Köşe Yazısı

Çanta, Yalnız Adamın Arkadaşıdır...

Yazan: Mahmut Åženol Tarih: 28 Haziran 2007

Yazı sanatıyla uÄŸraÅŸanların doktorlardan bir farkı olmadığını düÅŸündüÄŸüm zamanlar oluyor.
Nerede bir doktora rast gelinse, zamanı mıdır yahut yeri midir diye enine boyuna tartıp biçmeden adamcağıza saÄŸlık üzerine sorulmadık soru bırakılmaz...

Yazarların da buna benzer bir yanı var! Nereye gitsek, “Aman iyi ki geldi!” diye karşılanır, ardından, yazılması onlara sıkıntı veren türlü konular bizlerin önüne konuverir. BoÅŸ kâğıdı karşısına alıp, “Ne yazsak da, ÅŸunu doldursak!” deme zahmeti omuza ağırlık olmuÅŸ bir yük çuvalı gibi atılır, böylece derin bir oh çekilir... Nasılsa, yazar gelmiÅŸtir!

GazeteciliÄŸe baÅŸladığım 1976'dan beri, hele yayınlanmış iki romanımdan sonra, ben de “portatif bir yazar” olmaya idmanlıyımdır. Nedir ki, sermayesi akılda taşınan bir iÅŸ yapıyor olmaklığımız yüzünden bütün mal varlığımızı, bedenimiz nereye giderse gitsin, kaçınılmaz olarak yanımızda, oraya buraya götürüyoruz.

Riskli bir iş, ama ne yaparsınız?!
Mimarların böyle dertleri olmuyor, sanırım... “Aman mimar geldi, çabuk tarafından bir proje çizdirelim, olmadı bir taslaÄŸa da razıyız,” diyeni pek olmaz, gibime geliyor.

Zira, öyle sık sık ev yaptırılmaz, konut yapmak, bina dikmek bir zaman, para, fırsat iÅŸidir. Akla gelince kalkışılacak bir ÅŸey deÄŸildir, velhasılı... O nedenle, bu yönüyle bir meslek kıyaslaması yapılırsa, mimarların bize göre pek sıkıntıya düÅŸtükleri gözlenemez.

Gerçi bizimkisi meslekten sayılmaz ya! Gel geç hevesten öte geçmez... Para kazandırmadığı için toplumda saygınlığı olmayan iÅŸ olarak en son tutulacak bir gevezelik yolu olan yazarlık mesleÄŸi, bir yandan da düÅŸüncelerinizi kazara yanlış yorumlayacak kimileri ortaya çıkınca, hatta tehlikeli bir iÅŸtir.

Bu tehlikeli iÅŸin meslek icabı olarak sermayesi yazarın yanında taşınması gerekiyorsa, bence, el elde baÅŸ baÅŸta dolaşılması yakışık kaçmaz. Yazar takımından olanların elinde birer çanta bulunması, bana kalırsa, daha uygundur. Zaten çantasız bir yazarın, tam olarak yazar sınıfından sayılmaması gerekir. Nitekim, salt yazarların deÄŸil, her mesleÄŸin iÅŸe uygun bir alet çantası vardır; onlarsız olunamaz...

Çanta deyip, geçmeyiniz!
BaÅŸta mimarlarımız olmak üzere, biz yazarlar gibi her meslekten ve kesimden insanın, bana göre, elinden çanta eksik olmamalıdır. SokaÄŸa çıkarken nasıl ayakkabıyı, cüzdanı, cep telefonunu, araç kontak anahtarını unutmuyorsak, bunlardan daha önemli sayılacak biçimde iddia ediyorum ki, çanta almadan eÅŸikten dışarı adım atılmamalıdır. Zira çanta denilen ÅŸey, her türden meslek erbâbına antremanını tamamlayıp sahaya çıkmış bir futbolcu rahatlığı, veya repertuvarını geniÅŸletmiÅŸ ÅŸarkıcıya sarhoÅŸ masalarından gönderilen kâğıt peçeteye yazılı istekleri ânında karşılama becerisi, tarifi imkânsız bir güven duygusu saÄŸlar.

Bir çantanız yoksa, elinizi kolunuzu sallaya sallaya sokakta yürümeyi rahatlıktan, ferahlıktan saymayınız...

Çantası olmayan biri, yalnız insandır!
Çanta, insanı kalabalık içinde oyalayacaktır. Onunla, havada salınan eller boÅŸta kalmaz, insan meÅŸgul bir tavır takınır. O olmazsa, pantolon cebine elini sokmak, hele cepte anahtarlık ya da tespih cinsi bir ÅŸey varsa onu çekiÅŸtirmek ihtiyacı kendiliÄŸinden ortaya çıkar. Dışardan bakıldığında pantolon cebini, içerden bir yerini kaşınır gibi karıştırmak, baÅŸkalarınca pek hoÅŸ karşılanır olmasa gerekir.

Çanta utanan, mahcup birine en iyi arkadaÅŸtır. Hemen sıkılan, çok çekinen biriyseniz, çantasız dolaÅŸmayınız. Onunla uÄŸraşırsınız, kulbunu çekiÅŸtirir, arada bir fermuarını cırt cırt açar kaparsınız, içinde bir ÅŸeyler arıyor gibi yaparsınız; böylece zaman geçer, oyalanırsınız ... Karşınızdaki de sizi bir önemser ki, sormayın, çantanızdan dolayı iÅŸ güç sahibi bile sanır.

Çanta, zaten, karşıdaki insana “Acaba içinde ne var?” dedirten, onu “Açsa da içini bir görsek!” merakına düÅŸüren yegâne nesnedir. Taşıyanını gizemli kılar, merak uyandırır, kucaÄŸa alınsa bir baÅŸka hâl, diz üstüne bırakılsa daha bir baÅŸka beden duruÅŸu verir. Daha ne olsun?

Diyelim otobüste, metroda, vapurda genç bir hanım, bir beyefendinin karşısında oturmaktadır. Beyefendi arada bir efendiliÄŸi bir yana koyup karşısındakine baktıkça, orasını burasını detaylı bir biçimde gözlem altına aldıkça, genç bayan için yapılacak tek ÅŸey çantasıyla oyalanmak olacaktır. İçinden mendilini çıkarır, bir ÅŸey arıyor havasına bürünür, cep telefonunu alır gibi yapıp geri koyar, hasılı karşısındaki beye “Bana baktığınızın farkındayım, ben kaçın kurasıyım, ama bildiÄŸin bayanlardan deÄŸilim, bak çantam da var, bilmiÅŸ ol!” iletisi gönderir.

Bana göre, nasıl her mesleÄŸin kendine ait bir bakışı, kaÅŸ çatışı, göz süzüÅŸü varsa, yine mesleÄŸe uygun bir çantası da olmalıdır. Zira, çanta denilen ÅŸey bir bakıma bu iÅŸ için icat edilmiÅŸtir. Öyle olmasaydı, farklı farklı ebatlarda, biçim ve hacimlerde çantalar üretilmezdi. Ne ki, böylelikle çantalara bakarak meslek tanımına kolayca varılabilir. Demek, çanta aynı zamanda kimlik kartı yerine de geçmektedir.

Özenilen bir meslek, o sıralarda revaçta olan bir iÅŸ alanı varsa, bunu temsil eden çantalar da toplumun her kesiminde hayranlık uyandırır.

Çocukken, fazla geveze olduÄŸumdan olsa gerek, bana gelecekte sahip olacağım mesleklerin başında yakıştırılan avukatlığa oldum olası hiç özenmemiÅŸ, ama avukatların akordeon körüklü çantalarına hep hayran olmuÅŸumdur. Fazla konuÅŸmanın iyi bir ÅŸey olmadığını, böyle bülbül kesilip çok dil dökmekle sonunda baÅŸa bela almanın kaçınılmaz olarak insanı beklediÄŸini görünce susmuÅŸ, bunun yerine yazmaya karar vermiÅŸtim. Yazmanın daha çentikli bir iÅŸ olduÄŸunuysa, demek, kestirememiÅŸ olmalıyım.

Gel gelelim, bütün bunlar avukat çantalarına duyduÄŸum beÄŸeniyi ortadan kaldırmadı. Ne ki, heves ocağına o kadar çok kömür atıp bu türden bir çanta sahibi olmayı dilediysem de, bir türlü kısmet olamamıştır. Onun yerine türlü türlü çantalarım oldu; her cinsten...

Bir zamanlar, Bond çanta adı verilen, köÅŸeli bir dikdörtgen kutu vardı; böyle bir çanta haydi haydi bana eÅŸlik etmiÅŸtir. Onun kilit çıt çıtlarını çıtlatıp açtığınız da, karşınızdakine “Bak bak da gör, bu çantada neler var neler!” demek iÅŸten bile deÄŸildir. Ezik, güven eksikliÄŸi içinde olan kimilerinin Bond çantaları taşır taşımaz deÄŸiÅŸtiklerini bile gözlemlerdik, o vakitler... Åžimdilerde, artık modasının eskidiÄŸine bakılırsa, demek herkeste bir güven fazlalığı ortaya çıkmış bulunuyor... Aman ne iyi!

Bu ezik kiÅŸilerin içinde saygıda kusur etmeyenleri çıt çıt açma zamanı gelince, iki büklüm olup Bond çantanın üzerine kapaklandıkları, öylece bir ses perdesi oluÅŸturduklarına da tanık oldum. Ne kadar silik bir açılış töreniydi bu...

Bond çantanın daha yeni ortaya çıktğı günlerin bir zamanında, bunlardan bir tanesini okul çantası olarak ısrarla almak tutkusunda bulunduÄŸumu söylerken, bu rüküÅŸlüÄŸe ÅŸimdi bir iç ezikliÄŸi ve yüz kızarması duyuyorum. Ama, gerçek ÅŸu ki, Bond çanta olmazsa orta birden orta ikiye geçemeyeceÄŸimi babama öylesine iknâ etmiÅŸ olmalıyım. Rahmetli, o vakitler dünyanın parasına satılan bu çantalardan bir tane almak üzere Kapalıçarşı çıkışındaki çantacılara, ordan ta Sultanhamamı'ndaki Zaza Hanı'na kadar taban tepmiÅŸ, fiyatlarını gözü kesmeyince, Bond çanta sipariÅŸini sonunda Bulucu Rıza'ya vermiÅŸtir.

Bulucu Rıza, Arkitera'daki geçen yazımızdan anımsandığınca, Ayten ablaya sütyen kopçası buluyor olmakla beraber, aslında inÅŸaat malzemeleri üzerine uzmanlaÅŸmış, yoÄŸunlaÅŸmıştı. Bulucu Rıza, karaborsaya düÅŸmüÅŸ ya da elde edilmesi güç ne varsa onları bulur, buluÅŸturur, ekmeÄŸini ufak bir komisyonla bu iÅŸten kazanırdı. Ne ki, müÅŸterilerin küçük, ÅŸahsi sipariÅŸlerine de göz kulak oluyor, eksik gedik tamamlıyordu.

İnÅŸaat iÅŸleriyle haşır neÅŸir bulunan babamın bina yapım aÅŸamalarında yoksunluÄŸunu duyduÄŸu kimi eksikleri tamamlayan biri olarak, arada bir sıra dışı talepleri de karşılardı. Bond çantayı, uygun bir fiyatla, sanırım ikinci el piyasadan, belki de defolu bir imalat serisinden bulup buluÅŸturup bana ulaÅŸtırmıştı. Demek, orta ikiye geçmemde, tahsil hayatımın baÅŸarısında Bulucu Rıza'nın da payı vardır.

Bulucu Rıza, zaten, bu türden iÅŸler için aranıp bulunurdu...
Bulucu Rıza’yı bulması aslında hiç zor deÄŸildi. İstanbul Kadıköyü’nün Yıldızbakkalı’ndaki tren köprüsüne gelinir gelinmez, YeldeÄŸirmeni mahallesine giden ilk uzunca sokaktaki bir kahvede aransa, şıpıniÅŸi, günboyu, kolayca bulunurdu. Bütün gün orada oturduÄŸunu biliyorduk. Hem babamla beraber, yahut babamın benden istemesi üzerine oraya gittimde; çoÄŸu zaman da, YeldeÄŸimeni Kemal Atatürk Ortaokulu'na gidip gelirken yolum ordan geçtiÄŸinden, ben hep kolaylıkla bulurdum.

Bu bütün gün orda pinekliyiÅŸinden nasıl ve ne zaman vakit buluyor da sipariÅŸleri ertesi güne hazır ediyordu; iÅŸte burası akıl alır gibi deÄŸildi. Zaten onun bir sihirbaz ustalığında her ÅŸeyi bulup ortaya çıkartması benim o vakitler merakımı çeken bir ÅŸey olmuÅŸtu.

Bulucu Rıza kısa boylu, ince yapılı, biraz kamburca, sırtını ve çıkık omuzlarını yengeçvari bir yürüyüÅŸle düzelte düzelte yürüyen, o vakitler ellili yaÅŸlarında biriydi. Sakalı tıraÅŸsız yüzünde, o sakal ne uzar ne kısalır, nasıl beceriyorsa hergün hep aynı uzunlukta kaba beyaz sakalıyla dolaşırdı. Biraz çalımı bozuk, çehre züÄŸürdü biriydi. O, zayıf bedenine giydirilmiÅŸ dökümlü ceket ve pardesülerle, yahut paltolar içinde oturur, kahvehaneyi bir iÅŸyeri olarak bellemiÅŸ olmasına karşın, üstünü başını çıkartmaya nedense direnirdi. Bunu, yaz kış o giysiler içinde kalmasıyla sırılsıklam terlediÄŸi ânların huzursuz saatlerinden biliyorduk. Elinde mendil, zayıf olmasına karşın şıp şıp terleyen alnını silerdi. Dalgın bir tebessümle karşısındakini dinler, hiç karşılık vermeden, söz kesmeden habire başını sallardı. Bir de devamlı sigara tükettiÄŸini anımsıyorum.

Biz onu bulduÄŸumuzda, Bulucu Rıza, nasılsa oraya geleceÄŸimizi biliyormuÅŸ da, bizi bekler bir hâlde karşımıza çıkardı. BuluculuÄŸu onda öylesine bir kimlik oluÅŸturmuÅŸtu ki, eÄŸer ondan bir ÅŸey istenmezse, tüm yaÅŸam damarları kesilmiÅŸ olacaktı. Belki de adamcağız pattadanak, ansızın ölüp giderdi.

Bulucu Rıza'yı yazımıza konuk ettiÄŸimiz ÅŸu sırada, benzer bir kimliÄŸin Türk edebiyatına ünlü romancımız, öykücümüz Zeyyat SelimoÄŸlu tarafından çok önceleri tanış edildiÄŸini de eklemeliyiz. Rahmetli, usta yazarımız, SelimoÄŸlu'nun Deniz İnsanları adlı toplu-öyküler kitabında “Bulucu” adıyla tanıtılan karakter, bizimkine ne kadar da benzemekteydi; bunu, yıllar sonra, yazarımızın o yapıtını, okuma iÅŸtahıyla yalayıp yutarken, gördüm, not aldım da ÅŸimdi yeri geldi yazıyorum. Demek o vakitler bulucu olan baÅŸkaları vardı ki, bu aynı zamanda benim aktarmakta olduÄŸum öykünün gerçekliÄŸine bir kanıttır.

“Bozacının ÅŸahidi şıracı,” denmezse, bir ünlü yazarın tanıklığını burada kanıt yapabiliriz...
Bulucu'nun yanlış sipariÅŸler aldığı, hatalı mal sevkinde bulunduÄŸu zamanlar da olurdu. Bir keresinde, Bulucu Rıza'nın, babamın kum, çimento, tuÄŸla çekmek için ucuzundan bir ceraskal asansörü arandığını sırada, ertesi gün kat asansörü getirdiÄŸini anımsıyorum. Yapıcıların asansörüyle yolcu asansörünü karıştırmış olmalıydı. Babam, nazik bir adamdı, Bulucu'yu kırmadı, asansörü alıp bir köÅŸeye koydu. Sonradan, bir oluruna getirip, “Planda deÄŸiÅŸiklik yaptık, asansör boÅŸluÄŸu iptal edildi, al bu asansörü,” diye malı başından atacaktı. Asansör, geldiÄŸi gibi gerisin geri gitti.

Böyle hatalı iÅŸlerine karşılık Bulucu olmadan, ben o zamanlar öyle düÅŸünür, öyle hayal ederdim ki, İstanbul'da inÅŸaat yapmanın imkânı yoktu, binalar tamamlanamazdı. Bulucu, kara düzen iÅŸler peÅŸinde dolaÅŸan, hayalî bir adam gibi, bana göre, bir inÅŸaat sihirbazıydı.

Gel gelelim, ÅŸimdi sıkı durun, Bulucu Rıza'nın bile bir çantası vardı. Hem niye olmasın ki? Bulucu'nun yaptığı az buz ÅŸey miydi, PerÅŸembe Pazarı esnafından ne farkı vardı?

Bulucu'nun çantası, yanlış anımsamıyorsam, yaÄŸmurluk kumaşı gibi siyah muÅŸambadan, fermuarlı, fermuar kapanış yerinde bir de kol bilekliÄŸi olan çantaydı. Bulucu bu çantayı bileÄŸinde taşıyıp, eÄŸer kahvehanedeki mesaiyi tamamlamışsa, bir yerlere yollanıyor olmalıdır. Ben onu pek sokakta görmediÄŸimden, burasını ancak hayal edebilirim.

Çanta önemi ayrımında olan Bulucu Rıza, iÅŸin ve müÅŸterinin ciddiyetine göre muÅŸamba çantasını açar kapar, onunla iÅŸ görürdü. Çantasının içine bir tükenmez kalem sallandırır, sonra çıkarır, arada bir kareli- telli defterine onunla anlamsız karalamalar ve çizik atardı. Çantanın iÅŸlevselliÄŸini gayet iyi anlamış biriydi. Ona buna da, bu yollu akıl vermeden duramazdı. Fırtınadan iskele tutturamayan lodosa düÅŸmüÅŸ Ada vapuru gibi ortalıkta dönendiÄŸi zamanlarında, eÄŸer iÅŸsiz kaldıysa, eÄŸer ondan bir ÅŸey istenmemiÅŸse çantasız gelen müÅŸterilerine, mimar ve mühendislere tatlı sert çıkışır, “Çantasız iÅŸ görülmez beyim, hırsızın bile tavuk kümesine girerken elinde bir çuvalı vardır, yahu!” derdi.

Bu sözlere o vakitler mim koymuÅŸ bulunan, bu yazarınız da, benzer ÅŸeyleri size aktarmaktadır.
Saçaklı Raziye hallerinde ortalıkta dolaşıp, ele güne laf, lakırdı verilecek yerde, elimizde bir çanta olsa ne çıkar bundan?

İmlâya gelmez bu kadar söz edip lafı gezdirdik ama, kısaca dememiz ÅŸuraya isabet etmelidir ki, çanta olmadan meslek sahibi olunamaz.

Fasıl sırasında nihâventte iken sazın birden karciÄŸere dönmesi gibi, lakırdı çayımız demlenmeden, lafı sonuna getirince, “Eee... Ne var bunda?” denilecektir; biliyoruz. Deneme yazısı böyle bir ÅŸeydir; sizi ansızın yarı yolda bırakır...

2.yüzyılda yaÅŸamış Romalı edebiyatçı Aulus Gellius, biz deneme yazıları meraklısı olanların pirîdir, ilk üstâdıdır. O da yazılarında böyle uzun uzadıya hikâyeler anlatırdı, sonra lafın sonunu getirmezdi... Bir de onun mimarlık yaptığına dair bilgiler vardır; kulağımıza çalındığınca...

Ne ki, Gellius çanta taşır mıydı, iÅŸte bunu bilmiyoruz. Ben taşımadığını düÅŸünüyorum. Zira, Roma döneminde çanta deÄŸil, çuval tarzı ÅŸeyler kullanılırdı. Gellius gibi bir ustaya da çuval taşımak yakışmazdı herhalde... Ne bu, Arsène Lupen mi?

Günümüzde çok konuÅŸup lakırdı saÄŸanağı yaÄŸdıranlar için söylenen “Çuval deÄŸil ya, aÄŸzını büzesin!” deyiÅŸi dünya dillerine de Roma edebiyatından geçmiÅŸ olmalıdır.

Biz de çuvallamadan sözümüze noktayı basıp deneme çantasını kapatmalıyız. Çıt ve çıt seslerini duydunuz mu, denemecinin iÅŸi o dakika bitmiÅŸ demektir: “Çıt, çıt!”

Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: sayý 9, küçük harf "y", büyük harf "X", büyük harf "E", sayý dört, küçük harf "n"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız