Kentler Düşünenini Yitirdi...
Metin Sözen-Cumhuriyet,
16 Eylül 2003
Onun nerede doğduğu, nerede okuduğu, nerede öğrencilerini eğittiği önemli
değildi. Ayakta dik durduğu her toprak parçası, onun için öğrenme-öğretme-paylaşma
alanıydı. Ankaralıydı. ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama
Bölümü'nde öğretim üyesiydi. Bunu yeri gelince anlardınız. Çünkü dünyanın
her yerinde düşüncesini- bilgisini aktardığında, ülkesinin-kentinin-yetiştiği
kurumun yaşamına ne kattığını belirtmeden edemezdi.
Ölümler düşündürücüdür... Özellikle ülkemizde büyük bir kesimin, günlük
kaygılarla yaşamını yeterince çevresiyle paylaşmaya zaman ayırmadığı,
ayıramadığı bir dönemde birilerinin ölümü düşünmesi, üzerinde
durulması gereken önemli bir ölçüdür...
Bireyin varlığının inceliklerle donatılması, özenle korunması için yüzlerce
yıldır savaş verenlerin kaygılarının bir türlü yaygınlaşamadığı-genelleşemediği
bu rüzgârlı günlerde, ölümlerin ardından düşünmenin, ''gidenin dünyada,
yaşamımızda nasıl bir iz bıraktığını'' doğru değerlendirmenin, kuşkusuz
ayrı bir yeri, ayrı bir anlamı olmalıdır.
Böylesi bir ortamda, hemen hemen herkesin kendi bacağından asıldığı,
mutlu-mutsuz günleri paylaşmaktan kaçındığı bir ülkede, yine de
''hepimizi sarsarak düşünmeye yöneltecek'' olayların kararlı bir biçimde
altının çizilmesi gerekir.
Belleğini yitirmiş ''özensiz bir toplum'' olduğumuz yargısı kökleşmeden,
bu yargıyı değiştirmemiz gerekir.
Hiçbir işe yaramayan bitmez tükenmez tartışmalardan, hedefleri belli
olmayan eleştirilerden başını kaldıramayan, ölmeden insanları yaptıkları-bıraktıkları
değerlerle onurlandırmayı, birikimlerine uygun yerlere taşımayı bilmeyen
bir toplum nasıl önünü görür, gelecek kuşakların umut kapılarını nasıl
aralar...
Eylül ayı bu tür düşünceleri- duyguları su yüzüne çıkaracak ölümlere
tanık oldu. Gazetelerde televizyonlarda tek gün sürecek haberlerden, Türkiye
hangi değerleri yitirdiğini öğrenmeye çalıştı. Bazı duyarlı
kimliklerin telefonlarıyla, ölenlerin nitelikleri alanlarında bıraktıkları
değerler anımsanmaya çalışıldı. Bu telefonlar Prof. Dr. Raci Bademli 'yle
de ilgiliydi... Herkes birbirine, onun birikimine ülkenin uzun yıllar
gereksinim duyacağını, birikimini tümüyle yazıya dönüştüremeden,
'kimseyi ölümüne inandıramadan' aramızdan ayrıldığını söylüyordu...
Ölenin ardından yazı yazmak
Ölenin ardından yazı yazarken soğukkanlı olmak zordur. Ancak ölen bu dünyadan
''geldiği gibi gitmemişse'' , söylenecek sözlerin önceliğini saptamak güç
değildir.
Duygulardan bir noktaya kadar arınmak olasılığı vardır. Örneğin ben
''Bu ülke ciddi bir ülkedir'' dediğimde nedenini, niçinini açık bir dille
açıklayanların başında Raci Bademli geliyordu.
Önce dünyayı düşünüyordu, ülkesini bunun içine doğru oturtuyordu.
Çünkü her olaya, her ölçekte bakma alışkanlığını geliştirmişti. İnsanımızın
yaşamını, ülkemizin geleceğini doğru planlamanın, herkesin kaçınılmaz
ortak görevi olduğuna inanıyordu... Onun nerede doğduğu, nerede okuduğu,
nerede öğrencilerini eğittiği önemli değildi. Ayakta dik durduğu her
toprak parçası, onun için öğrenme-öğretme-paylaşma alanıydı. Ankaralıydı.
ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü'nde öğretim üyesiydi.
Bunu yeri gelince anlardınız. Çünkü dünyanın her yerinde düşüncesini-
bilgisini aktardığında, ülkesinin-kentinin-yetiştiği kurumun yaşamına ne
kattığını belirtmeden edemezdi.
Kimlikli kentlerin altüst olduğu bir ülkede kent plancısı olarak o, hep bir
''doğru yol bulmak'' için çalıştı. Köşeye sıkışıp kalmadan, çözüm
yolları aradı. Salt eleştiriyle rahatlamadı... Masa başı kültürüyle, çeviri
cümlelerle, dünyadan örnekler vererek rahatlamadı...
Kaygısını, ''sürekli bir doğruyla perçinlemek'' istedi. Türkiye'nin
her noktasında, birlikte olduğumuz her değişik yerinde, orası için doğrular
bulmaya çalıştı. Bu doğruları bir bütüne, kavranabilir ''dün-bugün-yarın
ilişkisine'' bağlamaya çalıştı.
Beni en çok etkileyen, görünen, düşünen yüzünün-varlığının,
''Raci Bademli'nin kendi yüzü, kendi varlığı'' olmasıydı.
Bu yüzün her gün kendini geliştirmesi, doğa- insan-kültür süreci içinde
her şeyi birbirinden kopmaz parça olarak ilintili kılması, sonunda ülkesi için
bundan ''hayırlı'' bir sonuç çıkarması, bunu yaşamın doğal bir
sorumluluğu olarak nitelemesi, hep farklı bir kimliğe işaretti.
Ankara'da Dünya Barış Günü'nde toprağa vermeden önce yapılan konuşmalar,
onun çok yönlü varlığına göndermeler içeriyordu. Altı yeterince çizilmeyen
ise her ölçekte koruma için verdiği bitmez tükenmez çabalarıydı. ''Doğa
ve kültürle var olduğuna'' sonuna kadar inanarak, doğal ve kültürel mirasın
korunması yolunda, tasarımdan uygulamaya, eğitimden hukuksal düzenlemelere
uzanan bir genişlikte, bir gün olsun yorgunluk belirtisi, duraksama göstermeden,
kendisini- yaşamını adamasını bilmesiydi. Anadolu'da ölümünü duyan
herkesin üzüntüsünü arttıran, onun gibi insanların sayısının yeterince
olmamasıydı. Bu topraklarda yaratılmış uygarlık adına, onun yaşatılması
adına her yolu denedi. Her yükü taşıdı.
Her alanda görev aldı
Her alanda yüksünmeden görev aldı. Soğukkanlı düşünüldüğünde,
Gelibolu Yarımadası, Kapadokya, Türkiye'nin her köşesi Prof. Raci
Bademli'ye çok şey borçludur... Doğa ve kültürle ilgili bakanlıklar,
yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, öğrencileri, arkadaşları,
meslektaşları ona çok şey borçludur...
Türkiye'de en çok da ''onu tanımayanlar'' ona çok şey borçludur... Çünkü
bu toprakların yaşanılır kılınması için onlar adına, onlar bilinçleninceye
kadar ülkede bir şeylerin, bazı köklü değerlerin kalması için tüm yaşamını
adamış bir bilim insanıydı...
Ben ise evlerden sokaklara, kentlere, havzalara, bölgelere, ülkeye uzanan
yeni bir anlayışı-kimliği egemen kılmak için çıktığımız yolda, düşünen-üreten-destekleyen-
güven veren yüzü-varlığı yitirdim... Raci Bademli bu ülkede yarın anımsanacaksa,
''ülkesinin doğasını-insanını-kültürünü doğru yaşatmak için''
kendini adamış böyle özel bir kimlik olarak anımsanacak, yakından tanıyanlar
ise hep özleyecek...
|