Köşe Yazısı

Amerikalı Komşudan Kuru Soğan İstemenin İmkânsızlığı Üzerine...

Yazan: Mahmut Åženol Tarih: 5 Ocak 2007

Bir zamandır üzerinde kafa patlattığım bir konu var! Mimarlarımıza sormadan edemeyecek görünüyorum.
KentleÅŸme konulu çalışan mimarlarımız kuru soÄŸanı dikkate alıyorlar mı? Üstünde durulacak ÅŸey, kuru soÄŸandır; Vefa Bozası binliÄŸi’nden (eskiden birim ölçüsü olurdu, hatırlarsınız, 1.000 cl. idi...) çoktan geçtik...

Kent ile kuru soÄŸan arasında, bana kalırsa, ciddi baÄŸlar bulunmaktadır. “Sovan, sovan...” diye at arabasıyla kapınız önünde çığıran kuru soÄŸan satıcısının mahalle aralarında dolaÅŸmasından söz etmiyorum. Onu siz çok özlersiniz, ABD’ye gelip kuru soÄŸanı ha deyince bulamadığınızda...

Rahmetli Barış Manço, domates patlıcan satıcılarına ÅŸarkı sözlerinde boÅŸuna yer vermemiÅŸtir. Bizim kültürümüzün bir parçasıdır, onlar... Elini uzatınca zerzavatı, sebzeyi, meyveyi kapıda, hazırda bulmak, İstanbul demektir..
Bu alışkanlık bizde, kent yaÅŸamında öylesine yer etmiÅŸtir ki, sokak satıcımız vaktinde geçmesin telâÅŸe kapılır, üzülür, adamcağıza bir ÅŸey mi oldu, diye meraka bile düÅŸeriz.

İstanbul’da sokak arşınlayan gelip geçici esnafın yanı sıra, köÅŸe baÅŸlarında yer etmiÅŸ daimi satıcılar da vardır, bilirsiniz.
Bazılarının üzerinde satış yaptığı kamyonetin lastikleri, seyyar manav kılıklı araç sezon boyu park ettiÄŸi yerde kıpırdamadığından, zamanla havasını kaçırırdı. Benim Moda’da, Rıza PaÅŸa Sokağı köÅŸesinde, bahar aylarından yaz ortasına kadar enginar satın aldığım Kastamonlu hacı amcanın Anadol marka kamyonetinin lastikleri, oraya geldiÄŸi Nisan baÅŸlarında pısss diye inmeye koyulur, artık enginar hasadı durumuna göre, ne zaman kaldırım kenarından yola çıkıp köyüne dönecekse, o tarihlerde kriko görürdü. Enginarlar da enginardı, hani...

Bu elini uzattığında, dilediÄŸini sokaktan alıverme kolaylığı, eÄŸer yolunuz Anglo-Sakson dünyasına düÅŸmüÅŸse, oralarda bulunamayacağından size külfet olacak, kendinizi eli kolu baÄŸlı hissedeceksinizdir.

Ya Amerika’da, hele bir de ülkenin taÅŸrasında iseniz, hâliniz haraptır; bilmiÅŸ olun!
Amerikan bireyci yaÅŸamının sonucu olan kentleÅŸme biçiminde kuru soÄŸana gerek duyulmadığı anlaşılıyor. Kuru soÄŸanı Wal-Mart’a gidip baÅŸtan alacaksınız; alışveriÅŸ listesinde en önde, olmalı, unutulmamalı... Yoksa hin-i hacet’te, gâvur elinde, kuru soÄŸansız kalmak da var...

Ben bunu bilir, bunu söylerim: “Allah kimseyi bütün malzemeyi dolaptan çıkartmış, tezgâha koymuÅŸ, ayıklayıp temizlemiÅŸ, yıkamış soymuÅŸ, sonra kış türlüsünü hazırlayıp tam da ocaÄŸa sürerken Amerika’da soÄŸansız bırakmasın..”

Kış türlüsü dediÄŸin, soÄŸansız olmaz ki... Sarmısakla yapılınca da oluyormuÅŸ; soÄŸansızlıktan ikâme sanatıyla denedim, oldu! Çaresizlik ve mecburiyet baÅŸka ÅŸeydir...

Sarmısak diÅŸlerini soÄŸan iriliÄŸinde doÄŸrayın, azıcık zeytinyağıyla harmanlanmış mısırözünde pembeleÅŸinceye kadar karıştırın... Ama bu, ÅŸimdilik ayrı bir hikâyenin mevzusudur.

Böyle bir durumda kalınsa, İstanbul’daki apartman komÅŸularımdan hangisinin ziline dokunsam, bir baÅŸ kuru soÄŸan elimde, az sonra tencerede demektir. ABD’li komÅŸularımdan bu kolaylığı bulacağımı sanmaklığım, ne büyük hata imiÅŸ...
Bir zaman önce, mâkus talihimin iÅŸte o günü, kış türlüsünün türlü sebze ve zerzavatlı harc-ı âlemlerini hazırladığımda, aman efendim bir ihmâl ki sormayınız, kuru soÄŸansızlık baÅŸa dert olmaz mı?

O zamandan beri, mimarlarımıza danışmaklığım şart olan bu ayrıntı aklıma takılı kaldı.

Kuru soÄŸan, komÅŸuluk demektir! Kuru soÄŸansız bir kent, lütfen planlamayınız, kentlerimizi beraber yaÅŸayıp paylaÅŸtığımız yerler olarak bırakınız. Kapısında dış dünyadan ayrılmış siteler, bana kalırsa, kent deÄŸildir. KomÅŸuluÄŸun hâli bir baÅŸkadır!
Amerikalı komşularımdan kuru soğan isteyemedikten sonra, neye yarardı komşuluk, bir arada olmaklık?

“KomÅŸu, komÅŸunun külüne muhtaç,” deÄŸil miydi, sanki? Demek, Amerikan insanı külüne seline bakmıyor, komÅŸuluÄŸu kuru soÄŸan hukukuna dayandırmıyordu; o gün anladım, 10 yıldan sonra...

Haydi geçtim, “KomÅŸuda piÅŸer, bize de düÅŸer!” umudunda kalmaktan... Aman onların olsun hazır konserveli, patlamış mısırlı, hamburgerli, kolalı yiyecekleri...

Gerçi, “KomÅŸunun tavuÄŸu komÅŸuya kaz görünür!” ise de, bana onların yaÄŸlı, kızartmalı, ketçaplı, mayonezli, tek başına bir manga askeri doyurur irilikte obez mamaları iÅŸtah kapatıcı geliyor. Zaten tavuk da, sevmem...

Bana, o gün sadece kuru soÄŸan lâzımdı! Hepsi bu!
Bir yanılmış olmak hevesi ve ümidiyle, evin pencerelerinde dolaÅŸtım; canı sıkılan tekir kediler gibi...

Evimiz, Indiana Eyaleti’nin West Lafayette kasabasında, yeni bir “community” içindeydi; komüniti’si batsın! Komün demek; ÅŸimdi baÅŸlatmayın beni eski ezberlerime; bir arada olmak, “yarin yanağından baÅŸka her ÅŸeyi paylaÅŸmak,” deÄŸil miydi?
Ben bir baÅŸ kuru soÄŸan paylaÅŸsam, o bile bana o gün yetecekti...

ABD’de 1960’ların başında kent merkezlerinden “suburb” alanlarına kaçan insanlar, orta sınıf Amerikan düÅŸleriyle oyalanıp oralarda yalnızlığı seçmiÅŸlerdi. Onlarınki, bizim banliyö treniyle içinden geçtiÄŸimiz güzel semtler bile deÄŸildir! Åžimdilerde yapılan yanlışın ayrımına varıyorlarsa da, artık Amerikan yaÅŸam biçimi buna uygun kurulduÄŸundan, hatadan geri dönmek, “Down-town”lara gerisin geri yerleÅŸmek kolay olmuyor; hatta hiç olamıyor.

Çimli bahçelerin ortasına dikilmiÅŸ ahÅŸap tahta, sunta, alçıpan, plastik malzemeyle üretilmiÅŸ ve çoÄŸu tek ya da iki katlı, üflesen yıkılacak tarz evlerin sahte Amerikan düÅŸüyle oyalanan orta sınıf, lüzumunda komÅŸusuna “Huu... komÅŸu!” diye seslenemeden kuru soÄŸansız yaşıyor... Yazık!

