Köşe Yazısı

Bir Minare Yazısı

Yazan: Gürhan Tümer Tarih: 11 Ocak 2007

Birçoklarına göre, minare, caminin “mütemmim cüzü”, yani tamamlayan parçasıdır. Bir baÅŸka deyiÅŸle, bu gibiler için, minaresiz cami olmaz, çünkü böyle bir cami tamamlanmamış, eksik, özürlü bir camidir. Böyle düÅŸünenler arasında, Sinan da vardır hiç kuÅŸkusuz. Elimde herhangi bir kanıt yok ama, onun, yüz yıla yaklaÅŸan uzun yaÅŸamı boyunca, bir gün, tek bir gün bile, Süleymaniye’yi ya da Selimiye’yi minarelerinden yoksun olarak düÅŸlediÄŸini, hiç, ama hiç sanmıyorum. Oysa, günümüz camilerinin birçoÄŸu minaresiz. O camilerde ezan sesleri, kubbeye benzeyen ya da benzemeyen kubbelerinin tepesine konulmuÅŸ hoparlörlerden duyuluyor.

Aslında o camiler, birer mimari ucube, hele bizim ülkemiz gibi, bir zamanlar, dünyanın en güzel camilerini yapmış, minarenin camiyle iliÅŸkisini en iyi biçimde çözmüÅŸ bir ülke söz konusu olduÄŸunda, cami mimarisinin yüz karasıdır. Ne var ki, aslında, çaÄŸdaÅŸ olanlar onlardır; çünkü günümüz teknolojisi, Müslümanlar’ı namaza çağırmak için, minareye gereksinim duymamaktadır. Kaldı ki, Peygamber zamanında, ilk caminin, onun evi olduÄŸunu, orada ezanın, evin damına çıkılarak okunduÄŸunu çok iyi biliyoruz. Birkaçı, örneÄŸin Hâkim Camisi dışında, Fâtımiler’in yaptıkları camilerde minare yoktur.

Madalyonun öteki yüzünde ise, tam tersine, camisiz minareler vardır. Böyle minareler, her an Anadolu’nun herhangi bir yerinde karşınıza çıkabilirler. Böyle minareler, benim karşıma Bilecik’te çıktı. Onlar bana hüzün veriyorlar, çünkü onların, eÅŸlerini yitirdiklerini, yaÅŸamlarını yalnız baÅŸlarına sürdürmeye çalışan dullar olduklarını düÅŸünüyorum, düÅŸlüyorum. Bunların, ÅŸu ya da bu nedenle yıkılan ya da yıktırılan camilerden artakaldıkları bellidir. Ama Robert Hillenbrand, “İslam Sanatı ve Mimarlığı” adlı kitabında, Selçuklular’ın hiçbir binayla iliÅŸkili olmayan, yalnız minareler de inÅŸa ettiklerini, bunların bir zamanlar iÅŸaret kuleleri olarak kullanılmış olabileceklerini yazar.

Bir caminin minarelerinin sayısı kaç olmalıdır?

Bu sorunun kesin, matematiksel bir yanıtı yoktur. Bana sorarsanız, tek bir minare bile yeterli olabilir. Ne var ki bu kadarcığı kimselere yetmez; hele bir padiÅŸahsa, bir sadrazamsa camiyi yaptıran, hiç, ama hiç yetmez. Ama ilginçtir, egemenliÄŸini sürdürdüÄŸü 600 yıl boyunca irili ufaklı kimbilir kaç cami inÅŸa etmiÅŸ olan koskoca Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun toprakları üzerinde, diyelim ki 10 minareli, diyelim ki 9 minareli, diyelim ki 8 minareli, diyelim ki 7 minareli bir cami yoktur. Bir tanesi, yalnızca bir tanesi, yalnızca Sultanahmet Camisi 6 minarelidir. Dillere destan Selimiye’nin minare sayısı, topu topu 4’tür. Buradan sonra, dünya üzerinde 3 minareli bir caminin ya da mescidin bulunmadığını söylemeye hazırlanırken, İbn Battuta’nın seyahatnamesinde, üç minareli bir mescitten söz edildiÄŸini anımsadım.

Yukarıda, “Kaç minare?” sorusunu, yanıtlayamadımsa da tartışmaya çalıştım. Åžimdiyse ÅŸu soruyu soruyorum: “Kaç tür minare?”

Minareler çeÅŸit çeÅŸittir. Samarra Ulu Camisi’nin minaresi ki bir ziggurata, dolayısıyla da, Babil Kulesi’ne benzer, Selimiye’nin, nârin kalemlere benzeyen minarelerine benzemez. Kahire’de bulunan Ahmed İbn Tulun Camisi’nin minaresi, MarrakeÅŸ’de bulunan Kutubiye Camisi’nin minaresinden farklıdır. Mali’deki minareler baÅŸka, Buhara’daki minareler baÅŸkadır. Ünlü Arap gezgin İbn Battuta, seyahatnamesinde, Basra’daki Hz. Ali Mescidi’nin minaresinin, Allah’ın adı anılınca, tir tir, zangır zangır titrediÄŸini; BerÅŸane kentindeki bir caminin minaresinin ise, titremeye baÅŸlamak için, Allah’ın adının anılmasını beklemediÄŸini; ÅŸerefesinin sarsılmasıyla sarsılmaya baÅŸladığını söyler. EÄŸer İbn Battuta Evliya Çelebi gibi deÄŸilse, yani eÄŸer uydurmuyorsa, abartmıyorsa, titreyen minarelerin, titremeyen minarelerden çok farklı oldukları yadsınamaz.

Az önce, Samarra Camisi’nin minaresinin bir ziggurata benzediÄŸini ileri sürmüÅŸtüm. Ama daha baÅŸka ÅŸeylere benzeyen, daha doÄŸrusu benzetilen daha baÅŸka minareler de vardır. ÖrneÄŸin, Ziya Osman Saba, “Minareler” baÅŸlıklı ÅŸiirinin bir dizesinde, “On iki ÅŸerefeli uzun minarelerden”, söz eder ve birkaç dize ötede de, “Minareler semaya açılmış kuyulardır” der. Sai Mustafa Çelebi ise “Tezkiretü’l- Bünyan” da, Åžehzade Camisi’ni överken, bu yapının “iki minaresi, aydınlık gönüllü bir ihtiyarın önünde ayaÄŸa kalkmış, uzun boylu, yakışıklı gençler gibi, hizmete hazır beklemekteydi sanki” diyerekten, Divan Edebiyatı’nın havasını çaÄŸrıştıran bir benzetme yapar. Viyana’daki Karlskirche’nin çan kuleleri minarelere o kadar benzerler ki, Ahmed Mithad Efendi, onları görünce “vehleten [birdenbire] yüreÄŸinin hopladığını” hissetmiÅŸtir, çünkü onu Avusturya’da yaÅŸayan Müslümanlar için yapılmış bir cami sanmıştır.

İspanya’nın Sevilla kentindeki büyük katedralin “La Giralda” (Pervane) olarak da bilinen çan kulesi, Arap tipi bir minareye benzemekten öte, gerçekten de öyle bir yapıdır. İstanbul’daki Arap Camisi’nin minaresi ise, tam tersine, çan kulesinden bozmadır.

ÇaÄŸdaÅŸ camilerin minarelerine gelince: Bunların kimileri bütün çabalarına karşın, gelenekselin izlerini tam olarak silememiÅŸ görünürlerken, kimilerinin minareleri, modern bir heykele çok benzemektedir. Dubaili iÅŸ adamı Macid el Futtaim’in, Yunanlı mimar Alexandros Tombazis’e yaptırdığı caminin minaresi böyle bir minaredir.

Buraya kadar, minareyi hep camiyle iliÅŸkilendirerek ele aldım, çünkü, yazımın ta başında da vurguladığım gibi, bu iki mimari öÄŸenin, birbirlerinin “mütemmim cüzü” oldukları kabulünden yola çıkmıştım. Oysa, minarelere çok farklı, hiç beklenmedik yerlerde de raslanmaktadır. ÖrneÄŸin, bir zamanlar, Atina Akropolü’ndeki Parthenon minareliydi. Sonra, Fransız mühendis Arnaudin’in tasarladığı ve biri Sarayburnu’nu Üsküdar’a; öteki Rumelihisarı’nı Kandilli’ye baÄŸlamasını öngördüÄŸü iki köprünün ikisi de, birçok minareyle süslüdür.

Bana sorarsanız, minareler İslam Mimarisi’nin gökdelenleridirler. Gökdelenler gibi, minareler de, içinde bulundukları kentin siluetine damgalarını vururlar. Bu damga New York’da ve İstanbul’da olduÄŸu gibi, çok güçlü olabilmektedir. Ancak, ikisi arasında, yine de bir fark vardır ve o da ÅŸudur: New York’ta Manhattan Adası’nda, istediÄŸiniz, yapabildiÄŸiniz kadar yüksek bir gökdelen yapabilirsiniz. İstanbul’da, hiç deÄŸilse, kentin kimi bölgelerinde, böyle bir özgürlüÄŸünüz yoktur. II Abdülhamit’in, jurnalcilerinin de kışkırtmasıyla Mısır Hidivi Abbas Hilmi PaÅŸa’nın Çubuklu’da yaptırdığı kasrın kulesinin çok fazla yükselmesinden rahatsız olarak, Hidiv’e gönderdiÄŸi mektupta, “İstanbul gibi, İslam’ın gözbebeÄŸi olan bir ÅŸehirde, cami minarelerinden daha yüksek bir kulenin inÅŸası İslam alemini gücendirebilir. Yaptırılmakta olan kulenin 152 basamaktan fazla olmaması, arzu-u ÅŸahanemdir” diye yazması, bunun somut bir kanıtıdır.

Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: büyük harf "J", büyük harf "J", sayý iki, sayý üç, büyük harf "N", sayý yedi

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız