Türk Çağdaş Sanatına Bir Bakış
|
|
Türkiye’de özellikle İstanbul merkezli küresel bir
dönüşüm (buna "dünyasal kültür" adını veriyorum) gerçek anlamda 1990'lı yıllarda
başladı. 1987’de yapılan İstanbul Bienali daha hala yerel bir organizasyon ve
sergilenen eserlerde de yerel motiflerin varolduğu bir oluşumdu. Zaten adı henüz
“Bienal” olarak konmamıştı. 1990’lı yıllarda telekomünikasyon olanakları, özel
radyolar ve televizyonların devreye girmesiyle “dünyaya açılan” yeni bir
İstanbul ve Türkiye görüntüsü verilmeye başlandı. İstanbul, Ortadoğu, o zamanki
SSCB ve Balkanlarda bir telekomünikasyon merkezi haline geldi; örneğin komşu
ülkelerde birçok insan Türk özel televizyonlarında yayınlanan filmleri izlemek
için uydu antenler kullanmaya başladılar, Balkanlarda, Türk özel
televizyonlardaki Türkçe yayınlanan çizgi filmler sayesinde bu ülkelerde yaşayan
çocuklar Türkçe anlamaya başladı. Bu yıllarda Fransız filozof Foucault’nun önce
“Cinselliğin Tarihi” ve “Söylemin Düzeni” adlı kitapları, sonraları da
kitaplarının hemen hemen tümü çevrildi; Gilles Deleuze ve Félix Guattari’nin
“Kapitalizm ve Şizofreni” adlı çalışmalarının bazı bölümleri, Deleuze ve Claire
Parnet’nin “Diyaloglar” adlı kitabı ve Guattari’nin “Üç Ekoloji”si çevrildi.
Ayrıca, 1990’ların başında Jean-François Lyotard’ın “Postmodern Durum” kitapları
çevrildi ve tartışılmaya başlandı.
Türk sanatçıları anılan dönemde bu yaklaşımlarla
dünyaya açılan büyük bir zihniyet değişikliği yaşamaya başladılar. Bu değişim
kendini, sadece malzemelerdeki değişim olarak değil, düşünce yapılarının da
“dünyasallaşmasıyla” gösterdi. Bu sıralarda İkinci Cumhuriyet ve demokrasi ve de
Cumhuriyetçilik ve demokratlık tartışmaları gündeme geldi. Sivil toplum
kurumları ağırlığını göstermeye başladı. Plastik Sanatlar Derneği tarafından,
yeni bir sivil toplum oluşumu içinde sosyal teorilerin konuşulduğu paneller
düzenlendi. Sözkonusu ivme içinde Türkiye’de yaşayan sanatçıların özellikle genç
nesil denilebilecek, o zamanlarda 30’lu yaşlarda olan kesiminde, bu değişim
dikkat çekici bir görünüm kazandı. Bugünün çağdaş veya güncel sanatını
hazırlayan iç dinamik işte bu çizgide gelişti.
Almatı’da düzenlenen “Türkiye’de Çağdaş Sanata Bir
Bakış” konulu sergiyle Türkiye’de güncel sanatın günümüze dair bir kesitini
sunuluyor. Sergide yer alan sanatçılar, sadece İstanbul’daki en saygın
mekanlarda değil, dünyanın çeşitli yerlerinde katıldıkları sergilerle de
Türkiye’deki sanat ortamını en iyi şekilde temsil edenler arasından seçildi. Bu
sanatçılar aynı zamanda, Türkiye’de izlenen ivmenin de bir parçasını
oluşturuyorşar. Her ne kadar sözkonusu sanatçılar ve eserleri, Türkiye’deki
çağdaş sanatın tamamını bir bütün halinde temsil etmese de,- ki zaten bu hiç bir
zaman mümkün olmayacaktır- Türk sanat sahnesinde yer alan sanatçıların en ilgi
çekici olanlarından bir görüntüyü izleyiciye vermek serginin amaçlarından
birisi. Sanatçılar, sergide de görülebileceği gibi her türlü malzemeyi yan yana
kullanmakta ve bunlar arasında bir hiyerarşiyi kabul ediyorlar. Bir zamanlar çok
tartışılan, “pentür öldü ve artık yeni teknolojilerle sanat yapılmaktadır!”
şeklinde öne çıkan yaklaşımın ne kadar modernist ve pozitivist olduğunun da
farkında olarak, işlerini yan yana sergiliyor.
Buradaki yaklaşımlarla sergi, özellikle,
sanatçıların refleksif, yani el becerisinden çok düşünceyi önemseyen bakışlarına
yer vermek ve de kavramsal bakışı malzemeyle yoğurarak çalıştıklarını göstermek
amacını taşıyor. Bir yandan sanat tarihine göndermeler yapmak, diğer taraftan
sanat tarihine bakarak ondan uzaklaşmak sanatçıların yaklaşımları arasında.
Sözkonusu yaklaşım, 20. yüzyıldan beri gelişen sanatsal çizgilerin çoğunu bir
arada taşıyarak bu çizgilerden ortaya yeni bir diyagram çıkarıyor. Bu sergi,
sanatçıların birbirlerine olan yakınlıkları kadar ayrılıklarını da vurgulayarak,
sanattaki heterojenliği ve yan yana varolan farkları göstermeyi de amaçlamakta
ve arzulamaktadır. Bu bakımdan sergide pentürden desene, desenden fotoğrafa ve
videoya olduğu kadar, temellük edilmelerle çalışan yeniden üretimlere de yer
veriliyor
Seza Paker, çalışmalarında sırdaş olanla sanat
tarihinin gizli ve neredeyse zor görünen çizgilerini birleştirerek, video,
desen, fotoğraf ve enstalasyonlarla çalışmakta; bellek ve günümüzdeki durum
arasındaki ilişkileri, kimi zaman sosyal olanla kimi zaman ise sanat tarihine
bağlı olarak sorunsallaştırıyor.
Yusuf Taktak, pentür geleneğinden yola çıkarak
geometrik formları bir tür yeni yazıyla birleştiren, mekana yayılan ve bazen de
pentürlerden enstalasyonlar kuran bir sanatçı.
Elif Çelebi, video, fotoğraf ve desenleriyle
enstalasyon yapmakta ve daha çok, insanın hayvanla olan ilişkisini ele
almaktadır.
Tayfun Erdoğmuş ise kağıt malzemeyi elle yoğurarak
bundan yeni resimler ortaya çıkarmakta ve bu resimleri de yeni çalışmalarıyla
yan yana getiriyor.
Serkan Özkaya temellük edilen malzemelerle çalışıyor
ve yazının sanatlardaki yerini sorgularken var olan form ve yazıları yeniden
üreterek yeni ortak üretimler gerçekleştiriyor. Radikal gazetesini yeniden
üzerinden çizerek üreten ve bunu bir günlüğüne baskıya sokan çalışması gibi, bir
kitabı da aynı şekilde temellük etmektedir.
Selim Birsel hem enstalasyonlar, desenler hem de
fotoğraflarıyla çağdaş sanat tarihini sosyal olgularla birleştirerek çalışan bir
sanatçı; aynı şekilde Extramücadele de yine bu tür bir yaklaşımla desenlerini
bilgisayar teknolojisiyle birleştirerek kullanmakta.
Mürüvvet Türkyılmaz ise mekanda çizgileriyle
çalışarak sanatını üretiyor; sanat tarihinde çizginin boya karşısındaki yeri ile
ilgili tartışmaları göz önüne alan sanatçı, çizgiye dayanarak ve onu öne
çıkararak çalışmalarını sürdürüyor.
Arkitera |