Köşe Yazısı

Gezen ve Gezilen Mimarlık

Yazan: Gürhan Tümer Tarih: 15 Mart 2007
Atalarımız, avcılıkla, toplayıcılıkla geçinirlerdi. Bir yörede avladıkları, topladıkları ÅŸeyler azalınca, ya da bitince, baÅŸka bir yöreye göçerlerdi.

O çok eski günlerden bugünlere, pek çok ÅŸey deÄŸiÅŸti, köprülerin altından çok sular aktı; o zamanlar göçebe olanların bir bölümü artık göçebe deÄŸil; ama, göçebe toplumlar dün olduÄŸu gibi, bugün de var. Onların kimileri Orta Asya’da yaşıyorlar, kimileri Afrika’da. Onlar MoÄŸollar’ın, Kazaklar’ın torunları. Enrico Guidoni’nin “Architettura Primitiva” baÅŸlıklı kitabını okuduÄŸumuzda, Sibirya’da, Kamçatka Yarımadası’nda da göçebe insanların bulunduÄŸunu öÄŸreniyoruz.

Bu toplumların, bu insanların yaÅŸam biçimi bizimkinden farklı. Dolayısıyla onların mimarlığı da. ÖrneÄŸin, ÅŸu Türkmen yurdu ya da eski-püskü, kirli paslı çingene çadırı, bugün, ÅŸimdi burada ama, bir süre sonra, alıp başını kimbilir nerelere gidecek, kimbilir dünyanın neresine, hangi köÅŸesine konacak? Sonra, bir evin bütün iÅŸlevlerini yerine getiren, çok iyi tasarlanmış çaÄŸdaÅŸ karavanlar vardır. Onlardan birine sahipseniz eÄŸer ve biraz da maceracıysanız , onu ulaşım aracı, ev ve otel olarak kullanıp, dünyanın dört bucağını gezebilirsiniz. Bunları yazarken, Aldo Rossi’nin, 1979-1980 Venedik Biennali kapsamında tasarladığı ve bu su kentinin suları üzerinde yüzüp gezmeye bıraktığı “Il Teatro del Mondo” geldi aklıma.

Bu tür mimarlığı “göçebe mimarlığı”, “devingen mimarlık” diye adlandıranlar vardır. Bense,
“gezen mimarlık” deyimini öneriyorum.

Eyfel Kulesi, hemen herkesin bildiÄŸi gibi, Paris’tedir ve Paris’tir, bu kentin tartışmasız, rakipsiz simgesidir. Onu görmek, onun tepesinden aÅŸağı bakmak isteyenler, onun bulunduÄŸu kente, Paris’e gitmek zorundadırlar.

Ama eÄŸer Paris’e deÄŸil de Prag’a gidecek olursanız ve orada yolunuz, Aziz Laurence Tepesi de denilen Petrin Tepesi’ ne düÅŸecek olursa, karşınıza küçük bir Eyfel Kulesi çıkacaktır, sakın ÅŸaşırmayın.

Bu Parisli kuleyi Prag’a taşıyanlar, 1889, Paris Dünya Fuarı’nı gezmek amacıyla Çek Turizm Kulübü’nün düzenlediÄŸi bir turla bu kente gidenlerdir. Bu insanlar, ülkelerine döndükten sonra, hemen çalışmaya baÅŸlamışlar ve iki yıl içinde bütün zorlukları göÄŸüsleyerek, o kuleyi inÅŸa etmiÅŸler, 20 AÄŸustos 1891 günü de kullanıma açmışlardır.

Peki, acaba bu kuleyi bir “gezen mimarlık” ürünü sayabilir miyiz?

Bir bakıma evet. “Bir bakıma” diyorum, çünkü Prag’ın Petrin Tepesi’ nde karşımıza çıkan kuleyi gördüÄŸümüzde, hemen Paris’teki kuleyi anımsamamız; onun Prag’ı gezmeye geldiÄŸini düÅŸlememiz, hayli hoÅŸ bir duygudur. Ancak, Eyfel Kulesi’nin, bir göçebe çadırına benzemediÄŸini, onun gibi yollara düÅŸmediÄŸini; ayrıca Prag’takinin Paris’tekinin bir karikatürü olduÄŸunu, birinin boyunun 300 metreyi bulduÄŸunu; ötekinin boyunun 60 metreyi geçmediÄŸini de göz ardı edemeyiz. Dolayısıyla, Prag’taki Eyfel Kulesi’nin, Prag’ı gezip görmek için bu kente gelen Paris’teki Eyfel Kulesi olduÄŸunu, ancak mecaz anlamda ileri sürebiliriz.

Benzer bir durum, Crystal Palace için de söz konusudur. Åžöyle ki: Bu bina 1851 yılında, Londra’ da düzenlenen ilk Dünya Fuarı için, bu kentte yapılmış; Fuar’ın kapanmasından bir süre sonra yıkılıp, daha doÄŸrusu, sökülüp,bir baÅŸka yerde, Sydenham’da yeniden kurulmuÅŸtur. Böylece, sanki Crystal Palace Sydenham’a gitmiÅŸtir. Oysa, gerçekte böyle bir ÅŸey yoktur. Olsa bile, Sydenham’da yapılan Crystal Palace, ilkinden farklıdır, çünkü Paxton ikincisine iki neflik bir ek yapmıştır.

Aslına bakılırsa, Dünya Fuarları’nda bu tür örnekler hiç mi hiç ender deÄŸildir. O fuarlarda, özellikle Mısır, Tunus, Cezayir gibi Ä°slâm ülkeleri, iÅŸi o kadar ileri götürmüÅŸlerdir ki, ülkelerindeki kimi yapıların, sarayların, camilerin aynılarını, fuar alanında, inÅŸa etmiÅŸlerdir. Mısır ise, bir Paris Dünya Fuarı’nda, tek bir pavyonla yetinmemiÅŸ, koskoca bir Kahire Sokağı’nı Paris’e taşımıştır. Öyle ki, o sokağı gezenler, gerçekten de Kahire’yi gezdiklerini sanmışlardır.

Expolara katılım konusunda, Osmanlılar’ın mimarlık politikası da, hemen hemen aynıdır, yani o da kendi toprakları üzerinde, özellikle de Ä°stanbul’da yer alan önemli, görkemli binaların replikalarını, fuar alanında inÅŸa etmiÅŸtir. ÖrneÄŸin, 1873 Viyana Dünya Fuarı’ndaki Osmanlı Pavyonu, Ä°stanbul’dan, kalkıp, Viyana’ya konmuÅŸ gibi duran III. Ahmet ÇeÅŸmesi, daha doÄŸrusu, o yapının bire bir ölçekli bir kopyasıdır.

Bir mimari yapıtın “gezmelerinden” mecaz anlamda söz etmeyi sürdürecek olursam, Edinburgh’a gidip, orada Calton Tepesi’ ne çıkanların, kendilerini Atina’ya gelmiÅŸ, Akropolis’e çıkmış gibi hissedebileceklerini çünkü orada, bitmemiÅŸ bir Parthenon’la karşılaÅŸacaklarını söyleyebilirim. O sütunlar, 1822 yılında, Napoleon SavaÅŸları’nın sona ermesinin anısına, aralarında Walter Scott, Lord Elgin gibi ünlülerin de yer aldığı bir giriÅŸimciler topluluÄŸu tarafından toplanmış olan parayla dikilmiÅŸtir.

Bu baÄŸlamda, bir binanın kendisinin deÄŸil üslûbunun gezmeye çıktığı da düÅŸünülebilir: SözgeliÅŸi, anayurdu Avrupa olan Gotik Stil’in, yüzyıllar boyunca, Fransa’da, Ä°talya’da, Almanya’da, nice görkemli katedrali tepeden tırnaÄŸa biçimledikten sonra, okyanusları aÅŸarak, Amerika’ya gittiÄŸini ileri sürmek yanlış olmaz.

AÅŸağıdaki anektod ise kimilerinin devreye girmesiyle, hemen her konuda olduÄŸu gibi, bu konuda da zorlukların ortadan kalktığını ortaya koymaktadır. Özdemir Nutku’nun, “IV. Mehmet’in Edirne ÅženliÄŸi” adlı kitabında aktardığı bu anekdota göre, ÅŸenlik hazırlıkları sırasında, Sadrâzam, Venedik Elçisi’nden, Edirne’ye, zengin kadrolu bir Venedik Operası göndermesini istemiÅŸtir. Elçi’nin, çeÅŸitli nedenlerden dolayı, bu arada hava koÅŸullarının elveriÅŸsizliÄŸini öne sürerek isteksiz davranması üzerine, Sadrâzam ona ÅŸöyle bir haber yollamıştır: “PadiÅŸah için, yapılması imkânsız hiçbir ÅŸey yoktur. Vallâhi, PadiÅŸah isterse, bütün Venedik’i, olduÄŸu gibi, sokakları, evleri, kiliseleri ve insanlarıyla buraya getirir”.

Buraya kadar, binaların, bulundukları yerleri, ÅŸu ya da bu biçimde terk ederek baÅŸka bir yerlere, benim deyimimle “gezmeye gitmelerinden”, yine benim deyimimle, “gezen mimarlık” tan söz açtım. Bundan sonra ise, binaların deÄŸil , insanların, bulundukları yerleri ÅŸu ya da bu nedenle terk ederek “binaları gezmeye gitmelerinden”, yani “gezilen mimarlık”tan söz edeceÄŸim.

Bir bina bir “gayr-i menkul”dür, yani taşınmaz bir ÅŸeydir. Ayrıca, bir bina, Vitruvius’un 2.000 yıl önce söylediÄŸi gibi, saÄŸlam olmalıdır. Bir bina hem hareketli, hem de saÄŸlam olabilir; ama yine de, binaların temelleri üzerinde, hiç kımıldamadan, akıllarına estikçe, alıp baÅŸlarını oraya buraya gitmeden durmaları çok olaÄŸandır. Ayasofya, yaklaşık 1500 yıldır Ä°stanbul’dadır, Sultanahmet’tedir, o süre içinde, bir gün bile baÅŸka bir yerlere gezmeye gitmemiÅŸtir ve gitmeyecektir.

Söylencelerde baÅŸka ÅŸeyler söylenedursun, aynı durum, aynı gerçek Eyfel Kulesi için de geçerlidir. O da, dikildiÄŸinden beri, orada, Seine Nehri’nin kıyısında yaÅŸamaktadır. Gezmek için, ne Prag’a gitmiÅŸtir, ne de baÅŸka bir yere. Bu da, yazımın birinci bölümünün düÅŸsel boyutunun zengin olduÄŸunu, dolayısıyla ÅŸiirselliÄŸe el salladığını, ilginçliÄŸe kucak açtığını gösterir. Sizleri bilmiyorum ama, ben kendi adıma , pek çok ÅŸeye, bu arada çelikten yapılma bir zürafaya benzeyen Eyfel Kulesi’nin, Paris’in sokaklarından, hiç kimseye ÅŸuncacık aldırmaksızın ve herkesin aÄŸzını ÅŸaÅŸkınlıktan açık bırakarak, ağır ağır ve kırıtarak, Prag’a doÄŸru yürüdüÄŸü gözümün önüne geldiÄŸinde çok eÄŸleniyorum.

Bir “gezen mimarlık” öÄŸesi olarak görüldüÄŸünde, Eyfel Kulesi iÅŸte böyle bir ÅŸeydir. Aynı “ÅŸeye” bir “gezilen mimarlık” öÄŸesi olarak baktığımızda ise, çok farklı bir izlenim ediniriz: Ancak düÅŸlerimizin esintisiyle “gezen” bu kule, kimsenin yardımına, kimsenin düÅŸlerine gerek duymaksızın, gerçekten “gezilmekte”dir.

Ayasofya’ya gelince, onun öyküsü de farklı deÄŸildir. Fransız yazarı Claude Farrère’in, giyinmeyi, süslenmeyi bilmeyen, kaba-saba bir köylü kadına benzettiÄŸi Ayasofya, o koca hantal gövdesiyle hiçbir yere gidemez, hiçbir yeri “gezemez”; buna karşılık, pek çok insan tarafından “gezilebilir” ve gezilmektedir. Bir Hıristiyan bazilikası olarak yapılan, daha sonra camiye çevrilen bu bina, bugün bu iÅŸlevlerin hiçbirini barındırmamaktadır. Bugün, o görkemli mekânın ana iÅŸlevi, çoÄŸunluÄŸu yabancı turist olan birtakım insanlar tarafından “gezilmek” böylece turizme hizmet etmektir.

Versailles Sarayı, Parthenon, Topkapı Sarayı gibi yapıların da, bu açıdan Ayasofya’ya ve Eyfel’e benzediklerini hemen belirtmek isterim.

Süleymaniye Camisi, Guggenheim Müzesi de çok yoÄŸun bir biçimde gezilen binalardandır

Ancak, bunlarla ötekiler arasında bir fark vardır. Bu fark, az önce de belirttiÄŸim gibi, dinsel bir iÅŸlevi karşılamak için inÅŸa edilen Ayasofya’nın bu iÅŸlevinden soyutlanmış olması, Süleymaniye’de ise, hâlâ daha namaz kılınmasıdır.

Gezilen binaların hepsi yukarıdakiler gibi kocaman binalar deÄŸildir. Bunlar arasında evler de vardır. Bunların bir bölümü müze-evdir. ÖrneÄŸin, Kafka’nın Prag’daki, Mozart’ın Viyana’daki, Tevfik Fikret’in Ä°stanbul’daki evi böyle evlerdendir.

Frank Lloyd Wright’ın 1944 yılında, Wssconsin’da Herbert Jacobs için yaptığı ev o kadar
beÄŸenilmiÅŸtir ki, ev sahibinin düzenlediÄŸi turlarla, binlerce kiÅŸi tarafından gezilmiÅŸtir.
Son olarak, ülkemizden bir “gezilen ev” örneÄŸi. Ona, “Mimarlık” dergisinin eski sayılarını karıştırırken rastladım: 1950’lerde, yani Türkiye’nin Modernizm’le daha yakın iliÅŸkiler kurmaya baÅŸladığı dönemlerde, Mimar Ziya NebioÄŸlu, Ä°zmir’in Göztepe semtinde, adını “Çamlı Villa” koyduÄŸu bir ev yapmış ve bu evi, isteyenlerin ziyaretine açmış. Mimar, bu iÅŸ için, evin “perspektif fotoÄŸrafile süslü” bir davetiye bastırmış. Davetiyenin iç kısmında, “evin semtini ve vaziyet planını belirten bir kroki” ve ÅŸu sözler yer alıyormuÅŸ: “Çamlı Villa’yı size takdim ediyoruz. SeçtiÄŸimiz misafirler arasında sizi de görmek bizi bahtiyar [mutlu] edecektir. Ziyaret: 20 Nisan, Saat: 9 ile 19 arası.”

Çamlı Villa’yı gezenlerin sayısı 3.000’i bulmuÅŸ. Dahası da var: Mimarlık dergisindeki yazıda, ÅŸu sözler de yer alıyor “Hâlen evi dışarıdan ve içeriden görmek üzere müracaat edenler bulunmaktadır”.Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: büyük harf "T", büyük harf "N", küçük harf "k", sayý beþ, sayý 9, büyük harf "X"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız