Köşe Yazısı

“K”lar Arasında: Vucut Dili Ãœzerine

Yazan: Hüseyin Yanar Tarih: 18 Ekim 2007

Kurtköy... Kendi dilini konuÅŸmaya baÅŸlayan, belki de kendi dilini yeni yeni öÄŸrenen bir yer. TEM ile Pendik arasında, Ä°stanbul’un hem uzak, hem de yakın bir köÅŸesindeki bir dünya... Bir ada... Bir yıl öncesinden bile çok farklı ÅŸimdi. Dere tepe, her yer hızla mantar gibi binalarla dolmuÅŸ. Parçalar sanki bir yerlerden getirilmiÅŸ, oraya aniden konulmuÅŸ. Alt alta üst üste, az katlılar, çok katlılar, villalar, dev alışeriÅŸ merkezleri ve daha bir ÅŸeylerin hala getirilip konulacağı, dolmaya hazır boÅŸluklar. Bu geliÅŸigüzellik içinde herkese göre yerler var gibi uzaktan bakınca. Uzaktan bir baÅŸka yakından bir baÅŸka görülüyor. Bazı okullar, Demirören’in yaptırdığı söylenilen yalnız bir spor salonu, biraz ilerisinde klasik kubbesi ve eklentileri ile koca bir camii yapılmış bile. Dalgalı çatıları ile Sabiha Gökçen Havaalanı da orada, Formula 1 Pisti de. Hem uçakların hemde yarış arabalarının savrulmalarını duyar gibi oluyor insan yanıbaşında. Mc Larenler’in, Ferrariler’in ya da diÄŸer ünlü markaların dünya starları, cirit atacakmış gibi daha yeÅŸillenmemiÅŸ geniÅŸ bulvarlarında, kıvrak dönüÅŸlü yokuÅŸlarında. Başı örtülü bayanlar, bulvarlarda görülen kara çarÅŸaflılar, biraz ileride Ä°stanbul’un bu susuzluÄŸunda bikini ile kendi iç avlularında, döÅŸeme ile neredeyse sıfır seviyede yapılmış, masmavi havuzları önünde güneÅŸlenenler, farklı dünyalar birarada. Dikkate bakıldığında soyut görünümlü manzaralar gelmiÅŸ Ä°stanbul’un birçok yerinde olduÄŸu gibi. Sanki gerçek deÄŸil. Bir kolaj gibi, yapıştırılmış yan yana. Fenerbahçeliler’in bile siteleri var. Eminim diÄŸer büyük kulüplerin de vardır. GiriÅŸlerde bodyguardlar kapıları tutmuÅŸ. Ä°çerilere girmenize gerek yok, sadece bekçi kulübeleri üzerine hızla bir araÅŸtırma yapılsa, buradaki vaziyeti anlamaya yeter belki de. Bodygardlar, yüksek duvarlar, çevre ışıkları, her ÅŸeyi, bütün detayları anlatıyor. Aynen, yıllar önce bir Brezilyalı arkadaşım Anna Rita’nın ülkesindeki elektrik telli, üzerinden atlanamıyacak duvarlarla çevrili konut yerleÅŸmelerini, sitelerdeki, güvenlik önlemlerini, dışa kapalı huzurla yaÅŸanan yerleri, oradaki deniz aşırı farklı dünyaları, zenginleri, fakirleri anlattığı gibi.

Yazın sonuna doÄŸru... Sıcaklığın 33’lere 34’lere çıktığı bunaltıcı bir gün... Sonradan kentin merkezlerinde de gördüÄŸüm etrafı camlı bir durak altında 16 K otobüsünü bekliyorum. K’lı 16 bir saatte bizi bir baÅŸka K ya E 5 yolu ile Kadıköy’e götürecek. Bu kadar yıl burada yaÅŸamama karşın, daha önce bilmediÄŸim hiç görmediÄŸim yerlere, içerilere girip çıkıyoruz. Sonra bir anda tekrar ana yoldayız. Önce boÅŸ olan halk otobüsü varoÅŸların yolcularıyla doluyor. Ana yola paralel yan yolda hemen yanımızdaki gelen giden araçların yanında uçar gibiyiz. Sınırda gidiyoruz. Başı baÄŸlı, türbanlı yolcular ile yanık tenli yazın bu sıcağında, hafif oldukça açık elbiseler giymiÅŸ bayanlar yanyana. Adım atacak yer de yok artık. Cam kenarında kulaklıkları takıp Ä°stanbul radyoları arasında birinden diÄŸerine atlıyorum belki bizim yolculuÄŸa tempo tutar diye. Hızla giden arabanın içinde, derme çatma binalaÅŸmaların arasında, altlarındaki bazı demirleri çıkmış eskimiÅŸ balkonlarıyla, oraya buraya konumuÅŸ TV antenleriyle, biribirinden farklı cesaretli renkleriyle, ama sanki bir elden çıkmış görünümleri ile yerleÅŸmeler, belki de ÅŸimdiye kadar hiç düÅŸünmediÄŸim ya da hissetmediÄŸim bir ÅŸekilde yan taraftan, hızla gözlerimin önünden geçiyor. Sanki hepsini birisi inÅŸa etmiÅŸ, tek mimar yapmış, belki de hiç mimarsız yapılmış gibi birbirlerine benzer binalar, aynı dünyadan binalar sıralanıyor kilometrelerce ana yolun etrafında. Kulaklıktaki müziÄŸi unutup bu gördüÄŸüm anlamaya çalıştığım bu müziÄŸe dalıyorum. Hani 1960’larda, 70’lerde Ä°stanbul’u saran, bütün çarpıklıklarına karşın rölevelerini yaptığımız, tezlerle incelediÄŸimiz, eski efsanevi gecekonduların spontane, bir anda kurulan mimarilerini, çözümlerini, sana kutularını ezip yaptıkları giriÅŸ saçaklarını akla getiriyor. Ama bu o mimarsız gecekondularla mimarlı katlılıklar arasında olan bir ÅŸey. Bu derme çatma gibi gözüken doku, tarihi bir alt yapısı olmasa da, abartılı bir bakış ile geleneksel mimari havasında gibi birÅŸeyler mi diyorum çok derinlerde. Adını koyamıyorum. Orasından burasından çekilmiÅŸ, hatta karikatürize edilmiÅŸ farklı bir Ä°stanbul silüeti gibi bir çizgi oluÅŸuyor gözümün önüne. Upuzun, uzadıkça da uzuyor. Post modern bir yanının olduÄŸunu, etkileyici olduÄŸunu düÅŸünüyorum bir an. Bu kadar okulun, resmi özel mimarlık fakültelerinin, mimarların, mimarlık tartışmalarının arasında Ä°stanbul’un bir yanını, yıllardır çığ gibi artan kalabalıkların mimarisini anlatıyor. Sokağı anlatıyor, bağıra çağıra. Bu silüeti hızla geçerken o mimariyi kendi özel kuralları içinde sevmeye bile baÅŸlıyorum, hatta eskimesini de, renklerini de, salaÅŸlığını da, dekorlarının önünde, içinde olanları da . Ben buradayım diye bağırmayan, eskiz gibi yapılmış yerleÅŸmeler. Onu yeni baÅŸtan düÅŸünmeye ve tekrar tekrar kurmaya baÅŸlıyorum bir yerlerde.

UIA için birkaç yıl önce Ä°stanbul’un kısa ziyaretinde gözlemlediÄŸi bu tür yerleri ile ilgili ünlü Fuksas’ın söyledikleri aklıma geliyor, herÅŸeyin olduÄŸu gibi kalması gerektiÄŸi ile ilgili. Ä°ki K arasındaki yolculuk bana bir baÅŸka K’yı bizim Kumla’yı düÅŸündürüyor baÅŸka bir yanı ile. Hani ÅŸu Bursa’nın, yanıbaşındaki Gemlik’in deniz kenarındaki yazlığı, 40 ya da 50 yılda küçük eski köyünün yanında hiç yoktan var edilen, yazın dolan, kışın boÅŸalan, sanki mimarlı ama mimarsız gibi ve de her hali ile relaks, popülerize edilmiÅŸ bir yerleÅŸme, birÅŸeylerin yok olup, birÅŸeylerin eklenebileceÄŸi, bundan kimsenin umurunda olmayacağı, bazı yerlerinin her nedense ÅŸimdi metruk bırakılsa da, bazı yerleri yenilenmiÅŸ olsa da aslında önemli bir ÅŸeyin deÄŸiÅŸmeyeceÄŸi, orada olan yakınlarımdan ötürü bir süre kaldığım sahil yerleÅŸmesi Kumla, bu tartışmaya katılıyor. DiÄŸer kıyılardaki benzeri yerleÅŸmeler gibi yazılı ve sözlü medyada haberleri ve meÅŸhurları ile pek de sansasyon yaratmayan, podyuma çıkmayan kendi kiÅŸiliÄŸi, arkasındaki salaÅŸlığı ile göz ardı edilmeden var olmayı bekliyor, orada yaÅŸayan insanları ile, bizim gibi olanları ile, bizim gibi olmayanları ile.

