Son aylarda peÅŸ peÅŸe gelen haberler, Türkiye'deki çaÄŸdaÅŸ mimarlık ürünlerinin korunması sorununu gündeme taşıdı: Vietti Violi, Fazıl Aysu ve Åžinasi Åžahingiray'ın yapıtı olan 1947 tarihli İnönü Stadyumu'na BJK'nın yaptığı izinsiz müdahale, ErtuÄŸrul Arf'ın Adana'daki Bossa Apartmanı'nın yıkımına baÅŸlanması ve en sonunda Taksim Eczanesi'nin acımasızca ortadan kaldırılması. İstiklal Caddesi'nde, güçlü bir vurguyla caddeye inen örtüsünün altında kendini saklayan bu eczane 1963 tarihini taşıyordu ve Muammer Onat'ın -sayısı çok olmayan- inÅŸa edilmiÅŸ çalışmalarından biriydi. Bu olaylara yalnızca mimarlık çevresinden tepki gelmesi, bu tepkinin de alabildiÄŸine sınırlı olması, aslında sorunun kendisini de tarif ediyordu. Üzerinde toplumsal bir uzlaÅŸma yoksa korumacılığı hayata geçirmek de olanaksızlaşır. Korumanın üzerinde uzlaşılmış ana nesnesi olan "tarihsel çevre"nin korunmasında yaÅŸanan sıkıntılar göz önüne alındığında, çaÄŸdaÅŸ mimarlığın nitelikli yapıtlarının korunmasının ne denli zor olduÄŸunu yinelemeye bile gerek yok. Ne var ki bu saptama, üstyapı kurumlarının görev ve sorumluluÄŸunu ortadan kaldırmıyor. KuÅŸkusuz bu noktada gözler Koruma Kurullarına ve bu kurulların baÄŸlı olduÄŸu, üstelik kurul üyelerinin de önemli bir bölümünü atayan Kültür ve Turizm Bakanlığı'na çevrilecektir. Peki bu kurum(lar)dan böylesi bir koruma duyarlığı beklenebilir mi? Gelin, dört yıl önce Eski Åžark Eserleri Müzesi'nin başına gelenleri yeniden anımsayalım. Ama önce bu yapının tarihine kısaca göz atalım.
Eski Åžark Eserleri Müzesi'nin içinde yer aldığı yapı 1883'te Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) olarak mimar Alexandre Vallaury tarafından tasarlanır. Kısa bir süre sonra okul CaÄŸaloÄŸlu'na taşınınca yapı müze iÅŸlevi taşımaya baÅŸlar. Müze, 1963'ten 1974'e dek süren uzun ve titiz bir çalışmanın ardından mimar Nezih Eldem tarafından çaÄŸdaÅŸ müzecilik anlayışıyla yeniden düzenlenir. Sergilenecek eserlerden yola çıkan bir senaryonun büyük bir ustalıkla mekâna yansıtılmasıyla, müze mimarlığının yetkin bir örneÄŸi ortaya çıkmıştır. Ulaşılan çözüm, Carlo Scarpa'nın Castelvecchio çalışmasıyla yarışacak niteliktedir. Eldem'in binaya yaptığı tek radikal müdahale, Vallaury'nin cepheye yerleÅŸtirdiÄŸi, birinci kata ulaÅŸan giriÅŸ merdivenini ortadan kaldırmak ve giriÅŸi anıtsal bir saçakla zemin düzeyine almak olur. Belki günümüzün korumacılık anlayışının yadsıyacağı bir çözümdür bu. Ne var ki Nezih Eldem yetkin bir çözüme ulaÅŸmak için bir ÅŸeyleri feda etme riskini almış, sonuçta kazanılan yitirilenin önüne geçmiÅŸtir. BaÅŸka bir deyiÅŸle artık yeni bir koruma nesnesi vardır, bu da Eldem'in yapıtı olan müzedir.
Dört yıl önce yaÅŸananları ise birinci elden tanıklığıma dayanarak aktarmak istiyorum: 2000 yılının Haziran ayında, İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde çalışan bir dosttan, Eski Åžark Eserleri Müzesi'nde büyük bir inÅŸaat faaliyeti olduÄŸunu, Nezih Eldem'in düzenlemesinin ortadan kaldırıldığını öÄŸrendim. Hemen Eldem'i arayarak konudan haberi olup olmadığını sordum. Tahmin edilebileceÄŸi gibi hiçbir bilgisi yoktu ve konuyu ilk kez benden öÄŸreniyordu. Bunun üzerine ne olup bittiÄŸini görmek için müzeye gittim ve ÅŸu görüntüyle karşılaÅŸtım: Binanın giriÅŸinde yer alan Eldem'in saçağı ortadan kaldırılmış, onun yerine Vallaury'nin merdiveni -eldeki tek belgesel kayıt olan fotoÄŸraflara dayanılarak- yeniden inÅŸa edilmeye baÅŸlanmıştı. Bu sahte "özgün" merdiven pırıl pırıl bir kitsch olarak cephedeki yerini almaktaydı. DoÄŸal olarak, giriÅŸin zemin kattan birinci kata aktarılmasıyla birlikte, müzenin tüm mekân kurgusunu deÄŸiÅŸtirmek de kaçınılmaz olmuÅŸtu. Bu yüzden içerideki mekânsal yapı tümüyle bozulmuÅŸ, Eldem'in düzenleyici iÅŸlev taşıyan senaryosu ortadan kaldırılmış, zemin kattan birinci kata ulaÅŸan ve Eldem'in virtüozitesini tüm ayrıntılarıyla taşıyan anıtsal merdiven de artık zemin kattaki servis mekânlarına inen bir merdivene dönüÅŸmüÅŸtü. Halbuki bu merdiven, senaryonun baÅŸlangıç noktasını oluÅŸturan, izleyiciyi adım adım müze baÄŸlamına katan yapı kurucu öÄŸeydi.
Evet, durum açıktı: Bakanlık, hem Eldem'in müzesini ortadan kaldırmış, hem de onun yerine yeni bir mimari düzenleme koymak yerine, tam anlamıyla bir "dekorasyon" etkinliÄŸine giriÅŸmiÅŸti. GiriÅŸin yanına oturtulmuÅŸ dev tabeladan, bu "dekorasyon"u hayata geçirenin, inÅŸaatın sponsorluÄŸunu yüklenmiÅŸ bir banka olduÄŸu anlaşılıyordu. Bankanın logosu -o zamanki adıyla- Kültür Bakanlığı'nın logosuyla birlikte yer alıyor, her iki kurum müzeciliÄŸe yapılan bu "önemli katkı"yı iftiharla sunuyordu...
Konuyu hemen Mimarlar Odası'nın İstanbul Büyükkent Åžubesi'ne ilettim. Oda konuyla yakından ilgilendi, 26 Haziran 2000'de bir basın toplantısı düzenlendi, "Eski Åžark Eserleri Müzesi'nde Mimarlık Kıyımı" baÅŸlıklı bir bültenle de basına bilgi verildi. DoÄŸrusu bu kez basın da kayıtsız kalmadı ve konu birkaç gazetede ayrıntısıyla iÅŸlendi. Peki sonuçta ne mi oldu? İnÅŸaat baÅŸladığı gibi tamamlandı ve dönemin Kültür Bakanı'nın da katıldığı görkemli bir törenle, seçkin konukların huzurunda "yeni müze" ziyarete açıldı.
Åžimdi yeniden yukarıdaki soruyu yineleyelim: Türkiye'de koruma konusunda görev ve sorumluluk yüklenmiÅŸ üstyapı kurumlarından, çaÄŸdaÅŸ mimarlığın nitelikli ürünlerinin korunmasına yönelik bir duyarlık beklenebilir mi?