Biz, başımız sıkışsa komÅŸuya kendimizi dar atmaz mıyız? Bizim, eskiden komÅŸularımızdan bir Ayten ablamız vardı, hergün kendisini bize atardı... Anneme gelir, sıkıntısını saatlerce aktarır, içini dökerdi kadıncağız... Kocasından dertliydi zahir; aklımda öyle kalmış. HoÅŸ bir hanımdı, laf aramızda... Annem de, “Anlat kızım!” derdi, “İnsan insanın zehirini alırmış, ferahlarsın...” Bana da, yan odaya seslenir, lavanta kolonyası isterdi; demek Ayten abla anlatırken arada fenalaşıyor, bayılacak gibi oluyordu. Ayten ablamız konuÅŸtukça açılan, böylece ferahlayan cinsten olmalı, bir kaç saati bizde geçirip ferahlamış olarak giderdi. Ben, onun kaldığı saatlerde çok mutlu olurdum. Hep gelsin, ferahlasın diye beklerdim. Ama, bu da ayrı bir mevzudur!

Amerikalı, komÅŸusu yerine, acil durumda, 911 telefon hattını arayıp polise ulaÅŸmaktan baÅŸka, çaresi olmayan insandır. Allah düÅŸürmesin!

İşte o gün böyle, aslında her zaman bir ölüm sessizliÄŸinde kalmış mahallemizin, “önüm arkam sobe!” çığlığında çocukların oynayıp saklanamadığı, “culdesak”- damla biçimli çıkmaz sokağında ben komÅŸu evlerin kapılarından bir umut bekledim. Sokağın su damlası çeperinde geniÅŸleyen son halkasında, 7 ev, yan yana sıralıyız. Kapı baca kilitli, terk edilmiÅŸ duran evlerde gözüm... Sanırsınız ki, mahallede bir tek ben evdeyim, deyin ki mahallenin bekçisi... HoÅŸ, ben hep evdeyim ya, başımı yazılarımdan, romanlarımdan alamadığımdan...

Bunlar sokaÄŸa çıkmazlar mı? SokaÄŸa çıkılmıyorsa, niye kaldırım yapıyorlar, diye düÅŸüncelerle belleÄŸim doluyken, gözetlemeye aldığım kapılardan tek biri bile gıcırdamadı...

Gözü iyice karartmış, kararlı olarak, ilk kapıyı açacak olandan atılıp kuru soÄŸan soracaktım. Saatlerce o pencereden bu pencereye evi fır dolayı döndüm, tek bir kapı açılmadı. Allah allah! Acaba, benden habersiz topluca tatile mi çıkmışlardı. Kuru soÄŸan istemek ısrarım giderek takıntıya dönüÅŸmeye baÅŸladı ki, bunun sonu hayırla bitmeyecek diye bir ara korkuya bile kapıldım. Karşımdaki sırada, yanımda, arka bahçede kıç kıça olduÄŸumuz evlerden birinin kapısı hele bir açılmış olsun, bir soluk da ordayım... Üzerime o ân, öyle bir kabadayılık çöktü; anlatılır gibi deÄŸil... Kapıyı açan Amerikalı komÅŸumun elimden çekeceÄŸi var, alimallah... Ona, yaÅŸadığı toplumun sosyolojisi üzerine ve kentleÅŸmek adına sıkı bir ders vermeden önce, kuru soÄŸanı istemeliyim. Gelin görün ki, kapılar açılmıyordu, ben saat tik taklarıyla panik atak belirtisinde kalıp bir mutfaÄŸa koÅŸturuyor, bir pencerelere seyirtiyordum. Karşıdan bir kapı açılsa!

Amerikan evlerinin bence en az eskiyen yeri sokak kapısıdır; hiç açılmaz da ondan... Sanırım ev eve benzesin diye, dekor amaçlı yapıyorlar... Onun yerine, evle iç içe baÄŸlantısı olan garajın fiyakalı, otomatik, açılır kapanır kapısını kullanırlar. Otomobile bindi mi, bastı mı gaza gider!

Vallahi, komÅŸuların garajından çıkan ilk arabanın önüne, cam silici çocuklar gibisinden atılmazsam, ne olsun; öyle kararlıyım, alesta bekliyorum. On dakika uzağımdaki markete kadar, ben de garajımızdaki arabaya atlayıp, gideceÄŸim gitmesine ama inadım tutmaya görsün...

Sonra, bir ara düÅŸündüm ki, benim bu takıntılı bekleyiÅŸime ÅŸifa olacak bir ÅŸey elde edemeyeceÄŸim. Zira, birincisi ÅŸu ki, zaten onların evinde kuru soÄŸan bulunmaz; yemek piÅŸirmezler de ondan... Yemek piÅŸmeyen ev, bence ev deÄŸil; tencereden yayılmış kokuyu tuÄŸlasına çekmeyen duvarların içindeki insanlar da, aile deÄŸildir...

İkincisi, velev ki kapıda birini yakalamış olsam da, benim bu isteÄŸimi anlamsız bulacaktır. Onlar, arada tel örgü, bahçe çiti gibi mesafe araçlarının ardından birbirleriyle konuÅŸurlar; o yüzden kapılarına dayanmaklığım, karakolda sonlanabilirdi.
Üçüncüsü, diyelim ki kuru soÄŸanı evde bulunan bir komÅŸuya denk geldim. Sanmam ki mutfağında, kilerinde var olan bir ÅŸey için, “Ayol lafımı olur, ev sizin kardeÅŸ, dur bir koÅŸu tel dolabı aralayıp getireyim,” desin... Aksine, yokmuÅŸ gibisinden, “Sorry”i basardı.

O hâlde, bu ısrarı terk edip, sonra bu olanları ÅŸikâyet mektubu gibi yazıp mimar dostlarımıza sormalıydım. İşte yaptığım bu!
Lütfen, bir baÅŸ kuru soÄŸan paylaÅŸamayacağımız kentler, sokaklar, birbirinden derebeylik gibi ayrılmış yalnız yaÅŸam evleri yapmayınız. Mimar olsam, iskambil kâğıtlarından ev yaparım da, yine de komÅŸusu olsun isterim. Maça kızına, kupa beyi komÅŸu olsun, yeter!

Bu arada, kalemi bırakmaya hazırlandığım ÅŸu son dakikada, yazıya göz atınca görüyorum ki yazdıklarımın arasında “Ayten abla”yla pek haşır neÅŸir olan satırlarım da varmış. Bu, aslında komÅŸuluÄŸun önemini vurgulamak içindi... Ayten abla, iyi bir komÅŸuydu. Ne ki, Ayten abla, kuru soÄŸan da istemeye gelir miydi, bakın onu hatırlamıyorum... Ancak o bizden üst kata, kendi dairesine çıkarken, ben kapı aralığından, arkasından baka kalırdım; yaşım daha on, on iki var yoktu. Merdivenlerin kadınlar için icat edilmiÅŸ bir mimarlık ÅŸahaseri olduÄŸuna o zamandan beri inanırım.

Madem ki iÅŸ bu pereseye geldi, “Arkitera” okuruyla ahbaplığı iyisinden artırdık, eh bir sonraki yazıda, merdivenlerden söz etmek elverir. Orda da yine laf dönüp dolaşıp Ayten ablaya geleceÄŸinden, artık roman kahramanı ya da dizi karakteri gibi onun adına alışsanız, fena olmayacak görünüyor.

Nasılsa, burda mimarlığın mizahını yapıyor, deneme tarzı yazılarla sizi oyalıyorum.
Yaptığım bu!
O hâlde, gelecek yazımda, merdivenlerden çıkmakta ya da inmekte olan bir hanımla, ona göz ucu iliÅŸen erkekler arasındaki baÄŸlardan lâkırdı edecek, bakın hele bir görün, konuyu nasıl mimarlığa ustaca baÄŸlayacağım...
Ne ki, unutmadan, takvim defterime yazsam iyi olacak:
“Merdivende, Ayten abla!”

Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: küçük harf "b", sayý sekiz, küçük harf "n", sayý dört, küçük harf "n", sayý üç

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız