Köşe Yazısı

Bir Oda

Yazan: Hüseyin Yanar Tarih: 21 Şubat 2008

Bu yazıyı oda seçimlerinden önce kaleme almıştım. Acıların üzüntülerin içinden rengarenk bir sanat çıkaran, kendi halindeki dost bir sanatçıyı uzaklardan bu sütunlarda gündeme getirmek istedim. Sonunda yazıyı tekrar okuduÄŸumda hala devam eden tartışmalar, kan revan içinde kalmış umutları ile Tarja’nın Odası'nı hatırlattı. Yazı RH Sanart Dergisinin 48. sayısı ile aynı anda yayınlanıyor. ”Bir Oda” yı, Tarja’nın Odası’nı bu tartışmalara adıyorum. Adı herkese göre ne anlama geliyorsa mimarlık, ama dürüst bir mimarlık, ama çok renkli bir mimarlık umudu ile.

Sekiz, dokuz yıl önceydi. Sanatçılardan biri, sanat adına bir kediyi iÅŸkence ederek öldürmüÅŸtü. Haberin gündeme bomba gibi düÅŸtüÄŸünü hatırlıyorum. Kedi ile geçirdiÄŸi son anları saniyesi saniyesine videoya çeken sanatçı sonunda hikayeyi bir sanat yapıtı olarak ortaya koymuÅŸtu. Bu olay toplumda sadece sanatla ilgilenen kiÅŸiler tarafından deÄŸil, sokaktaki insanlar tarafından da ÅŸiddetli tepkiler alırken, üzerine bir sürü yazı yazıldı ve bunu yapanı da anında ve belki de bir yaÅŸam boyu meÅŸhur etmeye yetti. Sanatçının istediÄŸi de buydu ÅŸüphesiz. Yaptığı sanatı bir yana, o artık kediyi öldüren bir sanatçı olarak belki de çok genç yaÅŸta Fin Sanat tarihindeki yerini aldı. Sanatın bütün aşırılıkları, kiÅŸisel yorumları, uçlarda dolaÅŸanların yaptıkları bir yana, her zaman onun yanıbaşında olan ve onu gözleyen birisi olarak sadece benim deÄŸil eminim bir sürü kiÅŸinin de can almaya yönelik bu olay karşısında, nutku tutulmuÅŸtu. Helsinki’ye yeni taşınmıştık. Buradaki sanat dünyası ile ilk tanışmamdı. Bu tuhaf hikaye ve hüzünlü senaryosu aklımda kaldı.

Nedense Tarja üzerine yazmaya karar verdiÄŸimde, ilk bakışta bu zavallı kedinin kaderi, sanat adına kurban ediliÅŸi onun yapıtları ile biraraya geldi. Ama Tarja’nınkiler, sanki biribirinden binlerce yıl uzaklıktaki bir çizginin tam zıt tarafındaki bir yerlerdeydi. Tarja’nın sanatı ve yaptıkları sözü edilen sanatçınınkinden çok daha farklı bir çaba. Yukarıdakinin aksine Tarja böyle meÅŸhur olmaların ötesinde kendi hızı ile, kendi taksimetresi ile giden, kendi ile yarışan biri. Fin Güzel Sanatlar Akademisi’nde hocalık yapan, deneyimlerini, yaÅŸadığı hayatı öÄŸrencileri ile paylaÅŸan bir ressam, bir akademisyen ve çok da mütevazi bir kiÅŸi.


"From Colourfields to Fields of Colour", pigmented rubber, plastic paint and rubber shoes, 2003. 
FotoÄŸraf: Petri Virtanen, Snapshots from the DVD by Oliver Walter (named as Tarja Pitkänen-Walter, Solo exhibition, Kiasma Studio K, 2003)


Tarja’nın bir resmini görmüÅŸtüm uzun süre önce. Aklıma ilk gelen Pollack oldu. Onunkileri anımsatan bir halı vardı önümüzde. Ama bu katlanan bir halıydı. Hem duvardaydı hem de yerdeydi. Pollack’ınki gibi savrulan sert hareketler yerine sonbaharda yavaÅŸ yavaÅŸ, biribirinin üzerine düÅŸen yapraklar gibi idi, darbeleri. Biribiri ardına kalkıp konan hassas, milimetrik dökülüÅŸlerdi, çok alışılmamış bir malzemeden, plastikten, her damlası düÅŸünülmüÅŸ gibi bir birikintiydi. Sarının yeÅŸilin, kırmızının, daha bir çoklarının bir sürü tonu, döÅŸemenin bir parçasını, bir tarafı dairesel kontur oluÅŸturan bir parçasını, kaplamıştı. Bir tarafı duvara kıvrılan bir landscape oluÅŸturulmuÅŸtu. Sonra Monet geldi aklıma Pollack’ın yanında, sonra da bizim minyatürler. Perspektif veren o tür bir havası olduÄŸunu düÅŸündüm iki düzleminin kıvrılmasında. Perspektif sanki deforme ediliyordu bilinçli olarak. Kaçarkarı deÄŸiÅŸtiriliyordu. DoÄŸa hem plandı hem cepheydi. Buralara özgüydü sessizliÄŸi ile. Çıt yoktu sanki resimde. HerÅŸeyin ötesinde kederliydi yine buralara özgü bir tarafı ile. Her yerinden kanıyor gibi geldi daha da dikkatle bakınca. Ortaya yerleÅŸtirdiÄŸi, peyzaj ile, adeta kamufle olan bir çift kışlık bot ile, yalnızlık kokan bir havası, derin bir hüznü, derin bir üzüntüsü vardı resmin. Yok olan, bir daha hiç gelmeyecekmiÅŸ gibi botlarını bırakıp giden birinin anı ve anısı vardı sanki. Ama botlar gidenin felaket anında oraya buraya dağılmış ayakkabıları gibi deÄŸil, planlı proÄŸramlı bir gidiÅŸi ya da yalnızlığı hatırlatıyordu. Bu botlarda gidenin anısını yadeden iki ÅŸeydi ya da yalnızlığın. Tam ortada heykelleÅŸmiÅŸ ama bütün panaroma içinde kamufle edilmiÅŸti yaÄŸmurda, karda giyilen iki bot.


Installation view "Painting is the gleam of flesh in our eyes" Kiasma Modern Sanat Müzesi, Helsinki, 2003. 
FotoÄŸraf: Petri Virtanen


Sonra çok geçmeden bu köÅŸenin aslında bir bütünün parçası olduÄŸunu anladım. Hikayenin büyükçe bir odanın içindeki diÄŸer parçalarını bir bir takip etmeye baÅŸladım. Burası Tarja’nın odasıydı. Bu oda, Finlandiya’daki mimari yapıtlar içerisinde adeta nirengi taÅŸlarından bir olan, daha sonra bir çok özel örneÄŸe kapı açtığı söylenebilecek, Amerikalı ünlü mimar Steven Holl’un önemli bir binası, Modern Sanatlar Müzesi, Kiasma’nın yüksek sekiz dokuz metre yükseklikteki bir mekanında tasarlanmıştı. Katlanan peyzaj resim, odanın düzlemleri arasında kendi düzlemlerini oluÅŸturuyordu. Kayalıklardan aÅŸağı iniyordu. DiÄŸerleri de, diÄŸer yapıtlarda Dekonstruktivist bir ÅŸekilde, mesajları ile etrafa savrulmuÅŸtu. Anılar vardı parça parça her yanda. Bir bomba patlatılmış gibiydi mekanda. Yer, duvar, tavan ve kıyılar kullanılmıştı bu patlamalar anında. Mondrian vari dik açısal çizgilerin arasında yer alan iki dikdörtgenin olduÄŸu küçük bir fragman gözüme çarptı. Bu gürültünün arasında döÅŸemede bir yerlerdeydi. Küçük bir parçaydı, modern bir yapıttı. Bu gürültü arasında iÅŸi nedir diye düÅŸündüm. Modernizme bir içten içe bir tepkimiydi. Karşılıklı iki duvardaki giriÅŸ boÅŸlukları, arkalarındaki loÅŸlukla leke oluÅŸturan büyük bir düzlemler, büyük koyu parçalar olarak duvara tırmanıyor ve halımsı lekelerle bütünleÅŸiyordu. Bütün döÅŸeme buÄŸulu gibi gözüken bir pleksi ile kaplanmıştı.


Installation view "Painting is the gleam of flesh in our eyes" Kiasma Modern Sanat Müzesi, Helsinki, 2003.
FotoÄŸraf: Petri Virtanen


Her yer buz tutmuÅŸ havasındaydı. Bir baÅŸka dünya yaratılmıştı. Hafif açılı, dik açısallıktan uzaklaÅŸan yere oyulan halı gibi iki koyu çizgiden birinin sonunda doldurulmuÅŸ bir köpek önünde kalkmış yarı geçirgen buÄŸulu bir duvarla durdurulmuÅŸ gibiydi. Bunun yanındaki diÄŸer koyu renkli halımsı, uzun döÅŸeme kaplamasının iki yanında tasarlanmış bazı parçalar vardı. Uzantısında bir et parçası gibi rengarenk bir resim ya da resimsi bir heykel yatıyordu duvara yakın. Sanki peyzajın resimleri üzerine sinmiÅŸti, kamufle edilme duygusu yaratıyor, Tarja’nın da sohbetimizde vurguladığı gibi, bir gitar kutusu açılımını anımsatan bir havadaydı. Yerdeki diÄŸer koyu çizginin iki yanındaki torbaya benzer objelerden biri dikkat çekiciydi. Sanki eski bakkallarda rastlanacak cinsten aÄŸzı açık yarım bir çuval ve rengarenk içindekilerin düzeni, belki de atılacak çöpün bile önemine dikkat çekiyordu.

Ä°ki düzlemdeki farklı geometrik oynamaların yanında aynen sonuncusu gibi organik sayılabilecek daha serbest yine rengarenk parçaları vardı ve diÄŸer lekelerle kontrast yaratıyordu. Bir tarafta daha önce tanımlamaya çalıştığım yine peyzajda sanki kamufle edilmiÅŸ botların ortada olduÄŸu instalasyon ve karşı tarafta mızraklarla sanki duvara tutturulmuÅŸ bir gövdenin yerdeki döÅŸemeye doÄŸru kan revan içinde kalışını, yere doÄŸru erimesini sembolize eden bir akma vardı.


"Painting: against the wall (the stoning of the mother)", pigmented rubber, iron bayonets, shoes, 2003. 
FotoÄŸraf: Petri Virtanen


Yerlere dökülüyor yayılıyor birikintiye dönüÅŸüyor, peyzaj oluyor ortadaki iki botu boÄŸazına kadar çamura batırıyordu. Yine ayakkabılar oyunun bir parçasıydı, bu defa peyzaj içine gömülmüÅŸlerdi. Genel olarak bu çalışmaya bakınca bakılınca Tarja’nın çok deÄŸer verdiÄŸi birini duvara mıhlandığını düÅŸündüm. Bir ukte vardı içinde ona karşı. Ama mızraklarla düÅŸmesini engellemiÅŸti. Bir heykele dönüÅŸmüÅŸtü. Resim miydi, heykel miydi ama memorial bir tarafı vardı. Bir savaÅŸ hali içinde olan, olmasa da zırhları ve silahlarını kuÅŸanmış OrtaçaÄŸ sövalyelerini andırıyor gibiydi. Yaklaşıldığında spontane olarak seçilebilecek, yakın plan yapılabilecek bir sürü yeri de çok deÄŸerli fragmanlar ve resmedilmiÅŸ parçalardı. Ama bütünüyle akıyordu, eriyordu deneysel iÅŸler yapan Tapie yi aklıma getirdi. Daha sonra Tarja ile ilgili yazılanları okurken bunu annesi ile ilgili bir yapıt olduÄŸunu anladım. Sohbetimizde yaptığının aslında bir yanı ile ait olduÄŸu, eleÅŸtirdiÄŸi sanat kuruluÅŸu üzerine bir yorum olduÄŸunu da vurgulamıştı.


The Flesh of the World (footnotes Rembrandt ´The Slaughtered Ox´, Goya, Abstract expressionism), pigmented rubber, 2003. 
FotoÄŸraf: Petri Virtanen, Snapshots from the DVD by Oliver Walter (named as Tarja Pitkänen-Walter, Solo exhibition, Kiasma Studio K, 2003)


Sonuçta bir baÅŸkaldırıydı, mızraklama olduÄŸu okunuyordu tekniÄŸi ve renkleri ile. Bunu hemen ilerisinde saÄŸ üst duvarda, bir giriÅŸe yakın sanki bizim Topkapı Sarayı’nda kanlı bir ÅŸekilde yok edilen bir ÅŸehzadenin gömleÄŸini anımsatan yine pembeleÅŸen kırmızının ağırlıklı olduÄŸu bir kompozisyon vardı. O da kan revan içindeydi. Bu kanların altında birÅŸeyler vardı.


Installation view "Painting is the gleam of flesh in our eyes" Kiasma Modern Sanat Müzesi, Helsinki, 2003. 
FotoÄŸraf: Petri Virtanen


Mekanın ortasında ise kıpkırmızı olan bir baÅŸka parça sergileniyordu. Ayaklıklarla hafif yatırılmış kapılardan birinden, mekana girene doÄŸru döndürülmüÅŸtü. Yanda yine biraz ileride yine eÄŸimli yatırılmış tahtanın üzerinde sanki askılarından çarmıha gerilmiÅŸ gibi bir baÅŸka gömlek sergileniyordu. HerÅŸeyin, sanki bütün olanların üzerinde, tavana yakın, pencerenin üzerine doÄŸru duvara sürtünmüÅŸ, ortası kırılan bir kırmızı çizgi gidiyordu. Duvardaki kırmızı çizginin sonunda boÅŸta bir parça vardı. Yukarıda, tavandaki mekanda merkeze doÄŸru dönüyor, ÅŸeffaf bir yüzey olarak yine sonunda kullanılmış iki çocuk botuyla biten uçan bir çizgiye dönüÅŸmüÅŸtü. Bu odadaki hikayeyi bütünüyle okuyabilmek için fragmanları bir araya getirmek gerekiyordu. Bu fragmanlar da Tarja’nın odasındaki geçmiÅŸ anılardı, düÅŸüncelerdi. Tarja’nın odasında yapılanlar, objeler olmanın ötesinde sahnenin oyuna katılan parçalarıydı sanki. Yani burada gözleyen, gözlenen kavramı altüst ediliyordu. Bu bölüme girenin kendisi seneryonun kendisi oluyor ve etrafındaki parçaları izliyordu. Yanda, yerde, duvarda, tavanda yer alan bu parçalar bir bütünün parçalarıydı. Burada asılma düzlem deÄŸiÅŸtirme, asma, çekme gibi kavramlar fragmanlar halinde yanyana gelmiÅŸti. Bir anı haritası yaratılmıştı. Bazı semboller daha da ön plana çıkarılmış, ayrılık, birinin anısı, belki de botlarla heykeller gibi yapıtların eksenlerine, orta yerlerine oturtulmuÅŸ kompozisyonlara özel önem kazandırmıştı. Bir kenara koyma, unutma, kafasından çıkarıp atma, yok olma, yalnızlık gibi kavramlar belki de bir araya getirilmiÅŸti. Kırmızı bir tema etrafı kaplıyordu. Kan izlerinin damlaması, sürülmesi, duvarlara sıvanmış gibi görünmesi belki de acılı, üzüntülü anları hissettiriyordu. Her yana dönen düzlemler mekanı güçlendiriyor, bütün bunlar duvarda asılı klasik resimler gibi olmadığı için belki de bakanı sorguluyordu. Oyuna çekiyor, yapıtları gözleyenin yorumlarını istiyor, tepkilerini bekliyordu.

Her ÅŸeye karşın, Tarja’nın bazı yapıtlarını etrafa yayılmış kanları, delik deÅŸik olmuÅŸ örgüleri gördükten sonra içimin biraz tuhaflaÅŸtığını söylemeliyim. Bunlar belki de bakanın çoÄŸu kez içini buran hayatın içinden hikayelerdi. Dışa yansımalarının ötesinde anlamları vardı. Bu dil kiÅŸisel bir tercihti. Önemli olan Tarja varolanları, bir yerde birikenleri nasıl ortaya çıkarıyordu. Nasıl yapıta dönüÅŸtürüyordu. Duygularını ortaya döküyordu. Madalyonun iki yüzü gibi. Bir taraftan soyut olsa da bir taraftan gerçek. Bir tarafta sanat, bir tarafta yaÅŸanan, yaÅŸanmış olaylardı. Kışlık bot botun ta kendisi, kanda gerçek kan. Ama kan soyutlaşıyor, volüme dönüÅŸüyor, kalınlaşıyor, büyüyor, akıyor, yayılıyor, boyanın kendisi oluyor. Boyaları çekiyor, sarkıtılıyor, adeta ölçek deÄŸiÅŸtiriyor, fırça darbeleri devleÅŸiyor. Tuvale konulan fırça darbesi gibi kırmızı, deÄŸiÅŸiyor. Mekanda heykelleÅŸiyor, bazende yayılıyor, hikayelere uygun peyzajın bir parçası oluyordu. Dikkatle baktıkça onları sevdim. Arkasını görmek istedim. Sadece kederli, hüzünlü parçalar olamadıklarını hatta cesaretle kullanılan renkler olduklarını bunların arkasındaki yaÅŸama umudunu, yaÅŸama tutunmayı, neÅŸeyi, çoÅŸkuyu sembolize edebileceklerini anladım daha sonra Tarjanında sohbetimizde vurguladığı gibi.

Tarja genellikle dinleyen birisiydi. Fırtınaları ise yapıtlarındaydı, içinde idi. Özel deneyimlerin, yaÅŸananların hatta kendi özel dünyasının ne önemli bir kaynak olduÄŸunu göstermenin daha da ötesinde, Tarja sadece keyfin ya da sevincin deÄŸil acının, üzüntünün de resmini yapıyordu belki de her defasında özenle ve kat kat. Bir anlamda içinde, içimizde anlatılamıyanları, ama hep çıkmaya hazır belki de hep bir yerlerde olanları çıkarıyor, yapıtlarında bir bir, apaçık bir ÅŸekilde ortaya döküyor bir psikologa anlatır ona danışır gibi onu seyredenlerle paylaşır gibi yerlere duvarlara asıyordu, bütün detayları ile sanki dakikası dakikasına. Ama bu yolla çoÅŸkusunu anlatıyordu. Sohbetlerimizde sözünü ettiÄŸi gibi resim onun için kendisini çevreleyen bir barınaktı, bir bina idi. Bu barınaktaki herÅŸeyi de, hatta eÄŸitimini aldığı modernizmi de, etrafında olanları da, kaybettiÄŸi sevdiklerini de, tuhaflıkları da yaÅŸamın bir parçası kabul ediyordu.

Tarjanın yaptıklarını gözlerken ve onu dinlerken, bir mimar olarak bunların mimarlıktaki karşılıklarının neler olabileceÄŸi aklımdan geçti. Onun gözü ile yapıtlarından aldığım ipuçları ile bakmaya baÅŸladım. Mutlu dekorlarla donattığmız rüya tasarımların yanında, üzüntünün, acıların mimarisi de olabilirmiydi, yer bulabilirmiydi gerekirse, zaman zaman. Hergün TV’lerde, gazetelerde gördüÄŸümüz, bombalanmış delik deÅŸik edilmiÅŸ mekanlar arasında yaÅŸayanların, bugün dünyanın birçok yerinde açlık içinde yaÅŸama tutunmaya çalışan insanların, parasızlıktan bırakın mekanı sadece ayakta kalmaya çalışan insanların mimarisi zaten böyle birÅŸeyler deÄŸil miydi? Ya mimar olarak havalar uçmanın, derin bir sevincin mimarisi, üzüntünün, acının mimarisi, yapılabilir miydi? EÄŸer onu hisseden ya da yaÅŸayan tasarlayıcısı varsa. Tarja’nın yapıtları arasında dolaşırken, masamın yanıbaşındaki son sayıları üst üste biriken 2007 yılının ARK (Fin Mimarlık Dergisi) periyodiklerine ve de yarışma eklerine hızla baktığımda herÅŸey, neredeyse mimarlık adına bütün yapılanların makyajlı yüzler gibi olduÄŸunu, herÅŸeyin tornadan çıkmışcasına, hatta hatta estetik operasyonu yapılmışcasına yaratıldığını, tasarlandığını bir kez daha anladım. Asker postalı gibi her sabah içtima öncesi çilalanan yapıtlar olduÄŸunu düÅŸündüm.

Bütün bunlar güzel olmaya çalışan bol pudralı sanki hiç üzüntülere bulaÅŸmamış üzüntülerini göstermeyen yapıtlardı, ya da onu yapanların, yaptırdıklarına beÄŸendirmek adına, hep böyle olarak, duygularından soyutlanarak belki de iÅŸlerini yaptıkları, ürettikleri, inÅŸa ettikleri yapıtlardı. Tasarım adına hep böyle hatasız, olan gıcır gıcır ÅŸeyler yapmak ya da yapmak istemek bizi acıları üzüntüleri olmayan kuralları çok açıkça konulmuÅŸ, baÅŸka bir fantazi dünyaya mı götürüyordu, gerçek hayattan koparıyor muydu aslında.

Mimari otoritenin, mimari örgünün sadece Finlandiya’da deÄŸil dünya üzerindeki, bir sürü yerde, mimarlık dergilerinde hep sürekli olarak gözlediÄŸimiz gibi bilinçli olarak türlü örnekler arasından çoÄŸu zaman olduÄŸu gibi seçtiÄŸi yüzlerdi, yapıtlardı, cilalanmış hiç hatası olmamaya özen gösterilmiÅŸ, usta, fotoÄŸrafçılar tarafından neresi ne kadar gösterileceÄŸi çok iyi hesaplanarak çekilmiÅŸ yapıtlardı, çoÄŸu zaman insanın kendisinin resmedilmediÄŸi, bilinçli olarak soyutlanmış mekanlardı. Modacıların yarattıkları suni yüzlerdi, mumyalardı. Onlar zaten çoÄŸunlukla üzüntülerin, acıların yansıdığı mekanları ve onun mimarisini göstermek istemezlerdi, o anlar savaÅŸ fotoÄŸrafçılarının, savaÅŸ muhabirlerinin iÅŸiydi. Hiç mi çizgileri yoktu mimari yapıtların insan yüzü gibi. Hiç mi yaÅŸlanmayacak, binlerce yıl kalacak gibi yapılıyorlardı daha doÄŸduklarından tasarımlar. Hiç mi zaafları kötü tarafları yoktu, pırıl pırıl basıldıkları dergilerde. Olamazdı... Bu dünyada, bizim mimarlık dünyamızda belli ki Tarja gibilerine çok yer yoktu. Herkesin öyle ya da böyle yaÅŸadığı acının üzüntünün ya da o tür duyguların bu dünyaya, mimarların özel dünyalarına aktarabileceÄŸi bir ÅŸey de yoktu bu güzellik yarışmalarının arasında. HerÅŸey sonunda, bir ÅŸekilde cilalanmış gıcır gıcır olmalıydı.

Tarja’nın kaleme aldığı spontane bir yaratı anına ve onun uçları açık finaline rastladım onun hakkında bazı okuduklarımda. ÇoÄŸu kez bu deneyimin sanki tasarlarken yeni baÅŸladığımız bir projenin ilk esintileri ile ya da hiç programsız bembeyaz bir eskiz kağıdının önüne oturmamızı hatırlatan bir yanı var. Tarja bir yerlere alıp götürüyordu günün bir anında.

...Kucağımda bir kağıt parçası, elimde bir kalem, sessiz bir ÅŸekilde oturuyorum. Gözlerim mekanda dolaÅŸmamaya gayret ediyor. Relaks bir ÅŸekilde kağıt üzerinde duygusal tahrikten yoksun dinleniyorlar. Özgürce, çok dikkat etmeden, oralı olmadan odaklanıyorlar. Gözlerimin altında, kağıt dümdüz olmaktan çıkıyor, Nefes almayı andıran, mekansız olma durumuna, benimle kağıdın arasında hiç bir farkın olmadığı, çizgi, nokta ve örgünün ortaya çıktığı bir duruma dönüÅŸüyor.

Bu durumda, göz fonksiyonunu yitiriyor. Onun iÅŸlevi artık dış dünyadaki olanları gözleyen fonksiyon olmaktan çıkıyor. Onun iÅŸlevi malzemeyi hissetme ve hayal etme arasında ayrım yapmak deÄŸil. Göz artık tatilde. Sessiz, tepki vermeden o alıyor, boÅŸluÄŸun animasyonuna, dıştan gelenin üzerine projeksiyon edilen, içe dönmenin oluÅŸmasına tanık oluyor.

Göz bu özel anın devamı için, dümensiz bir ÅŸekilde, mekanın ve zamanın koordinatları boyunca yolculuÄŸa yelken açar. Görsel algılama onun kendi tarihi boyunca ileriye, geriye zoom yapabilir. Algılamanın kendisinin esas strüktürünü ÅŸekillendiren, kalıba döken gerekli tekrarını gözlemleyebilir. Ä°ç ve dış arasındaki algılama farklılığının kapısına varır.

Kağıt algılamanın ve aklın bir aynası oldu. Algılama nedir? Bu aklı yansıtan nedir? Özgür bir ÅŸekilde doÄŸan bir imajı yöneten kurallar nedir ? Ve göz ile bu tuhaf gezintiyi gözlemleyen biri olarak bana ne oluyor.

Visit to the Monument to Presence, 1997, Berlin Paper

Tarja’nın yapıtlarında bakan için keÅŸfedilmeyi bekleyen çok yanı vardı. Uçları açık bu yaratı anını açıklayan yazı gibi. Yapıtlarının provoke edici bir tarafı da gözleniyordu. Resimle ya da heykele dönüÅŸen resimle, ona bakanın iliÅŸkisi Tarja’nın ilgi alanı. Bu iki taraf arasında interaktif bir mekanda, bir özel alan yaratmayı hedefliyordu sanki. Çalışmalarında resim sanatındaki geleneksel öÄŸretiye, onun araçlarına farklı biçimlerde baÅŸkaldırılar okunuyordu.


"Painting: Wordless", oilpastels, 2001.
FotoÄŸraf: Sakari Viika

Yuvarlak boyalar, pasteller, krayonlar eleÅŸtirisel bir yaklaşımla bazı tasarımlara dönüÅŸüyor, biraraya geliyor, ÅŸaşı gözler oluyor, çekilip deforme ediliyordu. Tüplerden paletlere, fırça ile sürülüp kanvasa dökülen boyama teknikleri, vuruÅŸları irdeleniyor, boyamanın doÄŸasını deÄŸiÅŸtirmeye yönelik çabalar izleniyordu.


"Painting: Untitled", watercolour cakes, 2001.
FotoÄŸraf: Sakari Viika


Sıradan, kısacık kalmış boya kalemleri diÅŸlerin bir araya geliÅŸini hatırlatan bir düzende yapılmış bir sıralamaya, irili ufaklı krayonlar küçük bir heykele dönüÅŸtürülüyordu.


"Artist´s teeth", watercolour pencil, 2001. 
FotoