reklam

Haberler
Şubat 2005

Çok giyilmiş elbiselerden topladığım DNA örnekleriyle sanal bir karakter yaratacağım

Beyoğlu Mısır Apartmanı’nın 4. katında sabahın erken saatleri. Londra’dan sadece 24 saatliğine gelen Hüseyin Çağlayan bir yandan adaçayını içiyor, bir yandan da Beral Madra ve Murat Pilevneli’ye projesini anlatıyor. Hüseyin Çağlayan, dünyada moda ve plastik sanatları karıştıran, bütün disiplinleri kapsayan eserleriyle ün kazanan, iki kez İngiltere’de yılın en iyi modacısı seçilen Kıbrıslı bir Türk.

Şimdi dünyanın en önemli sanat buluşması olarak kabul edilen Venedik Bienali’nde (9 Haziran-6 Kasım 2005) Türkiye’yi temsil edecek. Bienale son beş yıldır toplu sergiler götüren küratör Beral Madra Dışişleri Bakanlığı’nı ikna etti, 51. Venedik Bianeli’nde Türk pavyonunda sadece Hüseyin Çağlayan olacak. Galerist’in sahibi Murat Pilevneli ise Türk Pavyonu’nun prodüktörlüğünü yapacak. Pilevneli, 15 bin gazetecinin izlediği, dünyanın her yerinden 500 bin kişinin ziyaret ettiği bienalin Türkiye’ye özellikle olumlu reklam yapma fırsatı sunduğunu düşünüyor. Hüseyin Çağlayan, Beral Madra ve Murat Pilevneli Venedik’te yapacaklarını ve bunların bizim için ne anlama geldiğini anlattı.

Bu yılki Venedik Bienali’nde Türk sanatı sizden soruluyormuş Hüseyin Bey?
(Gülüyor) Öyleymiş. Çok değişik, farklı disiplinleri içeren bir iş yapacağım. Beni bu hayatta ilgilendiren, kafamı yoran konular var: Kimlik, mekanın anlamı, tarih, antropoloji, biyoloji. Bienalde yapacağım iş de benim diğer projelerimin devamı gibi. Belirli coğrafyadan gelen insanların yeni mekanlara nasıl adapte olduğunu sorguluyorum. 10 farklı kişinin en çok giydikleri elbiselerden DNA örneklerini alacağım. Tabii bir biyolog ile çalışacağım. DNA örneklerini bir bilgisayar programına yükleyip, üç boyutlu başka sanal bir karakter yaratacağım. DNA’yı aldığım elbiseleri mekanik bir tohum gibi düşünün. Sonra bu sanal karakterin, Londra’nın ses düzeninden nasıl etkilendiğini göreceğiz. Elbiseyi Londra’nın sesinde hareket ettireceğim. Ses sadece sembolik olarak bir yeri temsil ediyor. Bu sanal obje devamlı hareket halinde olacak, şekil değiştirecek. Zaten bu projenin bir başka amacı da formla ses arasındaki ilişkiyi çözmek. Gözle görülen ve bilim arasındaki ahengi ve çelişkiyi göstermek.

Projenizde ciddi bir bilimsel altyapı var galiba?
İnsanlarla ilgili belli kalıp düşüncelerimiz vardır. Şuradan gelen insan şöyledir, deriz. İnsanların yüzüne bakarak ırklara ayırıyoruz. Halbuki DNA’lar öyle demiyor. Ben insan özünü DNA’sında arıyorum. İnsanların aslında kim olduklarını çözmede tamamen bilime güveniyorum çünkü.

Bu işteki ana fikir kişinin yabancı bir yere adaptasyonu. Siz de o yollardan geçtiniz değil mi?
Tabii. Ben bu işteki fikrin tipik bir örneğiyim. Kıbrıs’ta doğdum, İngiltere’de geliştim, şimdi de Londra’da yaşıyorum. Bu durumdaki insanlar kimliğini muhafaza edebiliyor mu yoksa adapte olayım derken tamamen başka birine mi dönüşüyor?

Sizde nasıl oldu?
Ben Kıbrıslı bir Türk gibi hissediyorum. Türkçe konuşuyorum, Türk yemekleri seviyorum, Türk ortamında büyüdüm ve aynı zamanda bu ülkenin vatandaşıyım. Ama Türk olmak yaratılan bir fikir. Türk olmak ve de hissetmek nedir aslında? İdeal bir Türk kimliği var mı? Ben Londra’da yaşayan Kıbrıslı bir Türk olarak Venedik’te Türkiye’yi temsil edeceğim. Ama bunda yadırganacak bir şey yok. Kendini nerede rahat hissediyorsun dersen, İstanbul derim. Buraya sık sık gelip, tasarım ve sanatla ilgilenen gençlere bir şeyler vermek istiyorum. Ve bence bunun anlamı büyük.

Venedik Bienali’ne hazırlanmak dışında ne yapıyorsunuz?
Mart’ın başında Paris’te koleksiyonumu sergileyeceğim bir defile var. Bir de 10 yılı kapsayan bir retrospektif sergim var Hollanda’da. Onun bir de büyük kitabı olacak. Onların hazırlıkları içindeyim.

Türk Pavyonunun Yapımcısı  Murat Pilevneli: Venedik’te, milyon dolarla yapılamayacak Türkiye reklamı yapacağız

Sponsorların bulunması, halkla ilişkiler, tanıtım, serginin Venedik’teki binaya yerleştirilmesi, 6 ay Hüseyin’in işinin orada sağ salim tutulması... Bunlar benim işim. Bugün itibarıyla beni en çok uğraştıran şey sponsor bulunması. Venedik Bienali’ndeki Türk pavyonunun hayata geçmesi için yaklaşık 300 bin Euro gerekiyor. Bu parayı tamamlamak için 150 bin Euro’ya ihtiyaç kaldı. Bu para çok gibi görünmesin, Avrupa ülkelerinin işlerine baktığımızda 750 bin Euro’dan başlıyor bütçeler. Bizim ilk etapta amacımız Venedik’te iyi bir yer kiralamak, kıyıda köşede kalmamaktı. 3 hafta önce Dışişleri Bakanlığı Tanıtım Dairesi Başkanı Şule Soysal’la birlikte Venedik’e gittik. Dışişleri’nin yaptığı titiz bir araştırma sonrası bize gösterilen yerler arasında Levi Vakfı’nın binasında karar kıldık. Günde en az 45 bin kişinin zorunlu olarak geçtiği Grand Canal’ın tam kıyısında ve Guggenheim Müzesi’nin çaprazında yer alıyor. Çevresinde turistlerin kaldığı oteller yoğunlukta. Biz o binaya Türk Pavyonu diye büyük bir afiş asma imkanına sahibiz. Milyon dolarla yapılmayacak reklam 6 ay boyunca yapılacak. Türkiye’nin bundan sonuna kadar yararlanması lazım. O bakımdan kiraladığımız o mekanda daha başka ne tür etkinlikler yapabiliriz, daha çok nasıl sesimizi duyurabiliriz diye araştırıyoruz. Bu amaçla Bilgi Üniversitesi ve İKSV ile diyalog içerisindeyiz.

Venedik Bienali Türk Pavyonu Komiseri ve Küratörü Beral Madra: Orası küresel bir kültür platformu

Venedik Bienali dünyanın en önemli çağdaş sanat buluşması mıdır?
Dünyada henüz bienal diye bir kavram yokken, 19. yüzyılın sonunda kurulmuş bir organizasyon. İki senede bir yapılan büyük sergi anlamına gelen bienale ilk başladığında 50 ülke katılıyordu. Şimdi 80 ülke katılıyor. Geçen yıl ilk defa olarak İran geldi, bu yıl Hindistan geliyor. Orası artık küresel bir kültür platformu.

Sadece ülke olarak mı katılabiliyorsunuz Venedik Bienali’ne?
Evet, ülke olarak davet ediliyorsunuz ve ülkenizin sanatını temsil ediyorsunuz.

Venedik Bienali’nde pavyonu olmak ne demek?
Bizim İzmir Fuarı gibi düşünün. 20. yüzyılın başından beri Avrupa ülkeleri kendi pavyonlarını kurmuşlar. Pavyon, bir ülkenin kültürel söyleminin ve kültür ve sanatı ilgilendiren gücünün iki yılda bir sergilendiği bina. Çok büyük bir tanıtım ve iletişim platformu aynı zamanda.

Gereken nedir pavyon almak için?
Ülkeler istedikleri zaman başvurmuşlar, arsa satın alıp kendilerine bir bina inşa etmişler. Aslında orada bir mimarlık tarihi de görülüyor. İlk başta yapılan pavyonlar tapınağa benziyor, neo-klasik mimari ürünü. Daha sonra yapılanlar, mesela Kuzey Avrupa ülkelerinin pavyonları tamamen modernist mimari örneği. Japonya ve Güney Kore’ninkiler ise cam binalar.

Türkiye’nin kendisine ait pavyonu yok değil mi?
Öyle maalesef. Kiralıyoruz Dışişleri Bakanlığı, bütçesi elverdiği ölçüde bu projelere destek veriyor. Ama özel sektör olmasa hiç gidemezdik. Birçok firma sponsor oluyor. Zaten orası çok uluslu şirketlerin gösteri alanı bir yandan da.

Bu yılki Türk pavyonunun önceki senelerden farkı ne olacak?
Biz hep grup sergisi götürmüştük. Bu kez tek sanatçıyla gidiyoruz. O da Hüseyin Çağlayan. Bütün disiplinleri içeren bir çalışma yaptığı için Türkiye’yi temsil etmesi önemli. Çünkü Türkiye’nin şu anda böyle bir imaj vermeye ihtiyacı var. Hüseyin’in işinde hem geçmiş, hem gelecek var. Teknoloji, tasarım, öykü var. Bireyin toplum ve dünya içindeki yerini sorgulayan öyküleri var.
Hürriyet - Ezgi Başaran

Arşiv

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz