reklam

Konut ve Yerleşme Kültürü Üzerine Yazılar
Diyalog 2002 - II > İhsan Bilgin

Tarih: 30 Ekim 2002
Yer: Arkitera Forum

 

1 2

Modern Bir Yerleş(Tir)Me Biçimi Olarak Toplu Konut1


Priene Şehri Planı (MÖ 4. yy)

 

 

 

 


Karlsruhe şehri temsili (C. Thran,
JM Steidlin, 1739)

 

 

 

 


Mannheim şehri temsili 
(JA Baerthels, 1758)

 

 

 

 


Ortaçağ Amsterdam'ını 1609-1680 arasında 550 hektar büyüten H.Staets'in 
3 kanal projesi

 

 

 

 


Ausburd'da Fuggerei yerleşmesi (1519)

 

 

 

 


1830'larda ünlü müteahhit T.Cubbit'in Bedford Dükü için yaptığı Bloomsbury Estate yerleşmesi 

 

 

 

 

 


1667 Londra İmar Yasası ile tanımlanmış ve 19 YY sonuna kadar Londra'nın çehresini belirleyecek olan ev tipleri

 

 

 

 


Londra'nın batısında Bedford Square
(18. YY sonu) 
Fotoğraf: İhsan Bilgin

 

 

 


Saltaire Yerleşmesi planı (1851)

 

 

 

 


Saltaire yerleşmesi hava fotoğrafı (1851)

 

 

 

 


Godin'in Familistere Guise Projesi'nde konut blokları (1860'lar)

Toplu konut konusu her şeyden önce bir yerleşme terbiyesine, bir yerleşme kültürüne işaret eder: bir yere yerleşmek, bir yeri kaplamak anlamına gelir. Dolayısıyla da nesnelerin kendilerinden ziyade onlar arasındaki ilişki önceliklidir. Birimler, örüntü içindeki yerleriyle, konumlarıyla, koordinatlarıyla tanımlanırlar; kendi başlarına değil, ötekine göre konumlarıyla varolurlar...

Tarif genelleştikçe zaman ve mekan içinde yayılıyor. Bu söylediklerimiz tarihteki bütün yerleşme biçimleri için, bütün şehirler, bütün köyler, bütün manastır, külliye ve benzeri kompleksler için geçerli değil mi? O halde her yeri ve her zamanı kaplayan bütün tanımlarda olduğu gibi sınır çekmek gerekiyor. Günümüzün toplu konut yerleşmelerini tarihin diğer yerleşme türlerinden ayırdeden konvansiyonlar, parametreler nelerdir? Bugün anladığımız anlamıyla toplu konut olgusunu ortaya çıkaran kopuş, hangi tarihsel kırılma noktalarının ürünü olarak meydana gelmiştir? Yine bugün sorunsallaştırılan biçimiyle "toplu konut" olgusu kendi içinde ne türden kırılmalara, değişimlere uğramıştır; ne türden sorunların, tartışmaların, paradigmaların ortaya çıkmasına kaynaklık etmiş ve bu perspektif içinde kendini nasıl kurmuştur?

Yanıtlamaya çalışalım: Sadece kavramı oluşturan sözcükler bile yeterince ipucu veriyor: yerleşme zaman içinde oluşmak, serpilip gelişmek yerine başından tasarlanmış tek bir projenin ürünü olacaktır, bir ("toplu"); yerleşme bir sosyal işleve, ikâmet ve barınma işlevine odaklanmış olacaktır, iki ("konut"); ikisinin birlikteliği istisnai durumların, tek sefere özgü ihtiyaçların ifadesi olmayıp, genişleyerek yeniden üretilen standardize bir talep biçiminin karşılığı olacaktır, üç (belirli bir toplumsal pratiğin kavramsal karşılığı olarak "toplu konut").

Her üçü de yerleşme pratiğinin doğası olarak bildiklerimizi tersine çeviren aykırılıklar: tek bir projenin ürünü olarak kurulma yerleşme üretiminin farklı toplumsal vektörlerin bileşeni olarak ortaya çıkmasından, belirli bir sosyal işleve odaklanma ise yerleşme tüketiminin holistik karakterinden uzaklaşmak demek. Olağanüstü hallerde ortaya çıkmaları beklenebilecek bu istisnaların biraraya gelmeleri, üstelik de düzenli olarak yeniden üretilmeleri modern dünyanın paradoksal alışkanlıklarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Modern dünya, bünyesine sinmiş bu alışkanlığından ne vazgeçebiliyor, ne de onu hakkıyla içine sindirebiliyor; ona ne tam olarak alışabiliyor, ne de ondan vazgeçebiliyor. "Toplu konut" bu nedenle çağımızın kronik problematiklerinden biridir.

Toplu konut deyince aklımıza gelen temel özelliklerin ortaya çıkmalarının ve bitişerek bir norm haline gelmelerinin ayrı ayrı tarihleri var. Birincisinden başlayalım: Başta şehirler olmak üzere bütün yerleşme biçimlerinin ortak özellikleri zaman içinde oluşmalarıdır. Yani kişilerin, kuşaklarn, sınıfların çıkarlarına, projeksiyonlarına, tasarılarına indirgenememeleri, bunların zaman içindeki yanyana gelmelerinden, üstüste yığılmalarından oluşan arakesitler toplamı oluşlarıdır insan yerleşmelerinin ortak tarihsel özellikleri. Akla hemen Miletos ve Priene gibi Helenistik, Trier gibi Roma kolonileriyle Raststatt, Karlsruhe, Mannheim, Petersburg, Versailles, gibi Barok şehirler gelecek: gelişme öyküleri değilse bile kuruluşları bu tanıma uymayan, bir iktidar iradesinin başı sonu belli bir projesi uyarınca kurulmuş şehirler. Şu bildik ızgara planlar ile belirli bir merkeze odaklanmış geometrik kurgular. Sadece kurgularının değil, ortaya çıktıkları dönemlerin de belirgin ortak özellikleri var: Birkaç yüzyıla yayılan ve tarihe damgasını vuran siyasal merkezileşme eğilimlerine denk düşüyor bu yerleşme serilerinin kurulmaları. Birinci gruptaki şehirlerin Akdeniz'e yayılan İmparatorluklar, ikincilerin ise Avrupa coğrafyasından dünyaya yayılacak Mutlakiyetçi yönetim formatları tarafından belirlenen hikayelerinden söz edilebilir. Bir de Rönesans'ın ideal şehirleri var: Scamozzi'nin Palmanova'sı (16.yy.'ın sonu) dışında seri halde üretilmelerini geç 17. ve 18. yüzyılların Barok merkezileşme eğilimlerine borçlu olan idealler. Amsterdam'ı 1609'da yapılan plan uyarınca 50 yıl içinde üç kat büyüten 3-kanal projesi ise rönesans idealleri ile bunların merkezi otorite ifadesine dönüşmeleri arasındaki pragmatik bir ara istasyon gibidir: Şehre davet edilen ve Amsterdam'ı dünyanın merkezi haline getirecek olan tüccar nüfusu yerleştirmek için şehri üç kuşak halinde saran bu kanal ve yol örüntüsü, modern tarihin projesine en sadık ve en tamamlanmış imar operasyonlarından biridir.

Bütünsel bir projenin ürünü olmak bakımından modern yerleşme kültürüne iz bırakmış olan bu örnekler belirgin bir hedef doğrultusunda kurulmuş olsalar da, bir şehrin taşıyabileceği işlevlerin tümünü birden kapsamak gibi bir özelliğe sahiplerdi. Dolayısıyla kendi içinde tamamlanmış ve bütünsel bir bünyeye sahiplerdi. Hem bütünsel bir projeyle yapılmış, hem de barınma işlevine odaklanmış yerleşmelerin ortaya çıkması için ise 18. yüzyılı beklemek gerekecektir. Augsburg'da Jacob Fugger'in 1519'da işçileri için yaptırmış olduğu 53 ikiz evden oluşan yerleşme; P.le Muet'nin 1647'de çizdiği sıra-ev modeli örnek alınarak geliştirilmiş olan Paris'teki Place Dauphine konut dizisi, B.Neumann'ın 18.yy.'ın başında Würzburg'da 7 tüccar aile için tasarladığı blok türünden mimarlık literatürüne geçmiş örnekler, modern yerleşme kültürü üzerinde kayda değer izler bırakmayan bölük-pörçük görüngüler olarak değerlendirilebilirler. Tasarlanmış konut yerleşmelerinin tekrarlanan normlara dönüşmeye başlamaları için 18. yüzyıl İngilteresi'ne bakmak gerekecektir. 

Inigo Jones'un 1630'da Bedford Dükü için tasarladığı Covent Garden, 1750'lerden itibaren yüz yıl boyunca Londra'nın batısına damgasını vuracak olan yerleşme modelinin, "Londra Square"lerinin prototipi oldu: "Şık batı"da bu modeli izleyen Bloomsbury Estate (1748 sonrası), Portland Place (1774 sonrası), Bedford Park (1775 sonrası), Foundling Hospital Estate (1793 sonrası), Belgravia (1825 sonrası), Somers Town Estate (1826 sonrası), Tyburnia (1829 sonrası) ve diğerleri şehrin dışına çıkabilme ayrıcalığına sahip olan yeni orta ve üst-orta tabakalar için büyük arazi sahibi soylularca planlanmış ve müteahhitlerce sokaklar halinde inşa edilmiş iri spekülatif girişimlerdi. Diziler halinde üretilen evler 1666 yangını sonrası çıkan Londra İmar Yasası'nın tarifiyle birer prototipe dönüşmüş olan 4 sıra-ev tipinin tekrarlarından oluşuyor, bu evlerin en prestijlileri de yerleşmenin ortasındaki "square"in kıyısına diziliyordu. İngiltere'nin sembolü haline gelmiş olan bu "terrace" evler isimlerini, parseller yerine toplu halde inşa edilmelerinin avantajıyla "teraslanarak", yani önlerindeki cadde ve karşılarındaki sırayla birlikte topluca hafredilerek inşa edilmeye başlanmalarından alıyorlardı. Bu yerleşme formatı sadece Londra'nın dış mahallelerinde değil, yeni orta sınıfın termal sayfiye olarak kullandığı Bath'da da John Wood, John Palmer gibi mimarlarca tasarlanarak yeniden-üretilecekti.

Ancak yeni konut ihtiyacının asıl niceliğini yeni orta sınıftan ziyade, kırlardan büyük şehirlere ve Kuzeybatı Avrupa'daki Fransa-Almanya-Belçika üçgeni içinde kalan maden ocaklarına göçen ücretli işçi sınıfı belirliyordu. Büyük şehirlerin dışındaki bölgelere göçenlerin yeni konut ihtiyacı, mevcut şehirlerarası yolların kenarındaki ucuz arsalarda yanyana dizilen ve kırsal konut geleneğinin yoksullaşmış çeşitlemeleri olan ucuz "cottage"lar aracılığıyla gideriliyordu. Bu 1-2 katlı "cottage" serileri standardize edilmiş odaların yanyana ve üstüste sıralanmasıyla oluşuyor, servis hacimleri binaların dışında yer alıyordu. Daha büyük ölçekli işletmeler ise işçilerini birarada tutmak ve disipline endüstri cemaatler oluşturmak için şehirlerin dışındaki fabrikalarıyla birlikte büyük yerleşmeler inşa ediyorlardı. 

Bu şirket şehirlerinin ilk iddialı örneği Ledoux'nun 1770'lerde tasarladığı Chaux yerleşmesi; erken dönem en iri örneği de B.Renard tarafından Belçika sınırları içinde 1820'lerde yapılan ve elips biçimindeki dev üretim kompleksinin çevresine dizilmiş 425 sıra-ev biriminden oluşan Grand Hornu yerleşmesiydi. Her ikisinde de Mutlakiyetçi pratik tarafından çeşitlendirilmiş rönesans sonrasının geometrik şehir idealarının izleri belirgindir. Aydınlanma düşünürü Jeremy Bentham'ın daha 1797'de tasarladığı "Industry House" projesi bu ideaları tarihsel referanslarından uzaklaştırıp olabileceği en soyut modele doğru çekmekle, en az yüz yıl sonra gündeme gelecek temaların öncülüğünü yapmış oluyordu. 

İngiltere'nin öncü fabrikatörlerinden Colonel Ackroyd'un Copley (1853) ve Ackroyden'i (1861) ile Titus Salt'ın Saltaire (1851) yerleşmesi ise bu türden optik iddialar taşımayıp, 19.yy. şehir örüntülerini gevşeterek fragmanlar halinde yerleşmelerine taşıyorlardı. Bournville ve Port Sunlight gibi 19.yy.'ın geç örnekleri (1880'ler) ise yerel ve kırsal angajmanlarıyla yüzyıl sonunun bahçe-şehir hareketinin habercisi oluyorlardı. 19.yy.'ın ikinci yarısında Ruhr Havzası'nda yaptırdığı 50.000 civarında lojman birimiyle Avrupa'nın başlıca gayri menkul stokcusu olan Alfred Krupp'un yerleşmelerinde de Cronenberg gibi erken örneklerden Altenhof gibi geç örneklere doğru modelin şehirden kıra ve güncelden nostaljiye kaydığını gözlemek mümkün. 

Elsass bölgesindeki tekstil fabrikatörlerinin hem aralarında korporasyon kurarak, hem de devletten sübvansiyon alarak kurdukları ve 1852'den sonra aşamalı olarak inşa ettikleri Mülhausen yerleşmesi ise modern örgütlenme ve finans biçimlerini deneyen ilk büyük girişim olmasıyla 19.yy.'ın ilgi odaklarından biri olmuştur. Bir de ütopyalar var: Robert Owen'in ve Charles Fourier'in sosyal ütopyalarına eşlik eden yerleşme tasarıları verimlilik ve rasyonalite yerine adaleti ve dayanışmayı ön plana çıkarma iddiasındaydılar. Bir Fourierist olan André Godin'in Fransa'nın kuzeyindeki Guise kasabasının kıyısında 1860-90 yılları arasında inşa ettiği Familistère, 19.yy.'ın eksiksiz ve tasarlandığı gibi inşa edilmiş tek bütünsel ütopik yerleşmesidir. Yerleşmeyi domine eden iri konut blokları Versailles, Louvre, Palais Royal gibi sarayları model alıyorlar, onların sosyalleşme, halkın saraylarına dönüşme kapasitelerini kanıtlama iddiasını taşıyorlardı.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1Domus m dergisinin Haziran-Temmuz 2001 tarihli "Toplu Konut Sayısı"nın editörlük yazısı olarak yayınlanmıştır ( s.51-58).

1 2

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz