reklam

Mustafa Kemal Abadan ile Söyleşi
Diyalog 2002 - II > Mustafa Kemal Abadan

Tarih: 26 Kasım 2002
Yer: Arkitera Forum

 

1 2                                sonraki sayfa >>

Mustafa Kemal Abadan ile Söyleşi
Arredemento Mimarlık 1995/09, sayfa 46-53

ABD'ye özgü bir mimarlık gerçekliği olan "corporate architecture" (şirket mimarlığı) yaratıcı bir mimarlık diline sahip olmasa da, bu çerçevede üretilen profesyonel, kalite ve titizlik hemen fark ediliyor. Ancak büyük ölçekteki proje şirketlerinin kotarabileceği bir mimari çeşidi olarak varlığmı sürdürüyor şirket mimarlığı. Yüzlerce mimar ve mühendisin çalıştığı; tasarım, inşaat, yönetim gibi bölümlerin katlar halinde ayrı örgütlendiği ve içeri girince bir sigorta veya finans şirketi havası sezilen bu şirketler, ölçekleri sayesinde en büyük projelere imza atıyorlar. Skidmore Owings & Merill, kısa adıyla SOM'un şirket mimarlığı evreninin en bilinen örneklerini vermiş mimarlık "şirketi" olduğunu söylemek yanlış olmaz. 12 yılını SOM'da geçirmiş, şu anda da şirkette "associate partner" olan Türk mimarı Mustafa Kemal Abadan, 1 Ekim 1995'ten başlayarak asli ortak olacak bu dünyaca ünlü kuruluşta. Yalnız Türkiye'nin değil, en gelişkin Avrupa ülkelerinin bile yabancısı olduğu bu şirket mimarlığı gerçeğini, onunla Ahmet Özgüner konuştu.

Ahmet Özgüner: Şirket mimarisi ne demek ?

Mustafa Kemal Abadan: Şirket mimarisi şöyle: Artık gelişmiş dünyada, özellikle diyelim büro binalan, hastaneler vb. gibi tesisler oldukça kompleks, çok büyük dayanışma ve ekip isteyen projeler. Tek başına hiçbir mimar zamanlama ve karmaşıklık açı-sından işin içinden kolay kolay çıkamayacağı için, projelendirmeler büyük bir organizasyon olarak gerçekleşiyor. 

 

 

 

Bizde genellikle tasarımın başını çeken bir proje mimarı, ondan sonra bütün proje yönetimini ve işverenle ilişkileri üzerine alan idareciler, onun dışında teknolojiyle ilgilenen bir grup hep beraber çalışırlar. Bunlar yanı sıra bir de havalandırma ve elektrik mühendisleri projeyi hep birlikte geliştirmeye çalışırlar. 

Ayrıca, yurtdışında zamanlama hem malsahibi, hem de mimar için çok büyük bir önem taşıyor, çünkü finansman maliyeti ve faiz oranları çok yüksek. Bizde bu binalar ne kadar çabuk tasarlanabilir ve inşa edilebilirse, malsahibi o kadar az riske girer; bu da bizim için önemli. Buysa, ancak çok iyi bir örgütlenmeyle gerçekleştirilebiliyor. O zamanlama süreci içinde, bir yandan da öntasarımı müşterilere sunabilmesi lazım bu şirketlerin. Bizim "corporate architecture" dediğimiz mimari tasarım hizmetleri sunan şirketler New York, San Fransisco gibi büyük kentlerde bulunan, 100 ila 500 kadar mimarın veya teknik personelin çalıştığı bürolardır. Şu anda SOM'un (Skidmore, Owings & Merrill) tüm ABD çapındaki 6 bürosunda yaklaşık 1200 kadar mimar çalışıyor. Hatta, bir zamanlar çok daha fazla büyümüştü, fakat ekonomik durum nedeniyle kendi çapı içinde küçülmek zorunda kaldı. Ne var ki, bu şirketler iş hacmi ve aldıkları projeler nedeniyle, bir süre sonra çalışamaz hale geliyorlar. 

Çünkü, ortada öyle bir organizasyon var ki, sadece büyük projelere yönelik çalışmak gerekiyor. Böylesi tasarım firmaları küçük projelere de yönelebilir; ama, orta büyüklükteki, yani yaklaşık 50 kişilik şirketler en büyük boyutlu projeleri yapamıyorlar. Aslına bakarsan, ABD'de bütün mimarlık büroları bir biçimde tabakalaşmış durumdalar. Projeler büroların büyüklüğüne göre müellifini buluyor. En büyük şirketler en büyük projeleri yapıyorlar. Zaman zaman çok küçük projelerle ugraşsalar bile, bunlar özellikli projeler oluyor. Yani bir müze ya da anıt gibi ilginç konular oluyor. Ancak bunlar gibi ufak tefek özel projeler çıktığı zaman uğraşılıyor.

Ahmet Özgüner: SOM gibi bir şirkette, SOM imzası altında bir sürü değişik üslupta proje çıkabiliyor. Bu tamamen büro içinde değişik tasarımcıların yaklaşımlarından mı çıkıyor, yoksa "müşteri her zaman haklıdır" yaklaşımınm getirdiği nabza göre şerbet verme gibi bir şey mi?

 

 

Mustafa Kemal Abadan: 1950'lerin başına kadar SOM'in oldukça Modernist kalan bir imzası olmuştur. Bu da bir yerde ilk ortaklar ve ikinci jenerasyon ortaklarına bağlıdır. Yani Skidmore, Owings ve ondan sonra da Bunshaft kuşağı kendi içlerinde belli bir tutarlılık içerisinde aynı çizgi üzerinden giderek iş yapmışlardır. Tam bu sırada, bir taraftan dış etkenler, yani Postmodernizm'in ortaya çıkması ve ekonominin durgunlaşması, diğer taraftan iç etkenler, yani yeni gelen genç ortakların değişik mimarlık anlayışları yüzünden oluşan farklılaşmalar belirip böyle ikilikler, hatta çoğul görüntüler ortaya çıkabiliyor.

AÖ: Şu Stamford'daki tren istasyonundaki, bunu sanırım Bunshaft Brütalist bir çizgide betonarme olarak tasarlamış ve onun arkasında ufak bir büro yapısı var ki, o da oldukça eklektik ya da Neoklasik bir çizgide. Bunu aynı şekilde mi açıklayacaksın?

MKA: O işte bir yerde Postmodernizm'in getirdiği bir olay; tren binası fonksiyonel bir bina, binanın belli gereksinimleri var. Biri büyük açıklıkları geçmek zorunda, belli strüktürel zorlamalara ihtiyaç var; öteki binada ise satışa çıkanlabilecek bir olay söz konusu. İşte o sırada ortaya çıkan Postmodernizm etkisi ile de, en kolay şekilde satışa çıkarabilecek bir bina tipiydi aranan. Eğer benim Swiss Bank Headquarters projem gerçekleşirse, o zaman yan yana üç tane SOM projesi olacak. Bir tanesi tamamiyle 70'lerin, biri 80'lerin, bir diğeri de 90'ların projesi. 

Bunlar arasında belirli bir tutarlılık ancak detayda bulunabilir. SOM kaliteye çok önem verir; o açıdan üç bina içinde üslup açısından bir bütünlük bulmak zor olur; ama mimari anlayış, projeye bakış ve de detaylama açısından çok büyük benzerlikler bulunabilir.

AÖ: Bir ara Londra'dan söz ettin; bildiğim kadarıyla sen Londra'daki SOM'da bir süre tasarımcı olarak çalıştın. Salt mimari açıdan, İngiltere ya da genelde Avrupa ve Amerikan mimarisi arasındaki temel farklar veya benzerlikler neler? Avrupa seni ne şekilde etkiledi ve tekrar Amerika'ya döndüğünde yeni yaptığın tasarımlarda herhangi bir farklılaşma var mı?

MKA: Benim, İngiltere'ye gitmem tam 1980'lerin sonuna doğru oldu. Orada, yani Londra'da da SOM yeni bir büro açmıştı. Bunun nedeni Canary Wharf ve Broadgate gibi büyük projelerdi. Bunlarda aslında biz Avrupa mimarisini kabul etmekten çok, onlar Amerikan mimarisini Avrupa'ya ithal ediyorlardı. Biz bir yerde Amerikan mimarisini söküp Avrupa'ya getirdik. Fakat, aslına bakarsan, yerel kurallar ve yasalar yüzünden tabii bir değişiklik söz konusu. Ancak, bu ithalat İngiltere'de ki bir talepten çok (çünkü orada da İngilizce konuşuluyor), özellikle Amerikan mimarisinin İngiltere'ye ithal edilmesi için yapılmadığı için ilginç; aslında Amerikan finansman şirketleri Londra Borsası'na gelip burada etkin olabilmek için Amerikan mimarlığını ithal ettiler. O yüzden biz Avrupa mimarisiyle fazla içli dışlı olamadık. Fakat, katılmış olduğumuz bir yarışmada, Berlin'de "Check Point Charlie" de -şimdi proje yaklaşık üç yıldır sürüyor- bilinçli olarak kendi anlayışımızı taşıdık. Almanlar'ın anlayışı çok daha değişik. 

Bir kere bizim alıştığımız büyük büro mekanları gibi yapıları yok; daha çok Türkiye'deki gibi han tipi, küçük, bölünebilen, pencerelerin yakında oldugu, insanların hem havalandırma, hem de ışıklandırma açısından pencereden uzak olmayacakları bir yapı tipolojileri var. Bu şekilde yasal düzenlemeler var. O etkilemiş olduğu binaya yeni bir bakış açısı getiriyor. Bir de bizim Berlin içinde bu yapı ile özel bir konumumuz var. Yapının tamamlanması Doğu ile Batı'nın birleşmesini simgeleyecek. Bu yapının bitimi de işte, Alman hükümetinin Berlin'e geçeceği 1998-99 yılında olacak. Ben daha çok bu projelerle Avrupa mimarisi ile ilgili deneyim edinebildim. 

Bu tabii daha insancıl bir mimari anlayışı ile çalışan, insanların dış cepheye yakın olmaları, hava almaları için pencerelerini açabilmelerini sağlayan bir mimarlık. Ve sanıyorum ki, öbür taraftan onlar da önümüzdeki yıllarda değişim gösterecek. Bugünkü iş ortamı, öyle herkesin tek tek küçük birer büroda değil de, daha çok bir ekip anlayışında çalışmalarını gerektiriyor. O yüzden, sanıyorum, bir yerde o ikilem Almanya'da çözülecek. Türkiye'de olduğu gibi bunlar yavaş oluyor. Örneğin, her ne kadar Türkiye'de bir borsa kurulmuş olsa dahi dün yeni borsa binasını gezdim; evet, bütün TV ekranları yan yana onun gerektirebilecegi donanım, mesela ışıklandırma ile ilgili özel tesisatlar düşünülmemiş. Türkiye tam orta konumda; teknoloji gelişiyor, fakat bütün gereksinimleri ile dikkate alınmamış, tam olmamış. Bir yerde aksıyor.

AÖ: Şimdi Amerikan mimarisinden söz ederken, o kendi bağlamı içinde tutarlı bir mimari. Hele "corporate" mimarinin, örneğin, New York'ta ya da herhangi bir kent merkezinde bir bağlam sıkıntısı yok; ama Avrupa'ya gittiği zaman tabii ki bir bağlam farkı var. Sen bir mimar olarak ve senin mimari anlayışın açısından, bir bağlamsalcılığa nasıl bakıyorsun, iki tarihe nasıl bakıyorsun? Bunun açıklaması Londra, Berlin ya da Paris üzerinde de olabilir.

 

 


MKA:
Belki, şimdi en kolayı Berlin üzerinde konuşmaktır. Bir yerde Avrupa'da Modern bir yapıt yapmak, dünyanın başka bir yerinde yapmaktan daha kolay. Ya var olan bir tarihi yapıya saygılı bir şekilde davranılıp, bazı yerlerde tam restorasyon yapılarak, arkası tamamiyle modernleştirilebiliyor ya da yeni malzeme ve temiz detaylarla eski mimariyle karşıtlık sağlanıyor. O açıdan Modern Mimari'nin bağlamını bulmak Avrupa'da bence çok daha kolay aslında. Türkiye'de de öyle. Bir yerde bu güzel tarihi binaların yanında çok temiz kontrastlı bir mimari yaratılabilir, birbirilerini tamamlayacak bir şekilde. Daha zor olan olay Güney Amerika'da, Filipinler'de şu anda projelerim var; örneğin, Endonezya'da tamamıyle dışardan gelme bir mimari oluşuyor şimdiye kadar hiç iş mimarisi ile ilgili bir bina tipi olmayan yerde ortaya çıkıyor. Nasıl bir bina tipi yaratılır orada? Brezilya'da bir projeye başlamadan önce bize "Bir Brezilya binası yapın" denildi. Peki de, Brezilya binası nasıl bir tiptir? Yani öyle bir gelenek yok ki. Hadi diyelim ki, Türkiye'de eskiden beri iş merkezi var; bugün birçok yeni binaya da han deniyor, ama eski han tipolojisi ile ilişkileri kalmamış olsa da. 

Orada, onlarda o zaman böyle bir şey yoktu. O zaman insan iki mesnede dayanabiliyor. Diyelim, varolan uluslararası bir mimariye yaslanarak yaratılıyor ya da mekan koşulları elveriyorsa, ona bir de hava, mikroklima koşulları dikkate alınarak, biraz daha yerel bir şekille bir görüntü getirilebiliyor. Brezilya'da yapmış olduğumuz proje de böyleydi. Güney Yarımküresi'nde olduğu için, güneş ışınları ters taraftan geliyor. O yüzden bazı güneş görmeyen tarafları tamamiyle camdan yaptık, güneş gelen taraflarda ise çok daha derin bir duvar tutarak böyle bir değişikliklik yarattık. Bu yapı Sao Paulo'daki büro binaları içinde (şimdi inşa halinde) iyi bir yaklaşım olarak oldukça ilgi gördü. Yani, birinci yaklaşım bu, öteki ise tamamiyle ofis binasını daha evrensel bir çizgide tasarlamak. Onun bir nedeni de dünyanın neresinde olursa olsun, böyle bir ofis binasının gereksinimi aynı; onu tamamiyle degiştirip de yerel koşullara dönüştürmek çok zor.

AÖ: 1985'lerde "corporate" mimarlar ile ya da daha avangart diyeceğimiz, daha küçük bürolarla bir işbirliği söz konusuydu. Bu işbirliğinin nedeni neydi, nereden kaynaklandı? Sanırım, sonradan durdu galiba. Yürümedi mi, yeni bir talep mi çıktı, birbirinizden ne alıp verdiniz?

MKA: Aslında bunun tek nedeni işverenlerdi. Çünkü, bir yerde yatırımcılar büyük büroların tecrübelerine, yapı konusundaki uzmanlığına gereksinim duyuyorlardı. Fakat, aynı zamanda da Frank Gehry olsun, Michael Graves olsun, onlar gibi başka avangart mimarların isim olarak satış imkanı çok daha yüksekti. Fakat, daha önce de söz etmiş olduğumuz gibi, küçük büroların büyük proje yapma olanağı yok; büyük şirketlerin de avangart bina türünde deneyimleri yok. Bunların ikisinin bileşimini bu "developer"lar, özellikle Olympia New York yarattı. Bu kuruluş bizim şirketle o zaman işbirliğine gitti ve tamamen ekonomik nedenlerden dolayı, hem küçük şirketin, hem de büyük şirketin işine yaradığı için ortaya çıktı. Şimdi artık o tür binalar yapılmıyor; şimdiki ticari binalar hepsi mal sahibinin kendi yaptırdığı binalar. Onlarda avangart gitmek istiyorlarsa gidiyorlar, ona gö-re bir bina ellerine geçiyor. Onlar daha küçük binalar. Robert Stern'in geçenlerde Disneyland'de bitirilen yapısı ilginç, hoş, işte miki kulaklı bir sürü fantazileri yansıtan çok özel bir binaydı. Onun dışında büyük yatırımcı şirketler, hatta holdingler bizler gibi şirketleşmiş mimarlık bürolarını seçiyorlar, çünkü kendileri için işlevsel bir bina yaptırıyorlar. Sanıyorum, zaten o zoraki evlilik gibi bir ilişkiydi; o koşullar ortadan kalkınca da boşanma gerçekleşti.

1 2                                sonraki sayfa >>

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz