reklam

Sorular & Cevaplar
Diyalog 2002 - II > İhsan Bilgin

Tarih: 30 Ekim 2002
Yer: Arkitera Forum 

atb  

merhaba,

*şu anda türkiye ve dünyada yaşanan ekonomik kriz, inşaat piyasasını olumsuz etkiliyor. bu durumda sizce mimarlık mesleğinin düşünsel altyapısının gelişimi de olumsuz etkileniyor mu? yoksa teoriyi bağımsız mı düşünmeliyiz? ve/veya teori ile gerçeklik birbirini ne kadar etkiliyor?
*ülkemizde geleceğe yönelik büyük bir konut hamlesi veya genel olaral yeniden yapılanma beklenebilir mi? bu durumda mimarın rolü ne olabilir? acaba mimarın tasarımdaki/uygulamadaki etkinliği şu anda toplumun belleğinde ve de yeni/mevcut mimarlarımızın belleğinde olması gereken noktada mıdır? yaşanan süreçte hangi aşamadayız?

teşekkürler...

İhsan Bilgin 

Merhaba,
Sorularınızın açtığı kulvar önemli olduğu kadar da geniş açılımlar içeriyor.
- Öncelikle dünyanın bir ekonomik kriz içinde olup olmadığında anlaşmak gerekiyor. Bizimki de dahil, kısmi krizlerle karşılaşsak da, şu anda dünya genel bir ekonomik kriz içinde değil. Tam tersine, bildiğim kadarıyla 1980’lerin başında şekillenmeye başladığı şekliyle yeni sermaye birikimi rejimi son hızıyla yayılmaya ve genişlemeye devam ediyor. Dolayısıyla dünya şu anda daralmadan ziyade genişlemeyi sindirmenin sorunlarıyla meşgul... Genişleme ve/veya daralmanın mimarlıkla ilişkisine gelince: Vülgerize etmeden kısa yanıt vermek çok zor; ancak yine de akılda tutulması ve vazgeçilmemesi gereken bir soru bu. Kriz dönemlerinin, yani dünyanın eskisi gibi kendini yeniden-üretmekte zorlandığı dönemlerin, düşünce için, köklü değerlendirmeler için verimli zamanlar olabildiğini biliyorum. Örneğin 20.yy’ın iki önemli eşiği olan 1920’ler ve 1960’lar mimarlık dünyası açısından da en verimli değerlendirme ve derinleşme dönemleriydi diye düşünüyorum. Tam tersine, yeni ekonomik rejimlerin hızlarını en fazla aldıkları 1950’lerin ve 90’ların da 20.yy.’ın en “düşünce fakiri”, yani en statükocu dönemleri olduğunu düşünüyorum... 20.yy. tarihinin tuhaf dalgalanmaları gibi görünüyor bunlar bana... Ana sayfama koyduğum “Aldo Rossi’da Akıl ve Hafıza” makalemi okumanızı öneririm. Rossi’deki belirgin kırılmanın bu konularla ilişkisini de tartışmıştım o metinde...
- “Konut hamlesi” beklentisi için de benzeri şeyler geçerli. (Daha doğrusu 50 yıldır bu hamle var da, mimarların dünyasıyla çakışan bir beklenti için...) Bunu Habitat II raporunda da yazmıştık: Konut üretimi ve edinimi alışkanlıklarının değişmesi için en büyük şans, eski alışkanlıklarla üretilenlerin artık kendi sınırlarına ulaşmış olmaları, “yeniden-üreme” krizleri... Dolayısıyla biz öyle istedik diye değil de, eski modeller kendilerini varetme konusunda tıkandıkları için bir “yeniden-yapılanma”gündeme gelebilir.... Ancak “gelir” değil de “gelebilir!” diyorum. Çünkü kendi kendine de gelmez; farklı iradeler gerekir bunun için; ki mimarlar işte tam da bu noktada kritik rol oynayabilirler... Bunun için de isterseniz geçen hafta sonuçlanan Arkitera’nın “konut platformuna” bir kez daha göz gezdirin. Bu konular, biraz dağınık şekilde olsa da gündeme gelmişti...

 


Mercur  

High-tech

Merhaba İhsan Bey,

Sizin mimarlık mesleği için önemli insanlar arasında olduğunuzu düşünüyorum ve mimarlık hakkında bilgilerinize güvendiğim için size birkaç soru sorma ihtiyacı duyuyorum.

1. sorum, Mimarlıkta High-Tech akımı nasıl ortaya çıkmıştır? ve ingiliz mimarların bundaki rolü nedir?

2.sorum, High-Tech Ofis yapısını nasıl tanımlarsınız?

3.sorum, Bildiğimiz High-Tech yapılar bir tür fabrika mimarlığı gibidir ve çevreyle olan uyumları ve ilişkilerini kurmak oldukça güçtür. Sizce, high-tech binalar çevresi için ne gibi sorunlar oluşturmaktadır.

İlginize Teşekkür ederim!!!
Saygılarımla

İhsan Bilgin

“High-tech” temasını modern dünyanın önemli “takıntılarından” biri olan “ilerleme” ile ve onun fiziksel çevre üretimi tarihinde kayda değer ifadelerinden olan “teknolojizm” ile ilişkilendirerek kavrayabiliyorum. Bu “tarih takıntısının” ifadesi olan “tarihselciliğin” (historisizm’in) öteki yüzü gibi gözüküyor bana. Dikkat ederseniz “teknoloji”nin ve “tarih”in kendisinden değil de, bunlara yüklenen bir angajman örüntüsünden sözediyorum. Zaten bunların “kendileri” de her seferinde bizim beklentilerimiz üzerinden gündeme geleceğine, yani pozitivistlerin umduğu gibi bir “şeffaflık” mümkün olamayacağına göre, bu söylediğim “malumu ilan” gibi gözükebilir. Ancak modern mimarlık tarihinde “tarih”in ve “teknoloji”nin, pek de taşıyamayacakları kadar ağır yüklerle doldurulduklarını ve de bunun altından da kolay kolay kalkamadıklarını düşünüyorum…
Eğer “İngiliz mimarlarla” kastettiğiniz Foster kuşağı ile sınırlı değilse, İngiliz modernleşme tarihinin her iki eğilimin de tuzaklarına karşı en mesafeli durmuş eğilimlerden biri olduğu kanısındayım. Modernleşmenin çoğu olgusuyla daha en başından yüzleşmiş olmakla ilgisi olduğunu düşünüyorum bu durumun. “Önceden görmüşlük” (“sonradan görme”nin aksine), “olgunluk”, bazı kof “aşırılık” tuzaklarına karşı da korumuş olmalı bu coğrafyayı. Tabii her şeyin bir bedeli var: Bu durum –aslında her zaman böyle olmasa da- biraz enerjiden ve heyecandan yoksun bir resim olarak gösteriyor onların üretimlerini…

İhsan Bilgin

3. sorunuzu atlamışım:
Mesele tam da onların (şu veya bu) “gibi” olmalarında. Çok sofistike olmayı becerenleri, bu yoğun emeği harcama kapasitesinde olanları tenzih ederek, bu “gibi” olmanın her durumda problem olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin son zamanlardaki mimarlık gündemine bu konu sadece “tarihselciliğin” üzerinden taşınıyor. Oysa bu açıdan bakıldığında daha baştan masum olmak gibi bir konum yok...

 


rennie  

İhsan Bey Merhaba,

Projelerinizi inceledigim zaman arketiplerle cok ilgilendiginizi sanıyorum. Saçak, cumba, pencere, söve gibi yapısal elemanlarda ve hatta arketip görüntü uğruna fonksiyonelliğin ve verimliliğin zaman zaman feda edildiği plan şemalarında her türlü fazlalıktan arınmış bu çizginizin, sağlam düşünsel zeminleri henüz oluşmamış, her an tarihsel göndermelere başvurmaya hazır Turkiye'deki mimarlık ortamında riskli bir tutum olarak görmüyor musunuz? Mimarlık tavrınızın yeterince anlaşılmadığını hiç düşündünüz mü? Ya da bu ortamda tavrınızı bir kez daha kısaca anlatmak ister misiniz?

Teşekkürler...

İhsan Bilgin

Merhaba,
arketiplerle ciddi biçimde ilgilendiğim doğru. Herşeyden önce “saçak”, “cumba”, “söve” vs.’nin arketipal elemanlar değil, tipolojik gramerin unsurları olduğunu hatırlatarak başlayayım. “Arketipal” olan, bu türden somut bileşenlere ayrıştırılamayacak bir dünyanın, imgeler dünyasının içine girmeyi gerektiriyor. Arketiplere yatırım yapmak, imgeler dünyasının içinde işlem yapmayı seçmeyi, bunu göze almayı gerektiriyor.
Gelelim bunun nedenine; yani neden bu dünyanın içine girmeyi denediğime: “Arketip” konusu çağdaş mimarlığın gündemine “tip”e ve “prototip”e kısa devre yaptırmak üzere giriyor. Yani onların her ikisinden de bir şey beklemenin imkansızlaştığı duruma bir “şok etkisi” ile müdahale etme arayışında... “Tip”i dejenere eden, bir önceki yanıtta anlatmaya çalıştığım “tarih”e taşıyamıyacağı biçimde yüklenmek, yaslanmak olmuş; “prototipi” ise “sanayileşmeden” aşırı beklentiler... Arketip ise her ikisinin de içini iyice boşaltarak, taze bir biçimde yeniden gündeme gelebilmelerini ummanın ifadesi. Zihni (düşünceyi, akıl yürütmeyi) ve duygularla sarmalanmış hafızayı askıya alarak, imgeye, iyice silikleşmiş olan ilksel hatıralara yüklenmek var işin berisinde...
Burası kalıcı bir yer, güvenli bir yuva olabilir mi? Asla! Tekrar ötekilere dönmek için beklenmedik bir şok etkisi yaratabilir olsa olsa. Bir statüko olamayacak kadar belirsizdir ve kökü derinlerdedir. Farkedilir, şaşırılır ve geçer. Dolayısıyla, “bilinç”, bilgi vs. Üzerinden işlemediği için “anlaşılmak” gibi bir beklentisi de yoktur. Olsa olsa şaşırtabilir, hayret uyandırabilir, unutulmuş olanı –bir an için de olsa- yüzeye çıkarabilir... Dolayısıyla riski “tip”e veya “prototip”e angaje olmaktan daha fazla değildir; olsa olsa biraz farklı türden bir risk arayışı olabilir... Bu arada tasarım süreçlerimde harekete geçen yegane “motorun”da imgeler üzerinde işlem yapma olmadığını, ancak bunun önemli damar olduğunu ifade ederek bitireyim...

 


cube  

Merhaba,

Sizce mimarlık teorisi ya da mimarlık eleştirisi sadece Türkiye'de mi bu kadar birbirinden kopuk yoksa tüm ülkelerde de olan bir şey mi bu? Sizin ve arkadaşlarınızın yazdıkları konuştukları, pratik dünyada iş yapan mimarları, karar vericileri etkiliyor mu? Ben etkilemediğini düşünüyorum çünkü etkileseydi bu kadar içler acısı bir çevrede yaşamazdık herhalde. Pratik ve somut sonuçlar almak üzere eleştirmenler olarak neler yapabileceğinizi düşünüyorsunuz? Örneğin Nişantaşındaki yaya sergisi tasarım kaygıları ile hareket eden kişilerin kaygılarını halkla buluşturma adına önemli bir başlanfgıç diye düşünüyorum. Bunun gibi mimar olmayan ama yaşadığı çevreye duyarlı kişilerin artması için ne gibi somut adımlar atılabilir sizce?

İhsan Bilgin

İşe iki tarafından birden, yani karşılıklı olarak bakabilmek lazım. Şöyle ki: “Biz bir şeyler konuşuyoruz da, bunu karşı tarafa nasıl anlatacağız?” diye bir problem tanımı bende hep bir çaresizlik duygusu uyandırmıştır.
(Bu arada, “çaresizliğin” her zaman negatif bir durum olduğunu da düşünmüyorum. Tam tersine, hayatında hiç çaresiz kalmamak olsa olsa bir bönlüğün, zaman zaman düşülen çaresizliği anlamamanın ifadesi olabilir ancak. Yeter ki “çaresizlik” duygusu bir süreklilik kazanmasın, alışkanlığa dönüşmesin, “marazilik” biçimini almasın.)
Anlamlı bir biçimde dolaşıma girmeyen her “konuşma”, her “söz”, her “düşünce” üzerinde yeniden düşünülmesi, yeniden ifade edilmesi gereken bir duruma işaret ediyordur. Düşünceler, ifadeler, sözler donmuş şeyler değilse, -negatif de olsa- her karşılaşmadan yeniden beslenme ve kendini yeniden kurma şansına sahiptir... Yalnız burada ince bir çizgi var: Her sözün, her düşüncenin, her durumda ve yerde anlaşılmasını da beklememek lazım. Çeşitli “anlaşılabilirlik” eşikleri olması doğal olduğuna göre, bu eşiğin sınırları içinde tutmak gerekir beklentileri de... Mesela ben bu bağlamda, öğrencilerim de dahil, kendi çevremle kurduğum iletişimin bugüne kadar “anlaşılabilirlik” sınırları içinde seyrettiğini düşündüm. Genellikle karşılıklı olarak “etkilenerek” ayrıldık konuşma ve düşünme ortamlarından. Önemli olan “indirgenmeden” ve “indirgemeden konuşmayı, anlamayı, yenilenmeyi sürdürebilmek....
Bunun çeşitli biçimler altında dünyanın her yerinde böyle olduğunu düşünüyorum...
Atılacak ”somut adım düşünmeyi, anlamayı ve yenilenmeyi sürdürmek, her seferinde yeniden sürdürmek olsa gerek...

 


Crystal  

mimaride bağlam

Merhaba,

Mimaride bağlam sadece mimarinin gerçekleştirildiği dönem ve çevre için mi geçerlidir? Geçmiş veya gelecekle ilişkilendirilmeli midir? Gelecek için geçerli olabilmesi mümkün müdür?

teşekkürler

İhsan Bilgin

Crystal'e gecikmiş cevap...

Öncelikle diyalog anında sorunuzu atladığım için kusura bakmayın. 2 saat içinde o kadar soruyla birden karşılaşmanın telaşıyla görmemişim...

Bu sorunun açılımları benim için çok önemli. Öncelikle "bağlam" denince aklıma ilk gelen çağrışımın "tarihi çevreler" ve "uyum" olmadığını söylemeliyim. Kuşkusuz böyle bir tema da günümüzde varlığını ve önemini sürdürmekle birlikte; günümüzün esas açılımının yapıları ve kuruluşları gereği "disonans" içinde olan metropol peysajları olduğunu düşünüyorum. Bu durumda sürekli "organik" çevrelerden bahsedilerek (örtük biçimde de olsa) "uyum" temasının gündemde tutulmasını, sadece "lüzumsuz bir gündem işgali" olarak değil, aynı zamanda da konuyu "düşünülemeyeceği yere sürükleme" olarak değerlendiriyorum.

Kısacası: Devamlı "uyum"dan bahsederseniz, doğası "kakafoni" olan yerler karşısında çaresizliğe, demek ki "düşüncesizliğe" sürüklenirsiniz. Düşüncesizlik hemen kendi dolaysız refleksini verir; "ben bağlama inanmam!" benzeri sözler de ortamı sarmaya başlar. Ve her ikisi karşılıklı olarak tekrarlanır durur...

Oysa benim anladığım anlamda "bağlam", her seferinde bir "durum" ("situtaion") tasvridir ("betimlemesi", "description"u da diyebilirdik). Öyleyse her seferinde tasviri yapılan "durum" kadar, yapan özneye de bağımlıdır. Benim anladığım anlamda "iyi tasvir" öznenin öznelliğini mümkün olduğunca erteleyerek, askıya alarak, "nesnenin", "durumun" üzerinden geçirmesi; öznelliğini daha güçlü bir biçimde "tahkim etmesi"dir. Zaten bütün mesele de bu iki öznellik durumu arasındaki farktan geçiyor (kısa devre yapmış "dolaysız" öznellik ile "dolayımlanmış" öznellik).

Ana sayfada bulunan "Emre Arolat" yazımı bu tema üzerine inşa etmiştim. Arolat'ın Ankara Belediyesi yarışma projesinin, neden bulunduğu yerin ilham verici bir yorumu olduğunu anlatmayı denemiştim. Dizonans içindeki bir çevreyle, bir diğer çarpıcı başaçıkma örneği olarak da Han Tümertekin'in ATK lojmanlarını konu etmiştim (o da ana sayfada var): Manalandırılması olanaksız bir sanayi peyzajı içinde kendi içine "mimari" bir biçimde kapanarak, yoğunlaşarak, çevrenin yeniden "görülmesi" için bir medium (aracı) rolü üstleniyordu benim yorumuma göre...

Dolayısıyla "hermeneutik" bir yere çekilmiş, bu perspektif içinden kavranmış bir "bağlam" problemi, geçmişe ve geleceğe olduğu kadar, genel bir dünya hali yorumuna doğru da açılıyor benim için...


Cetvel  

Teori vs. Praksis

1. Eğitimci kişiliğiniz ile tasarımcı kimliğiniz arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir eğitimci olarak, teoriyi pratiğe nasıl geçiriyorsunuz? Geçirirken ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz? Okulda anlatılan herşeyi mesleki pratiğe yansıtmak mümkün mü?

2. Mimarlık tarihinde, mimar ve yapı fetişine nasıl bakıyorsunuz?

3. Türk mimarlık piyasasındaki standart eksikliği konusundaki görüşleriniz nelerdir?

4. Türk mimarlık piyasasında, genç mimar/tasarımcıların önü nasıl açılabilir?

5. Modern mimarlık, tarihsel mimarlık birikimini ne şekilde yorumlar? Modernite birikiminizi göz önünde bulundurarak soruyorum; siz uygulamalarınıza bu açıdan nasıl yaklaşıyorsunuz?

6. Toplu konut ve şehir konusundaki dağarcığınızın ve çalışmalarınızın, pratikte etkin bir şekilde kullanılmamasının sebeplerini neler olarak görüyorsunuz?

7. Önümüzdeki 50 yıl için global anlamda, mimari öngörüleriniz nelerdir?

8. Yurt dışında (Amerika, Avrupa ve Japonya ağırlıklı olmak üzere), yapı yapma edimi, bütün yapısal gereklilikleri yerine getirdiği için, mimarlık ve diğer disiplinler (sosyoloji, felsefe vb) birlikte yeni sorular yaratıp, çözüm aramaktadır. Türkiye'deki mimarlık edimi söz konusu yapısal gerekliliklerin nerdeyse yanına bile yaklaşamazken, yapılan multi-disipliner tartışmaların (ki yer yer ne kadar sığ kalabildiklerini biliyoruz) gereklilik değeri konusunda ne düşünüyorsunuz?

(Süreniz 15 dk.dır. İstediğiniz sorudan başlayabilirsiniz. ) Teşekkür ederiz, iyi diyaloglar...

İhsan Bilgin

Bu kadar çok soru sorup 15 dk. verdiğinize göre, kısa yanıtlarla yetinmeyi tercih ediyorsunuz. Deneyelim:
1. Genellikle birbirlerine karşıt olarak konumlanan bu çiftlerin birbirlerini besleyebileceği bir dünya kurmaya çalışıyorum. Yanlış anlaşılmasın: bunların her birinin modern dünya pratikleri içinde karşıtlık içinde konumlandıklarını kabul etmek gerekiyor öncelikle. Dolayısıyla sorunsuz bir bağdaştırma çabası değil bu: Bu tür karşıt pratiklerin birbirlerine sınırlarını göstermek, birbirlerini çaresiz bırakmak gibi bir işleyişleri olduğunu da unutmamak lazım. Tam da bu “şiddet”ten, birbirlerinin altını oyan sarmalların içinde diri durmaya çalışmaktan beslenmeye çalışıyorum... Bu arada gündelik hayatımın bu kavramlar ve kategoriler üzerine kurulmuş olduğunu düşünmeyin sakın. Daha ziyade hayatın zembereğini en başından böyle kurmuş olmakla ilgili bir durum bu. O kadar geride kaldı ki nasıl başladığını bile unuttum artık...
Dolayısıyla “pratiğe geçirmek”, “pratiğe yansıtmak” bana yabancı adlandırmalar. “Esinlenme”, “besleme”, “altını oyma”, “çelme”, “yeniden gündeme getirme” gibi adlandırmalar bana daha yakın geliyor...

2. Başka alandaki bir çok fetişleştirmeden daha ilginç gelmiyor bana. Modern dünyanın bir durumu....

3. Standart yoksunluğunu fiziksel çevre üretimine yeteri kadar ağırlık koyamamış olmakla ilişkilendiriyorum...

4. Piyasa bir yandan da o kadar boş ki, gençlerin önlerini açmak gibi özel bir durum olduğunu düşünmüyorum. Böyle bir sorun konvansiyonların, statükoların, pozisyonların daha yerleşik olduğu durumların sorunu olabilirdi. Dolayısı ile sorunu “mevcut bir kapasitenin paylaşımı gençlerin lehine nasıl değiştirilebilir?” diye değil de, “kapasite nasıl genişletilebilir?” diye tanımlayabilirim olsa olsa...

5. Aklıma “burgu” metaforu geliyor. Döne döne, çevresini taraya taraya dibe doğru inmeye çalışmak. Ve de kolay kolay emin olamamak: Tam dibe inildiğinin zannedildiği noktada ta en başına dönmüş olmayı da göze almak. Ancak tam da bu noktada gelinen yerin tam da aynı yer olmadığını kavrayabilmek... “Burgu”dan “sarmal”a geçtik galiba kastetmeden, kendimizi orada buluverdik... Aşağı yukarı bunun gibi bir şey...

6. Bunu konut platformunda uzun uzun konuştuk. Premodern, esas olarak kökene dayalı ilişki örüntülerinin inşaat piyasasına egemen olması. Bu yapılanma biçiminin benim gibileri sindirmesi ve kullanışlı hale getirmesi çok zor...

7. 50 yıl gelecek için çok uzak. Böylesi uzun vadeli gelecek perspektifleri üzerine sıkılmadan okuyabildiğim tek yazar I.Wallerstein, ve o ekolden Arrighi. Mimarlar ve şehirler üzerine ciddiye alınacak bir yazın yok...

8. Bu türden söylemlerin, ilişkilendirmelerin Türkiye’de de son 10-15 yıl içinde ciddi bir hacim kazandığını görüyorum. Bir “heves” olduğunu gözlüyorum. Bütün hevesler gibi bazen yarım kalıyor, topallıyor, manasızlaşıyor; ama seyrek de olsa anlamlı kanallar da açılmıyor değil. Almanya’daki akademisyen ve mimar arkadaşlarımın da sık sık şikayet ettiği konular bunlar. Çoğu yerde, kendi koşulları içinde benzeri sorunlar yaşanabiliyor. Almanya örneği için fark, kanallar akacak yol bulduklarında, daha iyi tahkim edilmiş zeminlerde seyretmeleri...

Gördüğünüz gibi kısa tutma çabası pek bana göre olamıyor,
Sevgiler...

 


Deniz Güner  

Mimarlığı okuma eleştirisi

Modernleşme sürecinin olumlu/olumsuz tüm etkilerini yaşayan bir ülkede, “Gecikmiş” olmanın en azından olumlu bir avantajının olabileceğini düşünüyorum: olgu/olay/süreçlerin farkına varabilme imkanı. Ancak bu imkan ve bilinçlenmenin, farklı pratiklerle işleyen bir ülkeye nasıl tercüme edileceği, daha doğrusu Türkiye’nin modernleşme macerasını anlamaya yetip yetmeyeceği sorunlu bir alan gibi gözüküyor. Bu alanın pratikten çok teorik alanda daha problemli olduğunu düşünüyorum.
Hatırladığım kadarıyla Nevzat Sayın ile Arredamento Mimarlık dergisinde yapmış olduğunuz bir söyleşinizde, onun mimarlık sürecini -postmodernist söylemlerin tekrar ede ede aşındırdıkları- “söylem” ve “anlam” gibi alanların dışında bir dille betimleme çabası içine girmiştiniz. Belki Frampton’ın “tectonic” kavramı yoluyla mimarlığı, mimarinin/konstrüksiyonun diliyle tekrar kavrama çabasına benzer bir yol izlediğinizi düşünmüştüm; tıpkı bir başka yazınızda belirttiğiniz, Martin Steinmann’ın Zumthor ve diğerleri için kullandığı “semantiksizleşme” kavramı yoluyla mimarlığı anlamaya ve dillendirmeye çalışması gibi...
Modernleşme gibi postmodernleşmenin de içeriksizce, analojiler, metafor ve imgeler antolojisi gibi algılanıp uygulandığı bir ortamda, üretim süreçlerinde benzer kaygıları içermeyen projeleri, ifade/biçim/morfolojiler üzerinden okumanın -en azından “Genç Beşli” dışında- kısır kalacağını ve genele çok da yaygınlaştırılamayacağını düşünüyorum. Örneğin, 1980 sonrasının farklı kaygılar ve motivasyonlarla yol almış mimarlarını benzer bir okumayla anlamamız mümkün olabilir mi?

