Çok giyilmiş elbiselerden
topladığım DNA örnekleriyle sanal bir karakter yaratacağım
Beyoğlu Mısır Apartmanı’nın 4. katında sabahın erken
saatleri. Londra’dan sadece 24 saatliğine gelen Hüseyin Çağlayan bir yandan
adaçayını içiyor, bir yandan da Beral Madra ve Murat Pilevneli’ye projesini
anlatıyor. Hüseyin Çağlayan, dünyada moda ve plastik sanatları karıştıran, bütün
disiplinleri kapsayan eserleriyle ün kazanan, iki kez İngiltere’de yılın en iyi
modacısı seçilen Kıbrıslı bir Türk.
Şimdi dünyanın en önemli sanat buluşması olarak
kabul edilen Venedik Bienali’nde (9 Haziran-6 Kasım 2005) Türkiye’yi temsil
edecek. Bienale son beş yıldır toplu sergiler götüren küratör Beral Madra
Dışişleri Bakanlığı’nı ikna etti, 51. Venedik Bianeli’nde Türk pavyonunda sadece
Hüseyin Çağlayan olacak. Galerist’in sahibi Murat Pilevneli ise Türk Pavyonu’nun
prodüktörlüğünü yapacak. Pilevneli, 15 bin gazetecinin izlediği, dünyanın her
yerinden 500 bin kişinin ziyaret ettiği bienalin Türkiye’ye özellikle olumlu
reklam yapma fırsatı sunduğunu düşünüyor. Hüseyin Çağlayan, Beral Madra ve Murat
Pilevneli Venedik’te yapacaklarını ve bunların bizim için ne anlama geldiğini
anlattı.
Bu yılki Venedik Bienali’nde Türk sanatı sizden
soruluyormuş Hüseyin Bey?
(Gülüyor) Öyleymiş. Çok değişik, farklı disiplinleri içeren bir iş
yapacağım. Beni bu hayatta ilgilendiren, kafamı yoran konular var: Kimlik,
mekanın anlamı, tarih, antropoloji, biyoloji. Bienalde yapacağım iş de benim
diğer projelerimin devamı gibi. Belirli coğrafyadan gelen insanların yeni
mekanlara nasıl adapte olduğunu sorguluyorum. 10 farklı kişinin en çok
giydikleri elbiselerden DNA örneklerini alacağım. Tabii bir biyolog ile
çalışacağım. DNA örneklerini bir bilgisayar programına yükleyip, üç boyutlu
başka sanal bir karakter yaratacağım. DNA’yı aldığım elbiseleri mekanik bir
tohum gibi düşünün. Sonra bu sanal karakterin, Londra’nın ses düzeninden nasıl
etkilendiğini göreceğiz. Elbiseyi Londra’nın sesinde hareket ettireceğim. Ses
sadece sembolik olarak bir yeri temsil ediyor. Bu sanal obje devamlı hareket
halinde olacak, şekil değiştirecek. Zaten bu projenin bir başka amacı da formla
ses arasındaki ilişkiyi çözmek. Gözle görülen ve bilim arasındaki ahengi ve
çelişkiyi göstermek.
Projenizde ciddi bir bilimsel altyapı var galiba?
İnsanlarla ilgili belli kalıp düşüncelerimiz vardır. Şuradan gelen insan
şöyledir, deriz. İnsanların yüzüne bakarak ırklara ayırıyoruz. Halbuki DNA’lar
öyle demiyor. Ben insan özünü DNA’sında arıyorum. İnsanların aslında kim
olduklarını çözmede tamamen bilime güveniyorum çünkü.
Bu işteki ana fikir kişinin yabancı bir yere
adaptasyonu. Siz de o yollardan geçtiniz değil mi?
Tabii. Ben bu işteki fikrin tipik bir örneğiyim. Kıbrıs’ta doğdum,
İngiltere’de geliştim, şimdi de Londra’da yaşıyorum. Bu durumdaki insanlar
kimliğini muhafaza edebiliyor mu yoksa adapte olayım derken tamamen başka birine
mi dönüşüyor?
Sizde nasıl oldu?
Ben Kıbrıslı bir Türk gibi hissediyorum. Türkçe konuşuyorum, Türk yemekleri
seviyorum, Türk ortamında büyüdüm ve aynı zamanda bu ülkenin vatandaşıyım. Ama
Türk olmak yaratılan bir fikir. Türk olmak ve de hissetmek nedir aslında? İdeal
bir Türk kimliği var mı? Ben Londra’da yaşayan Kıbrıslı bir Türk olarak
Venedik’te Türkiye’yi temsil edeceğim. Ama bunda yadırganacak bir şey yok.
Kendini nerede rahat hissediyorsun dersen, İstanbul derim. Buraya sık sık gelip,
tasarım ve sanatla ilgilenen gençlere bir şeyler vermek istiyorum. Ve bence
bunun anlamı büyük.
Venedik Bienali’ne hazırlanmak dışında ne
yapıyorsunuz?
Mart’ın başında Paris’te koleksiyonumu sergileyeceğim bir defile var. Bir de
10 yılı kapsayan bir retrospektif sergim var Hollanda’da. Onun bir de büyük
kitabı olacak. Onların hazırlıkları içindeyim.
Türk Pavyonunun Yapımcısı Murat Pilevneli:
Venedik’te, milyon dolarla yapılamayacak Türkiye reklamı yapacağız
Sponsorların bulunması, halkla ilişkiler, tanıtım,
serginin Venedik’teki binaya yerleştirilmesi, 6 ay Hüseyin’in işinin orada sağ
salim tutulması... Bunlar benim işim. Bugün itibarıyla beni en çok uğraştıran
şey sponsor bulunması. Venedik Bienali’ndeki Türk pavyonunun hayata geçmesi için
yaklaşık 300 bin Euro gerekiyor. Bu parayı tamamlamak için 150 bin Euro’ya
ihtiyaç kaldı. Bu para çok gibi görünmesin, Avrupa ülkelerinin işlerine
baktığımızda 750 bin Euro’dan başlıyor bütçeler. Bizim ilk etapta amacımız
Venedik’te iyi bir yer kiralamak, kıyıda köşede kalmamaktı. 3 hafta önce
Dışişleri Bakanlığı Tanıtım Dairesi Başkanı Şule Soysal’la birlikte Venedik’e
gittik. Dışişleri’nin yaptığı titiz bir araştırma sonrası bize gösterilen yerler
arasında Levi Vakfı’nın binasında karar kıldık. Günde en az 45 bin kişinin
zorunlu olarak geçtiği Grand Canal’ın tam kıyısında ve Guggenheim Müzesi’nin
çaprazında yer alıyor. Çevresinde turistlerin kaldığı oteller yoğunlukta. Biz o
binaya Türk Pavyonu diye büyük bir afiş asma imkanına sahibiz. Milyon dolarla
yapılmayacak reklam 6 ay boyunca yapılacak. Türkiye’nin bundan sonuna kadar
yararlanması lazım. O bakımdan kiraladığımız o mekanda daha başka ne tür
etkinlikler yapabiliriz, daha çok nasıl sesimizi duyurabiliriz diye
araştırıyoruz. Bu amaçla Bilgi Üniversitesi ve İKSV ile diyalog içerisindeyiz.
Venedik Bienali Türk Pavyonu Komiseri ve Küratörü
Beral Madra: Orası küresel bir kültür platformu
Venedik Bienali dünyanın en önemli çağdaş sanat
buluşması mıdır?
Dünyada henüz bienal diye bir kavram yokken, 19. yüzyılın sonunda kurulmuş
bir organizasyon. İki senede bir yapılan büyük sergi anlamına gelen bienale ilk
başladığında 50 ülke katılıyordu. Şimdi 80 ülke katılıyor. Geçen yıl ilk defa
olarak İran geldi, bu yıl Hindistan geliyor. Orası artık küresel bir kültür
platformu.
Sadece ülke olarak mı katılabiliyorsunuz Venedik
Bienali’ne?
Evet, ülke olarak davet ediliyorsunuz ve ülkenizin sanatını temsil
ediyorsunuz.
Venedik Bienali’nde pavyonu olmak ne demek?
Bizim İzmir Fuarı gibi düşünün. 20. yüzyılın başından beri Avrupa ülkeleri
kendi pavyonlarını kurmuşlar. Pavyon, bir ülkenin kültürel söyleminin ve kültür
ve sanatı ilgilendiren gücünün iki yılda bir sergilendiği bina. Çok büyük bir
tanıtım ve iletişim platformu aynı zamanda.
Gereken nedir pavyon almak için?
Ülkeler istedikleri zaman başvurmuşlar, arsa satın alıp kendilerine bir bina
inşa etmişler. Aslında orada bir mimarlık tarihi de görülüyor. İlk başta yapılan
pavyonlar tapınağa benziyor, neo-klasik mimari ürünü. Daha sonra yapılanlar,
mesela Kuzey Avrupa ülkelerinin pavyonları tamamen modernist mimari örneği.
Japonya ve Güney Kore’ninkiler ise cam binalar.
Türkiye’nin kendisine ait pavyonu yok değil mi?
Öyle maalesef. Kiralıyoruz Dışişleri Bakanlığı, bütçesi elverdiği ölçüde bu
projelere destek veriyor. Ama özel sektör olmasa hiç gidemezdik. Birçok firma
sponsor oluyor. Zaten orası çok uluslu şirketlerin gösteri alanı bir yandan da.
Bu yılki Türk pavyonunun önceki senelerden farkı
ne olacak?
Biz hep grup sergisi götürmüştük. Bu kez tek sanatçıyla gidiyoruz. O da
Hüseyin Çağlayan. Bütün disiplinleri içeren bir çalışma yaptığı için Türkiye’yi
temsil etmesi önemli. Çünkü Türkiye’nin şu anda böyle bir imaj vermeye ihtiyacı
var. Hüseyin’in işinde hem geçmiş, hem gelecek var. Teknoloji, tasarım, öykü
var. Bireyin toplum ve dünya içindeki yerini sorgulayan öyküleri var.
Hürriyet - Ezgi Başaran |