Köşe Yazısı

Mimarların Ä°stanbul’u

Yazan: Simla Sunay Özdemir Tarih: 13 Eylül 2007
“Peki neredeler? Bu kadar eski bir ÅŸehrin, neredeyse Tanrı’nın isimleri kadar çok isimle çaÄŸrılmış bu ÅŸehrin, hiç mi hayaleti yok?” (Aslı ErdoÄŸan, “Yazarların Ä°stanbul’u”, Galata, sayfa: 65)

Ä°ÅŸte oradalar!

Acıktım, dedi çocuk. Kadın ÅŸaşırdı. Çocuk iÅŸte diye düÅŸündü. Oysa kendisi geldiklerinden beri acıkmıyordu. Ve burada sanki herkes acıkmadan yemek yiyordu. Hani nerede bu düzlük? diye sordu adam. Herkes bize bakıyor, ÅŸu tüpü almasa mıydık? OÄŸlanın sesi duyuldu; Ä°ÅŸte oradalar! Kalabalık, bir metrelik yeÅŸil alana sığışmış, ara sıra eÄŸilip kalkarak belli ki ortalarında duran bir ÅŸeyleri tıkınıyor, yüksek sesle gülerek konuÅŸuyordu. Ne o, dedi adam, köyünün yaylası gibi mi bekliyordun? Çökün. Ä°ÅŸte deniz. Ha, tüp yasak, aman ha! Ä°lk defa tek göz odalı evlerinden küçük bir alanda piknik yapacaklardı. Kokorecin iÅŸtah kabartan kokusu, haÅŸlama mısırın buharı, betondan fışkıran yakıcı sıcak, araba kornaları, yanlarından hızla geçip giden insanlar, asfalt delme makinelerinin tar tar sesi, yeÅŸil dev otobüsler, sarı taksiler, esmer çiçekçi kızlar ve gülün doÄŸada görülmedik her rengi, mavi beyaz motorların yanaÅŸma homurtusu, bir düdükle hoplayan yürekler, vapura koÅŸanlar... Ä°lk defa kendi seslerini duymadan piknik yapıyorlardı. Çöktüler. Büzülüp aralarına girdiler. Ve bir hayalet gibi ortak oldular örtünün üstündeki lokmaya.

Popülist bir kitap "Yazarların Ä°stanbul'u". Okuyorum çünkü yazarların önce insana sonra binaya baktığını biliyorum. Ancak beklediÄŸim gibi olmuyor. Sanki “bakılacak” insan yok Ä°stanbul’da ve yazarlar semt semt taşı, yani duranı, tanığı, yaÅŸamayanı yazmış daha çok. Sonra hatırlıyorum, Ä°stanbul’da epeydir insandan çok rakam için bina yapılıyor. GüneydoÄŸu’dan gelen ÅŸehit, ya da Irak’tan gelen ölü sayısı gibi de deÄŸil. Hepimiz kocaman birer rakama dönüÅŸtük. Evet biz Ä°stanbulluyuz. Tüm Türkiye, hepimiz Ä°stanbul’uz. Sonsuz bir bolluÄŸun rakamı Ä°stanbul.

“Çiftini yitirmiÅŸ, yekpare taÅŸtan bir göz, hep güne bakan… Sırları dökülmüÅŸ aynası yenik kentin, vaktinden önce dikilmiÅŸ mezar taşı…” diyor yazar Aslı ErdoÄŸan, Galata için, (s. 65). Ben de bazen öldüÄŸümü düÅŸünüyorum. Ölüp de dirildiÄŸimi. MahÅŸerin semtleri Kadıköy, Üsküdar, Sirkeci. Bir hesap noktası gibi. Ve Ümraniye, küllerinden doÄŸan bir dev. Zeytinburnu, baÅŸka dev. Efsanelerin kenti Ä°stanbul… Efsaneler devam ediyor. Masallar sürüyor. Tepegöz gibi deÄŸilse de “taÅŸ” kalpli ejderin koca elleri üzerinde. Peki bu kadar nefessiz bir kentte hayalet deÄŸilsek de neyiz, plastik doÄŸramalı evlerimizde?

“Ä°stanbul kadar sevilmemiÅŸ baÅŸka bir ÅŸehir var mıdır? Evleri öyle istenmemiÅŸ, baÅŸka bir ÅŸehir…” diyor Latife Tekin aynı kitapta, “Gecekondular” baÅŸlıklı yazısında, (s.158). “Gecekondu… GeçmiÅŸimin bir sabah iÅŸe yaramaz hale gelmesiyle tanıştığım korkuyu, kalbimde açan yokluk duygusunu dönüÅŸtürüp hayatıma bir imkan olarak girdi.” devam ediyor Latife Tekin; “Milyonlarca insanıyla kimsesiz Ä°stanbul.” Ä°stanbul’un ilk gecekonduları 2. Dünya Savaşı'ndan sonra KazlıçeÅŸme’den yayılır. Ä°lk affını da 1949’da alır. Altmış yaşında ama hala gençtir “gecekondu”. Åžehrin sırtlarında ÅŸehirle bütünleÅŸmez. Deliklerinden bakıp bakıp kaçar, nüfuz edemez bir türlü. Behiç Ak’ın “Tek KiÅŸilik Åžehir” adlı oyununda konuÅŸturduÄŸu göçmen garsonun da dediÄŸi gibi. Onlar yalnızca göç ederken bir yerden bir yere giderler. YaÄŸmurdan sonra salyangozların çıktığı gibi bazen öfke çıkaracaktır onları sokaÄŸa. Yıkım korkusu, açlık… Öfke, nemli bir zemin gibi kurumaktan korur onları, kızgın güneÅŸin önünde bir buluttur. “Davullar dövülüyor kapımda, kalk doÄŸrul, Ä°stanbul’u söküyorlarmış rüyamda, kanalizasyon uçurumu, menhol çukuru, üstü açık kalmış bütün deliklerin, rögar nöbeti tutacakmışım gecenin uÄŸursuz vaktinde, pencere, balkon demirleri bırakmamışlar, yangın merdiveni, salıncak zinciri, trafik levhası, park korkuluÄŸu... Gel Ä°stanbul, yiyeyim içeyim, hoÅŸ muradına geçeyim, sizin tavuk bizim tavuk… Hurdaya çıkarmışlar BeÅŸiktaÅŸ’ı, BeyoÄŸlu’nu, Dolmabahçe Sarayı’nın iÅŸlemeli dökme kapılarına kadar söküp götürmüÅŸler, minarelerden dualı anons yapılıyor, ayetler okunuyor, yüksek uzun kamyonlarda vinç gezdiriyorlarmış cadde sokak, kentsel dönüÅŸüm dozerlerini çalıp parçalamışlar belediyenin, eritip demir bilye, demir sapan yapmışlar, ateÅŸ kaynıyormuÅŸ suyunun içinde, Marmara açıklarında hurda yüklü gemiler çarpışmış, alev almış denizi, kestane zamanıymış Ä°stanbul’da, lapa lapa kar yağıyormuÅŸ üstümüze, çırpınıyormuÅŸ sahilde insanlar, Kız Kulesi tutuÅŸmuÅŸ, yılanı kül olacakmış masalın.”, (s. 161-162). Ve soruyor, Ä°stanbul’a babasının yaptığı yollardan geçerek göç etmiÅŸ olan yazar Latife Tekin; “…Kim kazanmış, kim kaybetmiÅŸ oldu sonunda, dört yüzlü çeÅŸmelerini Ä°stanbul’un, manolya aÄŸaçlarını, dut bahçelerini?”

Bir meydan, dört yüzlü çeÅŸmeler… EÅŸitliÄŸin daha güzel mimari bir anlatımı olabilir mi? Yüz yüze bakabileceÄŸimiz meydanlar yok Ä°stanbul’da. Göz göze gelebileceÄŸimiz. Ama Ä°stanbul’un Central Park’ı olarak nitelenen Caddebostan’da yan yana koÅŸabiliriz. Kıyılar bizim. YaÅŸasın özgürlük! Ancak önümdekinin sırtını görüyorum. Karşımdan gelene ise laf atamıyorum. Geçip gidiyor yanımdan. Dizi dizi dolgu kıyılarda “yalnızlığı yürüyoruz” Ä°stanbul’da. Bu yüzden fikirlerimiz çarpışmıyor, örtüÅŸmüyor hepsi aynı hızla, bir biri ardına akıyor, uçsuz bucaksız Bostancı sahilinde.

Yazar Hasan Ali ToptaÅŸ konuÄŸumuz. Ä°stanbul’u hiç bilmem, diyor. Ne yapsak diyorum eÅŸime, nereye götürsek. Eve yakın Kanlıca’ya gidiyoruz. BoÄŸaz, dar bir açıdan da olsa görülüyor. Kalabalık. Masalar sıkış tıkış. Masaların önünde banklar. Bankları ötelemiÅŸ kafeler. Paran yoksa denize bakmayacaksın Ä°stanbul’da. Çay kokusu, kaÅŸarlı tost, Kanlıca yoÄŸurdu… Ä°stanbul bir garip. Utanıyorum Hasan Ali’den. Ä°stanbul bir görev gibi omuzlarıma binmiÅŸ. Çarpık yapılaÅŸmadan söz açılmasa bari diyorum, mimar olunca sıkılıyor insan. (Sıkışırsam Kadir TopbaÅŸ’tan laf açarım, o da mimar, paylaşırız bu görevi.) Ne Kongre Vadisi'yle halka kapatılmak istenen Harbiye’den, ne turizm amacıyla halka kapatılacak olan Galataport’tan, ne otel ve iÅŸ merkezleriyle halka kapatılacak olan HaydarpaÅŸa Limanı’ndan, olası raylı toplu taşımacılığını halka kapatan 7 Tepe 7 Tünel projesinden, ne soylulaÅŸma adına Sulukule KasımpaÅŸa sırtlarına yapılmak istenen Osmanlı Evleri’nden, BaÄŸdat Caddesi’ne dikilecek yeni gökdelenlerden ve baÅŸka baÅŸka gökdelenlerden konuÅŸmak istemiyorum. Yazarın, “Bin Hüzünlü Haz” romanını konuÅŸmak istiyorum. Bir kent masalı bu roman. Tanrısal bir gözle kentteki her evi, evin içini gören, olduÄŸu gibi anlatan; “…Ola ki parça parça bakıldığında her ÅŸehre benzediÄŸi için genel görünümüyle hiçbir ÅŸehre benzemeyen bu ÅŸehrin bir semtinden bir semtine gidilirken her defasında parçalanmışlıktan doÄŸan bir boÅŸluÄŸa, ama topraktan bile destek almayan, derin ve tüyler ürpertici bir boÅŸluÄŸa düÅŸülüyordu da, minibüsler, otobüsler ve otomobiller, ablak suratlı kamyonlarla birlikte oralarda vınlaya vınlaya, kan ter içinde, tepinip duruyorlardı.”, (sayfa: 33-34). Bin hüzünlü bir hazdır Ä°stanbul’da yaÅŸamak. Sürekli bir kıvranma, sanki hepimizin eli karnında, sırtımızda kambur. Bu yüzden görmüyoruz birbirimizi. Hep yola bakıyoruz. Behiç Ak’ın dediÄŸi gibi bir koridorda yaşıyoruz. Üstümüzde beyaz bir çarÅŸaf, ayaklarımız yere deÄŸmiyor. Koridor karanlık.

Çocuklar balon istiyor. Bir balon 5 Lira. Adamın boÄŸazı düÄŸümleniyor. Karısı, özendiler, olsun, al, diyor. Diken üstünde gibiler. Åžehirde piknik bile gergin geçiyor. Sıkılıyor adam. Gitmek istiyor. Tuhaf bir Pazar. Yoruluyor. Topluyor çoluÄŸu çocuÄŸu vedalaşıp ayrılıyor. Tüpü taşımak istemiyor elinde, hemÅŸerisine bırakıyor, arabası var onun. Sahilde yürüyorlar. Yürüyorlar… Hanım, diyor, gel biraz dinlenelim. Henüz monte edilmemiÅŸ bankların üstünde ayakları havada oturuyorlar. Çocuklar, etraflarında kelebek gibi koÅŸuÅŸturuyor. Åžehir, etraflarında bin kollu bir ahtapot gibi, nem ve kirle bedenlerine yapışıyor.

Yazarların Ä°stanbul’u böyleyken mimarların Ä°stanbul’u nasıl peki?

Bilmiyorum… Benim canım Salacak’tan bağırmak istiyor; Yeter! Ä°stanbul’da kalan bir avuç topraÄŸa artık bina yapılmasın! “TaÅŸ” kalpli ejderler ellerini bu kimsesizin üzerinden çeksin! Ama hayaletlerin sesi çıkmaz ki.Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: küçük harf "k", küçük harf "h", küçük harf "t", büyük harf "T", küçük harf "j", küçük harf "j"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız