Köşe Yazısı

Mimarca DeÄŸinmeler 3

Yazan: Gürhan Tümer Tarih: 27 Nisan 2006

Tasarım Stüdyolarında Nasıl KonuÅŸuyoruz?
AyÅŸe Åžentürer’in, “Mimarlıkta, Estetikte, Tasarımda, EÄŸitimde, EleÅŸtirel Yaklaşım” adlı kitabından öÄŸrendim:
“1994-1995 güz yarıyılında, Ä°stanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık bölümü’nün bazı Mimari Proje stüdyolarında” bir alan araÅŸtırması yapılmış. Bu araÅŸtırma kapsamında, “çeÅŸitli stüdyolarda, stüdyo yöneticilerinin önceden izinleri alınarak, ders süresi boyunca”, hocaların ve öÄŸrencilerin, tasarım konuları üzerindeki tartışmaları kaydedilmiÅŸ. AraÅŸtırmayı yapanlar, daha sonra, bu kayıtları inceleyerek, birtakım sonuçlara varmışlar.

Ama ÅŸimdi burada beni ilgilendiren, araÅŸtırmanın amacı ya da sonucu deÄŸil. Ben, az önce sözünü ettiÄŸim kitapta yer alan ve tasarım stüdyolarında, hocalar ile öÄŸrenciler arasında yapılan konuÅŸmalarla, daha doÄŸrusu o konuÅŸmaların biçimiyle, üslûbuyla ilgileniyorum.

Bakınız stüdyolarda nasıl konuÅŸuyorlar meslektaÅŸlarımız ve öÄŸrenciler:
Yani çok hareketli ÅŸu meselâ, çok böyle dikdörtgenine tamamladığın zaman tam bir ÅŸey, neden kare? Zaten karenin izlerini taşıdığı için kare diyorum, yani bunu üstten, onu tamamlamak gerekir […] Yani ÅŸimdi burada böyle bir sorun var yani bir ÅŸeyi düÅŸünmek ve dökmek senaryosunu yapmak bir yerde daha kolay, daha zor çünkü niye? […] Yani o fonksiyon düzeni bana da biraz ters geldi, burada radyo, TV istasyonu yapmak ama bize her ÅŸey elimize hazır verildiÄŸi için. Onun için sen ÅŸey yaptın. Evet acaba çocuk müzesi filân yapsak daha mı doÄŸru olurdu? […] Tamam mı, olabilir mi? En azından olabilir deÄŸil mi? Biraz fikir verin hocam yani […] DoÄŸal olsun istiyorum ve doÄŸal bir ÅŸeyin de tam bir geometriye oturtulması gerektiÄŸini düÅŸünüyorum. Yani dümdüz olsun istemiyorum meselâ veya böyle de olsun istemiyorum […] Buradaki üçgenlerden negatif bir doku oluÅŸabilir. Burada o dolu insanları böyle de geçirtebilir, o tarafa da götürebilir. Åžuradaki binanın çıkışından buraya da getirebilir […] Bir de bu acaba yükselsin mi böyle, daha aÅŸağıda mı acaba kalsa, yani bu da öyle o da öyle […]”

Evet, iÅŸte böyle. Ä°nanılır gibi deÄŸil, inanılmaz bir dil savrukluÄŸu söz konusu. Ama demek ki, yine de anlaÅŸabiliyorlar insanlar birbirleriyle.

Ä°stanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’ndeki tasarım stüdyolarında durum böyle de, baÅŸka okullarda, örneÄŸin, Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’ndeki tasarım stüdyolarında baÅŸka türlü mü?

Sanmıyorum. Büyük bir olasılıkla, ben de öyle konuÅŸuyorum stüdyolarda.

Bu konu üzerinde düÅŸüneceÄŸim.

Bu konu üzerinde düÅŸünmeme dolaylı bir biçimde de olsa yardımcı olduÄŸu, kapıyı araladığı için, Åžentürer’e teÅŸekkürler.

“Büyük Åžey”
Fransız Edebiyatı’nın en eÄŸlenceli yazarlarından biri olan Alphonse Daudet’nin,1868 yılında yazdığı yazı otobiyografik roman, “le petit chose” (Küçük Åžey) adını taşır.

Sâmiha Ayverdi’nin kaleme aldığı bir yazının baÅŸlığı ise, “Büyük Åžey”dir. Ayverdi’nin o yazısından öÄŸrendiÄŸimize göre, kimilerinin “Balyoz” olarak da adlandırdıkları “Büyük ÅŸey”, o zamanki Ä°stanbul’un sayılı zenginlerinden Hâlit Efendi’nin Galata’da yaptırmaya kalkıştığı ve kentin en yüksek yapısı olmasını istediÄŸi bir binadır.

Acaba bu bina, Galata’nın neresindeydi? Eni boyu neydi ve ne kadardı yüksekliÄŸi? Galata Kulesi’yle iliÅŸkisi nasıldı? Onu eziyor muydu, ezmiyor muydu? Gerçekten de, çok “büyük”, eski Galata’nın tepesine indirilmiÅŸ bir “balyoz” muydu?

Bu ve benzeri soruların yanıtÅŸlarını bilemiyoruz. Zaten Ayverdi de, “Büyük Åžey”den söz eden yazısında, “Babam, senelerce ‘Büyük ÅŸey’ diye, yarı alay, yarı tiksinti ile bahs ettiÄŸi, Galata’nın o en büyük binasının âkıbetini [sonunu] bildiyse bile bize anlatmamıştır” der.

Ama, “Büyük Åžey”le ve Hâlit Efendi’yle ilgili ÅŸöyle bir bilgiye sahibiz: Binanın yapımı yarılandığında, Hâlit Bey, Ünion Sigorta’dan borç almak için giriÅŸimde bulunmuÅŸ ve Ayverdi’nin, yeterince parası olmasına karşın, neden böyle bir yola baÅŸvurduÄŸuınu soran babasına ÅŸu yanıtı vermiÅŸ: “Öyle deme hakkı Bey […] Kendi cebimden yapıp bitirecek olursam, etrafımdakiler, servetim hakkında malûmat [bilgi] sahibi olurlar. Halbuki borç alır ve bunu onlara duyuracak olursam, ‘Biz onu Karun sanırdık, meÄŸer kudreti bu kadarmış’ der ve benden borç para istemeye kalkışmazlar.”

Demek ki, bu Hâlit Efendi, zaman zaman, Ä°stanbul gibi bir kenti balyozlayacak kadar kaba, zaman zaman ise, kendinden borç istenmesini, ilginç yöntemler kullanarak engelleyecek kadar ince düÅŸünceli bir adammış.

Roark’ın Yanıtı
“Neden mimar olmak istiyorsun? Neden mimarlığı seçtin? Neden mimar oldun?”

Bu ve benzeri sorular, çeÅŸitli ortamlarda sık sık sorulur.

Bunlara verilen yanıtlar çeÅŸit çeÅŸittir, farklı farklıdır.

Ben bu kısa yazımda, yalnızca, Roark’ın Cameron’a verdiÄŸi yanıta deÄŸineceÄŸim.

Roark ve cameron, Ayn Rand’ın çok sevdiÄŸim, her mimarın mutlaka okuması gerektiÄŸine inandığım “The Fountainhead” adlı romanının baÅŸ kahramanlarından olan iki mimardır.

Dilimize, “Pınar” ve “Hayatın Pınarı” baÅŸlıklarıyla çevrilen bu romanın bir yerinde, yaÅŸlı mimar Cameron ile genç mimar Roark arasında ÅŸöyle bir konuÅŸma geçer.

“Mimar olmaya ne zaman karar verdin? / On yaşımdayken. / Ä°nsanlar hayatta ne yapmak istediÄŸini o yaÅŸtayken bilmez. Bazısı hiçbir zaman bilmez. Yalan söylüyorsun / […] neden karar verdin mimar olmaya? / O sıra nedenini bilmiyordum. Ama aslında Tanrı’ya hiçbir zaman inanmadığım için. / Saçmalama. Akla uygun bir ÅŸey söyle. / Çünkü bu dünyayı seviyorum. Tek sevdiÄŸim O. Üstüne konulmuÅŸ ÅŸekilleri sevmiyorum. Onları deÄŸiÅŸtirmek istiyorum.”

“Dünyanın üstüne konulmuÅŸ ÅŸekiller” binalar olsa gerek. Roark mimar olduÄŸuna göre, öyle olmalı. Ama bu deyime daha geniÅŸ bir anlam da verilebilir. ÖrneÄŸin, insanlar da, “dünyanın üstüne konulmuÅŸ ÅŸekiller” olarak görülemez mi?

Bence görülebilir.

Bu durumda, Roark’un, dünyayı deÄŸiÅŸtirmek için mimar olmak istediÄŸi sonucuna varamaz mıyız?

Bence, elbette ki varabiliriz.

Ama hemen belirteyim ki, iÅŸler o zaman iyice karışır, çünkü o zaman, her ÅŸeyi yeniden yaratmaya, biçimlemeye giriÅŸen, bunu yapması gerektiÄŸine ve yapabileceÄŸine inanan mimarın, kendini tanrı gibi gördüÄŸü savı gündeme gelebilir. Bu, çok ilginç, ama bir o kadar da karmaşık bir tartışmadır. Bu tartışmaya burada girmiyorum. Sözümü, yazımın ta başında da belirttiÄŸim gibi, Cameron ile Roark arasındaki konuÅŸmayla, iÅŸte o kadarla sınırlı tutuyorum.

Trenler, Garlar, Lokomotifler, Mimarlar
Trenin tarihi çok eskilere gitmez. Büyük Ä°skender, Osman Gazi, Newton, yaÅŸamları boyunca, hiç tren görmemiÅŸlerdir, hiç trene binmemiÅŸlerdir. Kanunî Sultan Süleyman ve Mimar Sinan da.

Bu insanlar trenle, bu ulaşım aracı onlar yaÅŸarken henüz icat edilmemiÅŸ olduÄŸu için tanışamamışlardır. Oysa, 26 Åžubat 1786 – 2 Ekim 1853 yılları arasında yaÅŸamış; “Manyetik olmayan bir iletkenin dönmesinin, manyetizma doÄŸurduÄŸunu keÅŸfetmiÅŸ; ışığın dalga kuramının doÄŸruluÄŸunu kanıtlayan bir deney tasarlamış ve ışığın kutuplanmasına iliÅŸkin yasaların bulunmasına yol açan araÅŸtırmalara katılmış” olan Fransız fizikçi Dominique François Jean Arago için aynı durum söz konusu deÄŸildir; çünkü o, trenin çaÄŸdaÅŸlarından biridir. Evet, Arago yaÅŸarken tren vardır Avrupa’da, Fransa’da, Ä°ngiltere’de. Ama, 1848 Åžubat Devrimi’nden sonra kurulan geçici hükümette görev alarak, politikayla da ilgilenmiÅŸ olan bu koskoca bilim adamı, bu araca, insanların, orduların baÅŸarılarında çok büyük bir yeri olan, uzun mesafelere yürüme yeteneklerini yok ederek, onlara kadınsı birtakım özellikler kazandıracağı gibi, sudan nedenlerle karşı çıkmış, onu kötülemiÅŸtir.

Tren düÅŸmanlığı konusunda, Arago yalnız deÄŸildir. Trene binmeyi, ÅŸu ya da bu nedenle sakıncalı bulanların tümünden burada elbette ki söz edemem. Ama, bir ikinci örnek olarak, trenle yolculuk yapanların, bir iklimden baÅŸka bir iklime hızla geçmelerinden dolayı, solunum yolları hastalıkları ile karşı karşıya kalabileceklerini, gebe kadınların ise çocuklarını düÅŸürebileceklerini ileri süren Lyon Tıp Akademisi’ni gösterebilirim.

Zamanın mimarlarının, trenler hakkında neler düÅŸündükleri konusunda bir araÅŸtırmam, dolayısıyla da bilgim yok. Ama demire, çeliÄŸe pek sıcak bakmayan, bu malzemelerin zaferini simgeleyen Eiffel Kulesi’ni lânetleyen meslektaÅŸlarımın, bu araçları pek fazla benimsediklerini sanmıyorum.

Öte yandan, mimarların, trenlerle, yeni bir yapı türü olarak gündeme gelen garlar dolayısıyla da belli bir iliÅŸki içine girdiklerini söyleyebilirim. Bu mimarlardan biri olan Gottfried Semper, Zurich Garı yarışmasına, kömürlü lokomotiflerin, hamamlardakilere benzeyen dumanlar, buharlar çıkardığı ve böylece, tren garlarının Roma hamamlarını andırdığı kabulünden yola çıkarak gerçekleÅŸtirdiÄŸi bir tasarımla katılmış, ancak, anlaşılan, jürinin bu varsayıma, bu kabule pek sıcak bakmaması nedeniyle, ödül kazanamamıştır.

Az önce “lokomotif” sözcüÄŸünü kullandım. Bu kullanımda belki de geç kaldım. Belki de söze lokomotiflerle baÅŸlamamalıydım, çünkü doÄŸrusu ya, dün olduÄŸu gibi, bugün de, tren demek, lokomotif demektir biraz da. Lokomotifsiz bir vagon dizisi, hiçbir yere gidemez, dolayısıyla da, hiçbir iÅŸe yaramaz.

Peki, trenlerin bu olmazsa olmaz birimleriyle mimarlık arasında birtakım ilişkiler var mıdır acaba?

Evet, böyle bir iliÅŸki, çok yaygın, çok derin, çok zengin deÄŸildir ama, vardır. Ä°ÅŸte bu savımı kanıtlayan birkaç örnek:

Fransız mimar Viollet-le-Duc, birçoklarının, lokomotifleri çirkin bulduklarını, kendisininse, onlardaki “vahÅŸi enerjiyi” sevdiÄŸini söylemiÅŸtir. Åžu sözler ise, bir baÅŸka Fransız mimarın, Auguste Perret’nindir:

“Bir lokomotifin, yalnızca karakteri vardır; Parthenon ise, hem karaktere, hem de stile sahiptir. Bugünün en güzel lokomotifi, birkaç yıl sonra, metal yığını hâline gelecektir; oysa Parthenon ÅŸarkısını söylemeyi sürdürecektir.”

Ä°ngiliz mimarlık kuramcısı Fergusson’un “Historical Ä°nquiry” (Tarihsel AraÅŸtırma) baÅŸlıklı kitabını okuduÄŸumuzda da, lokomotiflerle karşılaşırız. O da, ÅŸimdilerde en mükemmel konumda olan lokomotiflerin, elli yıl sonra müzelik olacağı, orada, meraklılar tarafından seyredileceÄŸi inancındadır.

Öte yandan, bir tasarımcının, küçük bir çay kaşığından, kocaman bir binaya kadar, her ÅŸeyi tasarlayabileceÄŸine, tasarlaması gerektiÄŸine inanan Gropius’un, Bauhaus’un binasının yanı sıra bir lokomotif de tasarladığı unutulmamalıdır.

Son olarak, bir mimardan deÄŸil, bir yazardan, bir ÅŸairden, Türk Edebiyatı’nın en önemli temsilcilerinden biri olan Yahya Kemal’den, konumuzla, yani lokomotiflerle, binalarla ilgili, ÅŸaşırtıcı ve ilginç bir alıntı:

“Åžehrin [Sofya’nın] göbeÄŸi addedilen meydanında yeni kilise yükseliyor. Ä°riyarı, Rus kilise mimarisinden mülhem bir ûcûbe. Önce yaldızlı bir çan kulesi arkada yine yaldızlı asıl kubbe. Bu kubbelerin yaldızı Sofya civârının her tarafından parıl parıl sırıtıyor. Bu kiliseyi yandan görünce, hareket etmiÅŸ muazzam bir lokomotif zannedersiniz.”

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: büyük harf "F", küçük harf "f", küçük harf "a", büyük harf "N", küçük harf "w", küçük harf "n"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız