Aya
İrini’de Türk-Yunan ‘modern sanat’ buluşması
"Yunanistan-Türkiye Buluşma
Noktası: Modern Sanat" sergisi, İstanbul Aya İrini Müzesi’nde devam
ediyor. 10 Ekim’e kadar açık kalacak sergi, aralık ayında Selanik’te
sanatseverlerin beğenisine sunulacak.
Türkiye ve Yunanistan arasındaki siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkilerin
biçimi, bu ilişkilerin içeriğinden çok daha dikkat çekicidir. Bütün ilişkiler
dostluk-düşmanlık ekseninde ele alınır. Siyasal gerginlikler ve dostlukların
kaypaklığı ve yapaylığı karşısında kültürel ilişkilerin kalıcılığı
ve sahiciliğinden söz edilir.
Gerçekte, Türkiye ve Yunanistan’daki sanatçılar arasında ikili ilişkiler
düşmanlık döneminde bile alttan alta varlığını koruyordu; ve bilindiği
gibi bu daha çok müzik alanında verimli oluyordu. Türkiye ve Yunanistan
sanatçıları (Dimitri Alithinos, Canan Beykal, Selim Birsel, Ayşe Erkmen,
Serhat Kiraz, Niki Liodaki, Füsun Onur, Osman Dinç, Amilia Papaphillippou, İsmail
Saray, Marios Spiliopoulos, George Sfikas, Theodoros, Theodoulos) ilk kez
1992’de, iki ülke arasındaki düşmanlık/gerginlik döneminde benim ve Efi
Strousa’nın küratörlüğünde MSÜ Resim ve Heykel Müzesi’nde bir araya
gelmişlerdi. Ancak, yine de iki ülkenin sanatçılarının dünyaya çarpıcı
bir mesaj veren önemli ortak projeler gerçekleştirdiği söylenemez. Bir süredir
yaşamakta olduğumuz dostluk döneminde etkinliklerin çoğalmasından söz
edersek, bunun daha çok Yunanistanlı sanatçıların İstanbul’da etkinlik
yapma isteğinde olmalarına bağlamak gerekir. Türkiyeli sanatçıların ise
henüz Yunanistan’da kendilerini/işlerini gösterme yönünde belirgin bir
istek taşıdıklarını da söylemek zor. Burada İstanbul’un tarihsel ve güncel
dokusunun çekiciliği söz konusu...
Aya İrini’de 18 Eylül’de açılan sergi, başlığında da belirtildiği
gibi yine bir buluşma. Bu buluşmayı da merkezi Köln’de olan Almanya Türkiye
Kültür Forumu, Osman Okkan önderliğinde üstleniyor. İlki Leverkusen’de
Bayer Kültür Evi’nde gerçekleştirilen serginin temel amacı kuşkusuz,
Almanya’da yaşayan Türkiye ve Yunanistanlı azınlıklara güncel kültürlerinin
bir kesitini göstermek ve azınlık ortamında gecikmekte olan dostluk kavramına
ivme kazandırmaktı. Bu serginin Leverkusen gibi küçük bir sanayi kentinde
yapılmasının etkisini kestirmek güç! Yine de Köln’lü galerici İnge
Baecker’in bu çabasına teşekkür etmek gerekir. 1960’lı yıllardan bu
yana Almanya sanat sahnesinde özellikle Fluksus akımı çevresinde etkin olan
Baecker, sergiyi oluştururken iki ülkenin ortak coğrafyaya ve kültür belleğine
sahip olmaları gerçeğinden yola çıkarak sanatçıların yapıtlarındaki
benzerlikleri ve ayrılıkları ortaya çıkarmak istemiş. Ender Güzey’in
totemleriyle Michalis Arfaras’ın totemlerinin, Angelos Papadimitriu’nun
ikonlarıyla Adnan Çoker’in minimalist ikonlarının, Lida Papaconstantinou
ile Ayşen Urfalıoğlu’nun tekstil kullanarak yaptığı inanç ve kutsallık
içerikli yapıtların yan yana ya da karşı karşıya getirilmesi rastlantı
değil, kuşkusuz.
Köln’deki sergi özelliği olmayan modern bir binadaydı; dolayısıyla
yapıtları kendi başlarına algılamak ve yorumlamak gerekiyordu. Aya İrini’de
durum tümüyle değişik; yapı ve yapıtlar bir bütün olarak değerlendirilmeli.
Benim de yardımcı olduğum yerleştirmede, duvarları korumak bağlamında
kurulması gereken panoların mimariye müdahale etmeyecek bir biçim ve renkte
olması gerekiyordu ve bu aşı boyası renginden başka bir renk olamazdı.
Yapıtlar arasında ikisi doğrudan Hıristiyanlığa yaptıkları göndermeyle
dikkati çekiyor: İstanbul izleyicisinin Tophane-i Amire’deki sergisinden tanıdığı
Costas Tsoclis’in Ravenna’daki mozaikleri anımsatan videolu resim dizisinde
havariler gibi duran insanlar ve ortadaki zıpkın yemiş balık ile Serhat
Kiraz’ın apsise yerleştirdiği gökyüzü haritası üstüne çakılmış
olan artı işareti ya da haç.
Baecker, izleyiciye karşılaştırma yapmak için birçok olanak veriyor: Güney
Kıbrıslı sanatçı Theodoulos’un küresel sistemi kurgulayan kutuları ve küreleri,
Rania Rangou’nun sanat tarihi ve dünya düzeni arasındaki ilişkiyi
kurcalayan post-pop resimleri, Jannis Psychopedis’in dünyanın siyasal karmaşasını
resimli çapraz bulmacaya dönüştüren duvar panosu, Andreas Voussouras’ın
her biri ötekinden farklı bir öyküyü ve belleği içeren
"post-fluksus" kutuları bir yanda Murat Morova’nın kendi
portresini içeren yuvarlak ikonları, Gülsün Karamustafa’nın kadın adları
üstüne kurduğu soykütüğü, Nazif Topçuoğlu’nun yeniyetme kızlarla
kurguladığı kitaplık fotoğrafları, Hüsamettin Koçan’ın Türkiye
tarihini özetleyen işaret dizisi öte yanda. Bu sergi, bir bakıma Aya İrini’ye
özgün işlevini geri verdi; burası bir kilisedir ve hemen hemen tüm yapıtlar
"ikon" değeri ve özelliği taşımaktadır. Burada, ben kendi hesabıma,
kilisenin son 20 yıldır-bienallerde yapılan beyaz panolu fuar benzeri yerleştirmeler
de içinde olmak üzere - iyice hırpalanmış saygınlığı ve belleğinin
yerine getirilmesinden dolayı bir rahatlık duydum. Bilindiği gibi, Aya İrini,
bayi toplantısından moda defilesine ve mezuniyet balosuna kadar her şey için
kullanılır. Buna karşın Türkiye’de hiç kimse bir caminin bu tür işler
için kullanılacağını aklına bile getir(e)mez, değil mi? İzleyici bu
sergiden "Bunca yıldır birbirimize uzak durduğumuza değdi mi?"
gibi bir sonuç çıkarabilirse, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı, Federal
Almanya Dışişleri Bakanlığı, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul,
BAYER ve BM Çağdaş Sanat Merkezi başta olmak üzere birçok kişi ve kuruluşun
katkısıyla gerçekleştirilen bu sergi de amacına ulaşmış sayılır.
Zaman - Beral Madra
|