İzmir Yüksek Teknoloji'de Örnek
Bir Eğitim
Meslek eğitiminde ve odalarında kimi zaman önemli iki gerçeği
unutabiliyoruz:
Birincisi ; herhalde hiçbir meslek, hizmet verdiği alandan ''daha değerli''
değildir...
Örneğin, tıp doktorluğu insan sağlığından; orman mühendisliği de
ormanlardan daha değerli olamaz...
Zaten, mesleklerin ''varlık'' ve ''doğuş'' nedenleri de işte o ilgili ve
''sorumlu'' oldukları alanlar değil midir?.. O alanları değil de sadece
''meslek çıkarını'' gözetmek, akademik ve profesyonel ortamlardaki ''meslek
şovenizmi'' ile meslek kuruluşlarındaki ''meslektaş popülizmi'' ni yaratıyor...
Amaç değil, 'araç'...
Buna bağlı ikinci önemli gerçek ise mesleklerin genel olarak bir amaç değil
''araç'' olmalarıdır...
Aynı örneklerle özetlersek; tıp doktorluğunun gelişmesi, doktorlar için
elbette önemlidir ama, önce insan sağlığı için gereklidir... Ormancılıkta
da güçlü ormancılar yaratmaktan öte, daha iyi korunan ve daha iyi gelişen
ormanlar için ilerlenir...
Nitekim anayasanın 135. maddesinde de meslek kuruluşlarının ''kamu yararını
gözeten'' bir meslek politikasının kurumları olduğu açıkça vurgulanır...
Yani, meslekler ancak; ''topluma ve ilgili sorumluluk alanlarına yararlı
uygulanırlarsa'' varlık ve hizmet nedenleriyle de buluşmuş olabilirler...
Zaten toplum yararını gözetmeyen siyasal güçler de bu gerçeği çok iyi
bilirler. Mesleklerin kamusal sorumluluklarından ''kurtulmak'' için, meslek
odası seçimlerinde toplumsal sorumlulukları savunan grupları değil, sadece
''meslekte birlik'' diyen grupları desteklerler...
'Meslekçi' şehirciler...
Ne var ki son yıllarda ''meslekte birlik'' demeyen kimi ''toplumcu'' (!) şehircilerin
bile, meslek ve meslektaş çıkarı adına kendilerini ve şehirciliği
''mimarlıktan tümüyle ayırarak'' geliştirmek istemelerinde de yukarıdaki
temel gerçeklerin gözardı edildiği anlaşılıyor...
Örneğin, kent planlamasında mimarlık kültürüne ve kent kimliğine olan
sorumluluklar ve borçlar; ''Biz bu kararları da tek başımıza veririz,
kentle ilgili tasırımlarımıza mimarları ortak etmeyiz...'' gibisinden sözlerle
önemsenmiyor ve hatta umursanmıyor...
Böylece, mesleklerinden çok daha değerli olan kentleri, mimari yapılanmalarını
ve kültürel peyzajlarını olumsuz yönde etkileyebilecek planlara da ''yasal
haktır'' denerek olanak sağlanabiliyor... Mimarların da kenti ve çevreyi gözetmeden
''kimliksiz'' ve ''uyumsuz'' yapılar tasarlamalarına ortam hazırlanan bir
''ayrışma süreci'' körükleniyor...
İşte bu ''meslekçi'' tavrın zararı da ne sadece şehirciye ne de mimara
oluyor... Olan kentlere, topluma ve gelecek kuşaklara oluyor...
Duyarlı bir model
Mimarlık ve şehircilik eğitiminde de yaşanan ''genel durum'' bu iken, kimi
okulların şehircilik bölümlerindeki mimarlık derslerini çoğaltma çabalarının
yanı sıra, özellikle ''İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü'' nde (İYTE) yakın
geçmişte başlatılan bir uygulama ''yüreklere su serper'' nitelikte...
İYTE'den 'plancı' öğretim üyesi Erkal Serim diyor ki: ''Biz bu ayrışmayı
önlemek için, mimarlık ve şehircilik öğrencilerini ilk iki yıl ayırmıyoruz
ve tüm iki yıllık eğitimi birlikte görüyorlar...''
Aynı okuldan 'mimar' öğretim üyesi Ülker Seymen de diyor ki: ''Ayrıca yüksek
lisansta da mimarlar şehircilik derslerini, plancılar da mimarlık derslerini
alarak uzmanlaşıyorlar...''
İşte bu tutum, İYTE'nin meslekçi olmayan ve hem kentleri hem de mimariyi
mesleklerinden daha değerli görebilen, ayrıca birbirlerine ''hasımlık'' değil,
''bağlılık'' duygularıyla ortaklaşa hizmet verecek mimar ve şehirciler
yetiştireceğinin kanıtıdır.
Darısı, diğer ''köklü mimarlık ve şehircilik okullarımızın'' başına.
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|