Bostancı KavÅŸağı’nı geçip Göztepe’ye doÄŸru yaklaşıyoruz. Otobanın etrafında bu defa herÅŸey deÄŸiÅŸti. O silüetten eser yok artık. Åžimdi herÅŸey daha baÅŸka ve daha bir gerçek. Üst geçitteki 30 AÄŸustos’u kutlama yazısı bile bir baÅŸka ciddiyette yazılmış belediyenin imzası ile, sanki bir baÅŸka yere girermiÅŸ gibi. Mimarlı yapılar bütün haÅŸmetiyle kendilerini gösteriyor, damgasını vuruyor yolun iki yanına. Dizi dizi yabancı isimleriyle tanınmış maÄŸazalar birbiri ardına sıralanıp gidiyor. Özel arabalarda, içinde oturanlar da artık baÅŸka bir yerde olduÄŸumuzu gösteriyor. Bu birkaç kilometrelik ama biribirinden yıllarca farklı dünyalar arasında, hızla denize doÄŸru yaklaşırken ya minübüs yolu, ya da BaÄŸdat caddesi diyorum içimden, adaları yekpare gören sahil yolu, hepsinin arasındaki bizim Suadiye’den ÅŸimdi yerinde dev bir gökdelenenin olduÄŸu eski Åžirin Apartmanı’nın önünden liseyi geçip aÅŸağı TurÅŸucu Deresi’ne doÄŸru sevgili ÅŸair Arif AÄŸabey’in (Damar) o güzelim ÅŸiirlerini yazdığı kırtasiye dükkanının hemen yanından aÅŸağıya sarkılan yemyeÅŸil aÄŸaçlıklı TurÅŸucu Deresi ne alemdedir diye düÅŸünüyorum.



Hareme deÄŸil de Üsküdar yoluna baÄŸlanıyoruz. O sıcakta deniz havası geliyor uzaktan, Harem ayrımının ötesinde. Eski HaydarpaÅŸa Lisesi ile Hastanenin arasından geçip Kurtköy’den Kadıköy’e, dedikleri gibi tam bir saatte varıyoruz. Kadıköy hala Anadolu yakasının balkonu gibi. Minibüslerin yeri hala aynı. En baÅŸta yine Kartal’a gidenler var. Kahyalar yine aynı, hiç deÄŸiÅŸmemiÅŸler gibi. Etraftaki sırasını bekleyen ÅŸöförler, sucular, limonatacılar, balıkçılar, köfte ekmekçiler, satıcılar, ayakkabı boyacıları sanki hiç yerlerinden kalkmamışlar yıllardır. Sahilin dibinde balıkçılar var eskisi gibi. Balık tutanların yanıbaşında, bu sanki Tarihi Yarımada, HaydarpaÅŸa Ä°skelesi tarafından gelen güneÅŸi kesmek için diyagonal yatırılmış, sanki yüzlerce, rengarenk plaj ÅŸemsiyeli, ince uzun kahvehane de oraya yeni konmuÅŸ gibi. SıcaÄŸa karşın denizin kenarındaki upuzun mekan dopdolu. Yanından geçip eski hal binasına doÄŸru yürüyorum. Gazeteciler yine dizi dizi koymuÅŸlar sayfaları, tezgahları kitap dolu yine aynı ÅŸekilde heyecanla bağırıyorlar vapur yanaÅŸtığında. Arkada hiç deÄŸiÅŸmeyen yuvarlak köÅŸeli büro binasının tam karşısında birÅŸeyler yapılıyor. Yandan geçit vermiÅŸler. Solda ana yolun yanındaki apartmanlardan bazılarını kaplayan, dev bez afiÅŸler dikkatimi çekiyor. Maç izleyen fanatikler rengarenk. Tam karşıda dev bir balon havada asılı yerden baÄŸlı bir ÅŸekilde, tarihi iskelenin arkasında görülüyor. Konservatuar ise baÅŸka bir alem. Keman melodileri, operacıların sesleri, halk müziÄŸi biribirine karışıyor üstüste gelmiÅŸ. Aynen daha önce gördüÄŸüm panaromanın baÅŸka versiyonu. Yandaki meydan sallanan bayraklarla dolu. Ama sakin. Burada yapılan törenin sonrası. Ve ahÅŸap geçiçi kulübelerdeki kitapçılar, ayaküstü yemek atıştırılacak yerler ile hediyelik eÅŸyacılar ile bu yakadaki kıyı resmi tamamlanıyor. Tam tersi yakadaki HaydarpaÅŸa Ä°skelesi’nin etrafında yanaÅŸan vapurların silüeti ile hemen gerisindeki tarihi Sultanahmet, Topkapı, Ayasofya, Galata, Süleymaniye çizgisi bütün bunların tam karşısında, Bizansı, Osmanlısı, kalan Ermeni’si, Rum’u, Yahudi’si, Anadolunun her yerinden gelen eski yeni Ä°stanbullular ile birlikte özenle yapılmış hassas, milimetresi hesaplanmış bir kolaj içinde. Buraların yapılarıyla, insanlarıyla tabakaların üst üste geldiÄŸi bir kolajlar dünyası olduÄŸunu, asırlardır hiç deÄŸiÅŸmediÄŸini düÅŸünüyorum dünyanın belki de en önemli siluetilerinden, birinin önünde.

Aklıma Buket Uzuner’in biribirinden anlamlı dört kısa hikaye biraraya getirdiÄŸi Karayel Hüznü isimli kitabı geliyor. Her bölümü ayrı bir serüven olan bu dizinin en sonucusu, Bütün K Harflerinden Uzak diye baÅŸlıklanan yazısında adalardan söz edilirken, Uzuner, bir köÅŸede olma, uzaklaÅŸma, yanlız kalma hatta saklanma kavramları ile yanyana getirdiÄŸi üç kiÅŸiyi yazısıyla resmediyor. Hikaye heyecan ile bir yerlere girip çıkarken sonunda ilgi çekici bir yere varıyor. Yazar köÅŸesinden kendilerini dış dünyaya kapatmış gençleri adım adım izliyor, küçük salaÅŸ bir barda, akÅŸam ile karanlık arasındaki bir zaman diliminde dikkatle gözlüyor. Hatta giderek bu üçlünün vucut dillerini okuyor. Yazısında “Her bedenin ayrı bir dili, ayrı bir hayat tarzı vardır ki, bu, konuÅŸan dilden daha güçlüdür çoÄŸu kez…” deniyor. Sözünü ettiÄŸim Buket Uzuner’in yazısındaki K’larla yukarıdaki K’ları Helsinki’deki bizim kuzey tramvayında tanık olduÄŸum bir anıyı biraraya getirmek istiyorum.

Bizim tranvay 3T’ye, kısa metro yolculuÄŸumun tam sonrası, kentin tam ortasından, ünlü Saarinen’in, kendisi gibi tanınmış demiryolu binasının tam önünden binerim. 3T, kentin merkezinden, Stockmann’ın hemen yanından, saÄŸa dönüp, Esplanade yolundaki ünlü cafe Ekberg’in sonrası sola dönüp, ikinci el kitap satıcısı Hagelstamps’in önünden geçerek beÅŸ yol ayrımına gelir. 3T tramvayında zaman zaman elleriyle konuÅŸan genç öÄŸrencilere rastlarım ikili, üçerli gruplar halinde. Sanırım yakında özel bir dilsizler sağırlar okulu var. Bugün hepsi sarışın, hepsi uzun saçlı, biri eteklikli 3 kız tramvayın ön giriÅŸine yakın karşılıklı sıralarda oturuyorlardı. Tramvay sürücüsünün hemen arkasındaki sırada karşıda oturan ikisinden birinin elinde eldiven vardı. Biribirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Birinin elindeki eldivenler, el hareketlerinin nüansları göstermiyordu. DiÄŸerinin elleri ise tam tersine inanilmaz hassas hareketlerle sahibinin anlattıklarının dışa vurumu oluyordu. Eller, sessiz konuÅŸmayı yönlendiriyordu ama en önemlisi gözler ve bakışlardı. GördüÄŸüm bir baÅŸka dildi, bir baÅŸka alfabeyle konuÅŸuyorlardı. Hem çok kolaydı hem de çok zordu. Bütün duygular sessiz dünyada konuÅŸanların yüzlerinde yoÄŸunlaşıyordu. Çok derin bakıyorlardı biribirlerine. Bir bakış diÄŸer bir bakışı kovalıyordu, bir baÅŸka bakış aniden konuÅŸmaya dalıyordu, diÄŸeri onu tamamlıyordu. Neredeyse eller olmasa da biribirlerini çok iyi anlıyorlardı. Etrafımızda duyduÄŸumuz sözler gibi, kelimelerin biribirleriyle söyleÅŸmeleri gibi. KonuÅŸmasalar da vucut dilleri ile biribirlerini konuÅŸanlar gibi anlıyorlardı Uzuner’in yazısında gözlediÄŸi üç gençin biribirleriyle diyaloglarında olduÄŸu gibi.

Evet belki de her binanın, her projenin deÅŸifre edilmeye hazır bir vucut dili var. Bina ile ilgili, hatta onu yapan mimarla ilgili ipuçları veren bir vucut dili. Kentlerde, onun içinde yaÅŸadığımız, gezdiÄŸimiz yerlerde böyle. Ä°ÅŸ Ä°stanbul’a gelince vucut dili daha da karmaşıklaşıyor.

Ä°stanbul düz bir kent deÄŸil. Sadece topoÄŸrafya olarak deÄŸil zamansal olarak da, yaÅŸamsal olarak da üç boyutlu, çok boyutlu bir kent. Aşırılıkları, dinamizmi içinde barındıran, daima barındırmış olan bir kent. Sürprizlere açık bir yer bir sürü yanı ile. DuraÄŸan deÄŸil, deÄŸiÅŸimlere açık olan, olması gereken bir kent. Yani neredeyse her metrekaresi ile yaÅŸayan bir dünya metropolü, yaÅŸayan dev gibi bir organizma. YaÅŸlanan, yaÅŸlansa da tekrar tekrar gençleÅŸen ve tekrar yaÅŸlanan bir kent. Eskiz olarak çizilmiÅŸ gibi, eskizsel, skeçlerle dolu bir kent. Kesinlikle her yanı aynı gözüken, bembeyaz kartondan yapılmış bir maket, kenarları gıcır gıcır düzeltilmiÅŸ, pahlanmış, cilalanmış, büyük bir mobilya gibi birÅŸey deÄŸil. Kendini yeni eklentileriyle, hayatın içinden aldığı malzemeleriyle, üzerine getirip koyduÄŸu farklı insanları ile, kendini sorgulamaya hazır olan, olması gereken, problemleriyle yüz yüze gelebilecek, risk alabilecek daha bir deneysel bir maket, deneysel bir kent. Belki de dünyada hiç bir örneÄŸi yok, sınıflandırmalara da uymuyor. Bu her ÅŸeyi ile kendine özgü olan kolajı anlamamız, bir arada tutmamız, koruyabilmemiz ve deÄŸerlendirmemiz için, Ä°stanbul da bu hali ve bir sürü yanı ile, bizimde üzerinden atlaya atlaya yaÅŸadığımız adaları gibi, diÄŸer farklı yaÅŸanan Kurtköy yolundakine benzer adaları ile, farklı renkleri ile önce kabul edilmeyi bekliyor.

K’lar arasında, K’lar ile birlikte, yeni kurulan bir yerinden diÄŸer bir yerine, 16 K ile tarihi, efsanevi silüetinin önüne gelene kadar bile, bir saatlik doÄŸu batı yolculuÄŸunda, Ä°stanbul kendi vucut dili ile ilgili derin, çok önemli ipuçları veriyor, Buket Uzuner’in kitabında, bir barda gözlediÄŸi gençler ve bir kuzey tranvayında tanık olduÄŸumuz, konuÅŸmadan konuÅŸan, elleriyle anlaÅŸan Finli Kızlar gibi.

TakipYazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: büyük harf "V", sayý beþ, küçük harf "y", küçük harf "k", küçük harf "w", büyük harf "B"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız