya kadar, genel plandaki eğitim süreçlerinden
meslek bağlamındaki güzel sanatlar eğitimine, tam anlamıyla örgütlenmiş
ve amaçları saptanmış, olanakları planlanmış bir ''sistem'' söz konusu
değil ülkemizde. Küreselleşme çığlıklarının ortasında, konu daha da
sarpa sarmış görünüyor.
Plastik sanatların görgü ve birikim zeminlerinde açılım sağlayabileceği,
kuşaktan kuşağa aktarılabilen, yaşamı zenginleştirebilen bir olgu düzeyinde
''anlam'' kazanabileceği unutulmamalı. Özellikle de Cumhuriyet ilkelerinin
kaynaklandığı aydınlanma bilinci temel alınmalı bu konuda. Kültür
kurumunun ayrılmaz bir bileşeni olarak sanatın işgal ettiği ortam, aydınlanma
bilincinden payını almış zümrelerin desteğinde gelişip yaygınlaşabilir.
Bütün soyutluğuna karşın, ''somut'' bir olgudur sanat. Onu bu somutluğu
içinde kavramak ve benimsemek gerekir. Sanatı bir ihtiyaç biçiminde algılamanın
koşulları, bizzat sanatın kendisiyle bağımlı bir sorunsallıktır.
Beğeni emek karşılığıdır
O sorunsallığı yüzeyden ilgilerle kavramak mümkün değildir; bunu aşıp
temel yapıya inmek gerekir. Bir oluşum sürecidir sanat. Bağlantıların özüne
inilmedikçe, bütünlük kavranmadıkça, ''sanat gerçeği'' özümlenemez.
Ancak o noktada, sanatı anladığımızdan ve sevdiğimizden söz edebiliriz.
Sanatın kapıları, ancak o aşamada açılır izleyiciye.
Güzel sanatlar alanındaki gelişmelerin akışı, günümüzde ''yatay''
bir konumda seyretmektedir. Ancak bu yataylık bizi yanıltmamalı. Sanat ortamına
sürülen yapıtların türü ya da cinsi ne olursa olsun, onların her birinin
arkasında ''dikey'' bir oluşumun yattığı bilinmeli. Bu iki yönlü gelişme
aşamaları, bizi, yapıtın üretilmesinde etken olan değerleri görmeye yönlendirecektir.
Böyle bir ihtiyaçla dolu olmadıkça, sanatın dehlizlerinde yol almak zorlaşır.
Beğeni, bir emek karşılığıdır çünkü. Onun sorumluluğunu üstlenmek
gerekiyor öncelikle.
Çok yalın bir dille ifade etmek gerekirse, sanatla yaşam iç içedir
bilindiği gibi. İçinden geldiği yaşamla dengeli bir beraberlik kurmak ister
sanat. Bu beraberliği özendirici girişimlerin ve oluşumların yoğunluğu,
sanatla yaşam arasındaki katı sınırları eritmeli ve onu, ait olduğu
cevherle özdeş kılmalıdır.
Cumhuriyet - Kaya Özsezgin
|