Şehir mobilyaları gelişiyor
Şehir mobilyaları, Türkiye’de de yaklaşık 80’li yıllardan sonra
daha çok meslek çevrelerinde kullanılmaya başlayan yeni bir kavram. Ve şehir
mobilyaları sürekli yenileniyor. Oysa...
Sokak, cadde, meydan, park gibi kamusal mekânları oluşturan yüzey
kaplamaları, aydınlatma elemanları, korkuluklar, çöp kovaları, otobüs
durakları, telefon kabinleri, bildirişim elemanları gibi donatılara ‘şehir
mobilyaları’ adı veriliyor. Şehir mobilyaları, Türkiye’de de yaklaşık
80’li yıllardan sonra daha çok meslek çevrelerinde kullanılmaya başlayan
yeni bir kavram. Şehirlerde, ortak mekânlarda kullanılan eşyalar için de
‘mobilya’ sözcüğü kullanılıyor. Bu sözcüğün önüne ‘şehir’i
koyarak iç mekândan kamusal mekâna geçmiş oluyoruz. Ancak kamusal mekâna
çıktığımız anda da bireysel tercihlerle değil, ‘kamusal işlevler’le
karşı karşıya olduğumuzu fark ediyoruz. Bu nedenle ‘mobilya’ sözcüğünün
burada çok farklı bir anlamı var. Çünkü şehir mobilyalarının ‘bir eve
eşya alır gibi’ yöneticiler veya uzmanlar tarafından satın alınması,
tasarlanması ve sokaklara yerleştirilmesi mümkün değil. Şehir mobilyaları
tasarımını dekorasyon, endüstriyel tasarım gibi diğer tekil tasarım
konularından ayırdeden de bu farklılık oluyor. Mobilyanın önüne ‘şehir’
sözcüğünü kattığımızda, özel alandakinden çok farklı, çok düzeyli,
çok taraflı, çok sektörlü bir tasarım konusu ile yüz yüze kalıyoruz.
Oysa geçmişte şehirlerin, kamusal mekânların tıpkı bir ev, bir eşya
gibi tasarlanabileceğini savunan mimari akımlar söz konusuydu. Yöneticiler
karar veriyordu, tasarımcılar proje hazırlıyordu ve iş burada bitiyordu.
Bugün ise kamu sahası, kamu otoritesinin normlar içinde davrandığı yeni
bir anlam kazandı. Bu yüzden ‘gelişmiş’ dediğimiz ülkelerde şehir
mobilyaları gibi bütün şehircilik konuları her şeyden önce bir tasarımcının,
bir şirketin ya da yöneticinin projesinden ibaret olarak görülmüyor. Bir
‘tasarım yönetimi’ konusu haline geliyor. Şehir mobilyaları, resmi,
sivil ve özel, farklı sektörleri ilişkilendiren bir kentsel altyapı yönetimine
dahil oluyor.
Dahası, birim üründen şehircilik uygulamalarına kadar proje elde etme yöntemlerinin,
düzenleyici ilkelerin oluşturulduğu bir yerel yönetim meselesi haline
geliyor. Türkiye’de ise, güncel şehircilik uygulamalarının aksine,
siyasetçiler ve hatta uzmanlar tarafından hâlâ basit bir ‘proje konusu’
gibi görülüyor. Kamu otoritesi kamu sahası üzerinde düzenleyici bir görev
üstlenmek yerine, tasarlayıcı bir rol üstlendikçe, her ayrı yönetim
birimi istediği gibi davranıyor ve ve kamu alanını gücü oranında özelleştirmeye
çalışıyor. Bunun en tipik örneklerini görmek için Taksim Meydanı’na
bakmak yeter.
Bu nedenle kamusal mekânları ilgilendiren bir konunun özel mekânları
ilgilendiren ‘mobilya’ sözcüğü ile ifade edilmeye çalışılması belki
açıklayıcı olduğu kadar yanıltıcı da.
Şehir mobilyalarının şehircilikle ilgili olduğunun anlaşılamaması yüzünden
doğal olarak bu alandaki uygulamalar, siyasi otoritenin bir ‘gösteriş’
(makyaj) yatırımı gibi algılanmasına yol açıyor. Bu da kaynak israfı,
niteliksiz uygulamalar kadar, birçok kentsel düzenlemenin bozulmasını
beraberinde getiriyor. Sanki sırada sergilenecek daha çok mal varmış gibi, sürekli
şehir mobilyaları yenileniyor. Çoğu daha eskimeden atılıyor. Emlak
vergisinin onlarca misli arttığını, bazı büyükşehir belediyelerinin
kaynaklarının bir çırpıda azalıverdiğini ve kamu hizmetlerinin bedelini
vergilerimizle ödediğimizi düşünürsek, yerel yönetimlerin kaldırımlarımızı
sürekli yenilemelerine eskiden olduğu gibi sevinemeyeceğimizi, hatta sevinmek
şöyle dursun, ucunun bize dokunacağını fark edeceğiz.
Milliyet - Korhan Gümüş
|