İhsan Bilgin

Sevgili Deniz,
işaret ettiğin kavramlar ve isimler gerçekten de benim epeydir sürdüğüm izlerle örtüşüyor. Steinmann’ın değindiği İsviçreliler’in altı iyice boşalmış “anlam” örüntüleri ile radikal bir biçimde hesaplaşmaları, dünyada bir çok kişinin ilgisini çektiği gibi beni de epeyce ilgilendirdi; ilgilendirmeye de devam ediyor. Tıpkı demin değindiğim “arketip” meselesi ile ilgilendiğim gibi. Frampton’un da “Modern Mimarlık” kitabını yararlı ve duruma hakim, ama epeyce “ruhsuz” bulduktan sonra, “tektonik” ile ilgili kitabına büyük bir merak ve ilgiyle sarılışım gibi. “Şıklık” hedeflemeyen ve yeterince hakkı verilmiş bir gündem kaydırma hareketinin her zaman ufuk açıcı olduğunu düşünüyorum. En azından benim için...
Anlamanın, düşünmenin, ufuk açıcı tepkiler vermenin kimsenin ayrıcalığı olmadığını düşünürüm hep. Geçen yıl Uludağ Üniversitesi diploma jürisinde gördüğüm 2 proje son yıllarda gördüğüm en ilgi çekici projelerdendi örneğin. Kendi aurasını (halesini) yaratmış her çalışma anlaşılmaya, ilgilenilmeye değer kuşkusuz.
Sevgiler...

 


Zeynep 

proje öyküsü

İhsan Bey Merhaba,

Sizi yazılarınızdan tanıyorum, açıkçası projelerinizi ilk defa Arkitera’da yayınlandığında gördüm, hepsinde yalın bir dil var, iddiadan uzak, ayakları yere basan projeler, birikimin ve mütevaziliğin ürünü oldukları belli.

Projeleriniz arasında iki müze var. Bu müze projelerinin öyküsünü sizden dinlemek hepimizin hoşuna gidecektir. Bizimle paylaşırsanız memnun oluruz.

Özellikle eğitim dönmeindeki genç mimar adayları sıklıkla müze ya da benzeri kültür yapıları projeleri yapıyorlar, bu öykünün onlara da katkısı olacaktır diye düşünüyorum.

İyi diyaloglar dileklerimle...

İhsan Bilgin

Merhaba,
iltifatlarınıza teşekkür ederim. Gerçekten öyleysem ne mutlu...
İlk müze Osmanlı Bankası arşivinin, bir bankacılık tarihi, sosyal tarih, ve kısmi taraflarıyla özel hayatlar kesiti olarak sergileneceği bir proje. Bülent Erkmen ve Edhem Eldem ile birlikte çalışıyoruz. Bankalar Caddesi’ndeki görkemli binanın bodrum katında, servis mekanlarının yüklenmesiyle iyice izbeleşmiş 700 m2 civarında alan kaplayan “kasa dairesi”nin yeniden düzenlenmesinden oluşuyor. Mekanın yüklenmekten ve kenarda kalmaktan iyice silikleşmiş değerlerini görünür kılıp, belgelerle mekanı başbaşa bırakmayı hedefleyen bir konsepti var. En anıtsal “belge” de kendi içinde 3 kattan oluşan ve 4 ayrı kapıyla girilen, tamamen saçtan imal edilmiş kasa mekanları. “Anlatı-nesne”, “sükunet-hareket”, “aydınlık-loşluk”, “odak-çevre” karşıtlıkları üzerine kurularak ortaya çıkarılmaya çalışılıyor mekanın gizlenmiş, gölgede kalmış iddiası...
İkincisini de Orhan Pamuk ile yapıyoruz. İnşaatı sürerken içeriği de gelişen, nesneyle kurgunun içiçe geçmiş gerilimli ilişkisi üzerine kurulmuş bir proje Pamuk’un projesi. Ben de “mekanlaştırılması” ile meşgulüm. Henüz bir “proje” olarak da tamamlanmadığı ve kurgulanmaya devam ettiği, ve de daha fazlasını sergilemem süreci zedeleyeceği için, bunun üzerine konuşmayı bir başka sefere bırakalım...

Sevgiler...

 


Tansel Korkmaz  

merhabalar,

forum için hazırlanan dosyaya baktığımızda burada mimarlık displininin her alanından ürünler olduğunu görüyoruz: dersler, yazılar, projeler. dosya daha dikkatli incelendiğinde de bütün bu farklı alanlardaki ürünlerin arkasında bir 'pozisyon' olduğu okunabiliyor. bu ürünleri farklı ortamlarda tek başlarına gördüğümüzde hissettiğimiz bu pozisyon, böyle bir durumda -hepsi üst üste görüldüğünde, incelendiğinde- çok daha güçlü ve adı konulur bir şekilde konumlandırılabiliyor. bunun altını çizmek benim için önemli, zira mimarlık eğitiminin ve konvansiyonlarının bu kadar problemli olduğu bir bağlamda böyle bir ortak zemin inşaası hep bir istisna olarak kalmak durumundadır. ilk sorum, bu zeminin senin adlandırabileceğin temel referansları kimlerdir/nelerdir? senin adlandırabileceğin diyorum, çünki şüphesiz titiz bir 'arkeolojik kazı' senin farkında olmadığın birçok silik/örtük ize ulaşacak, birçok hayaleti hortlatacaktır; benim merak ettiğim senin farkında olduğun referenslar...

yukarıda sözü edilen okunur pozisyon aslında bir tutarlılığı ima etmektedir ki bu da her zaman bir erdem olarak ortaya çıkmaz, hatta çoğu zaman bir zaafı gösterdiğini söyleyebilirim. Tutarlılık çoğu zaman bir 'kabız'lık, enerjisizlik, risk al(a)mama, kendini tekrarlamak olarak tariflenebilecek zaafları örtmek için sığınılan bir limandır. Tutarlılığı böyle tanımladığımızda hemen bir başıboş göreceliliği veya keyfiyeti savunduğumuz düşünülmemeli. tam da bu nokta beni bu forumda yorum yapmaya motive etti: bu dosyada görüyoruz ki bir pozisyon bu iki ekstrimden birinde konumlanmak durumunda değil. bu dosyada bize bir erdem olarak görünen şey, bana öyle geliyor ki, bu ortak zeminin her farklı durumda sınanması: her farklı bağlam bu ortak zemin diyebileceğimiz şeyin tekrar tarif edilmesine neden oluyor. hep şüpheyle ve merakla sağlamlaştırılan, zenginleştirilen bir zemin. Dolayısıyla bu ortak zemin kendini her durumda empoze eden, hep açıklayan, hiç merak etmeyen, donmuş, kemikleşmiş bir form değil; her durumu içinden anlamaya çaba sarf eden bir strateji gibi birşey olduğunu söyleyebiliriz. Daha fazla uzatmamak için sadede geliyorum, bu stratejinin bir 'tarihsellik bilinci'yle mümkün olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu pozisyonun bir ortak zeminle, tarihsellik bilinci arasında salındığını düşünüyorum. buna katılıyor musun? (bu kadar ekonomik ifade edilmeye çalışıldığında çok anlaşılır bir durum olmadı korkarım, öyle olduysa bu soruyu unutalım)

İhsan Bilgin

Sevgili Tansel,
gerçekten ifade ettiğin gibi olabilmeyi ve de öyle kalabilmeyi isterdim, yorulduğumda da bunu farketmeyi...
Deniz (Güner) gayet isabetli bir biçimde bazı isimlere değinmiş. “Hayalet hortlatacak” bir kazı değillerse de, benim farkında olduklarımın bir kısmına değiniyor. Bu saatte yorucu bir liste yapmak yerine, birkaç çarpıcı “vaka”ya değineyim. Mesela A.Rossi’nin “Bilimsel Otobiyografi” kitabını çok sevmiştim. Hiç sistematik değildi. Uçuşan imgeler ancak bir bütün olarak anlamlandırılabiliyorlardı; her seferinde farklı olmaya zorlanan bir bütünlük idi bu. Hem uçuşuyor, hem de birarada duruyorlardı. Birarada duruken dağılmaya, dağılırken toplanmaya zorlanıyorlar, birbirlerini geriyorlardı. İş bu kadarla kalsa, iyi bir edebi metin okuduğumu düşünmekle yetinirdim. Ama metni okudukça, öncelikle de Venedik’e yaptığı yüzen tiyatro projesine kadar olan işlerini daha iyi anladığımı hissettiriyordu. Hayal gibi olmakla, bir daha bakıldığında orada olup olmayacaklarından emin olamamakla, dünyanın ta dibine çakılmış olmak arasındaki gerginliklerini o metni okudukça yeniden anladığımı düşündürtüyordu... Bir başkası Peter Zumthor’un “Architektur Denken” kitabında topladığı kısa metinler: başları ve sonları yoktu; ancak bu sıralarının değiştirilebileceği anlamına da gelmiyordu. Alıntılar, değinmeler metnin bünyesine sinmiş parçalar gibiydi, adeta kendi sözleriydi; kendi sözleri de başkalarınınkiler gibi gelebiliyordu. İşlerinde yabanıllığı, yeni olanı, daha önce yapılmamış olanı nasıl tanıdık kıldığını, benimsettiğini, bilineni de yabancılığa zorladığını bu ifadelerden sonra daha iyi anladım... Ve de H.Tessenow’un “Ev Vesaire...” kitabı. Sergilediği zihinsellikle-bilgelik arasında duruş, ne biri ne öteki oluşu, tam biri olurken daha da büyük bir güçle ötekine işaret edişi, çizimlerindeki o yoksullukla-mütevazilik, eskiden beri yanıbaşımızda oluşla-ilk kez denenmiş olma durumu arasındaki salınışı daha da içine çekilerek kavramama yol açtı. Hepsi bu denli “poetik” olmak durumunda da değil: Mesela Berlage’nin “Stil und Architektur” başlığı altında topladığı makaleleri. Yüzyıl dönümünde artık yavaş yavaş belirginleşmeye başlamış olan “sentez”in imkansızlığı durumu ile başa çıkma çabası: Çabanın “kategorik” imkansızlığına rağmen, bu metinler Berlage’nin Kuzey Avrupa modernizminde şu veya bu biçimde izleri hala okunabilen bir duruşun, gidip-gelen bir dalgalanmanın tetikleyicisi olmayı sürdürmesinin olanaklılığını sergiliyordu...

“Tarihsellik bilinci” tabii ki önemli: Daha ziyade yaşanan anı bir tarih olarak okuma bilinci olsa gerek bu: epeyce sorunlu, kesintiler ve sıçramalarla dolu bir akış olarak, öyleyse bir akış olamayarak okunması bu tarihin. Ama yine de ondan vazgeçemeyerek: Herşeyin, her olayın ve anın birbiriyle özdeşleşmesine, birbirinin aynısı haline gelmesine karşı bir direnç olarak tarihselleştirilmeye çalışılması anın....

 


uçurtma

Merhaba İhsan Bey,

Sizce Türkiye'de mimarlar için varolan bir mimarlık gündeminden bahsedebilir miyiz? Yurdışında yeni ve tartışmaya açık konuların geliştirilmesini destekleyen ve hatta öğrenci projeleriyle MOMA'da sergi açan üniversiteler varken (MIT'yi örnek vererek çıtayı fazlasıyla yükselttiğimin farkındayım) Türkiye'de hiçbir şekilde -üniversitelerde dahi- tartışmanın olmaması, bir mimarlık gündemi yaratılamaması nasıl aşılabilir?
Bu ortamda mimarlık eleştirmenlerinin konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Teşekkürler ve diyalogda başarılar.

İhsan Bilgin

Bence Türkiye’deki mimarlık ortamının en önemli problemlerinden birine işaret etmişsiniz: Ortak gündemlerin, yani ortak soruların olmaması. Genellikle ortak cevaplardan kaçılırken, farklı cevapları verilebilecek sorular etrafında yoğunlaşmaktan kaçılmış oluyor aslında. Üzerinde uzlaşmaya varılmış sorular olmadığında, bir fikir ayrışmasının bile olamayacağı farkedilmeden. Bir diğer sorunun, “ilgi dağınıklığı” sorununun, konsantre olamama sorununun da kaynağı bu aslında. Hiç bir şeyle hakkı verilerek ilgilenilememesi sonucunu doğuruyor bu. “Enfantil olma”, çocuksulaşma” durumu bu. Çocukların ilgisi hep dağınıktır ve de öyle öğrenirler dünyayı. Çocukluklarında sorun olmaz bu. Sorun büyümeye rağmen öyle kalmaya devam etmektedir... Konsantre olunamayınca da geriye bir tek “ortada daha fazla gözükmek”, enerjiyi kendi üzerindeki ilgiyi sürekli kılmaya sarfetmek kalıyor, ki bu durumda konsantrasyon noksanlığı bir kez daha tetiklenmiş oluyor... Kısacası işaret ettiğinz sorunu ben de çok önemsiyorum...
Aşılmasının yolu da "ne olursa olsun, daha fazla konuşulsun!" değil. Belki biraz daha az konuşulması, daha az yazı yazılması ve daha az ders verilmesi; tabii ki bu arada biraz daha konsantre olunması, hermetik düşünmeye meyledilmesi koşuluyla, işe yarayabilir. Bir miktar sadeleşmeye ihtiyaç var galiba: Öyle "minimalizm" adına falan değil, biraz yatışıp harekete geçmeyi yeniden anlamlı kılmak için.... "Eleştirmen" de buna katkıda bulunabilir: Bazan konuşarak, bazan da susarak...


infilak  

Bir kitap? İki...

Yazdıklarınızı ve derslerinizin içeriklerini ne zaman kitaplaştıracaksınız?

İhsan Bilgin

Metis Yayınlarının 2 yıldır büyük bir sabır ve dostlukla beklediği “Şehir ve Modernizm” kitabım var gündemde. Benim tarafımdan ısmarlanmış, bir kısmı yayınlanmış bir derleme kitap bu. Mizampajı dahil yarısı bitti, öteki yarısı için 1 aylık bir çalışma gerekiyor. Yaza kadar bitirmeyi umuyorum... Mimarlık yayınları kulvarı açmaya niyetli “Kanat Yayınları”na da mimarlar üzerine yazılarımı biraz daha genişleterek verme sözü verdim. Bir de üzerinde en az bir 6 ay çalıştıktan sonra yeniden yazarak yayınlamayı tasarladığım bir doçentlik tezim var...

Diyalog'u bitirme zamanı... Katılan ve ilgi gösteren herkese teşekkürler...

 


mona 

Diyalog Anı...

 

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz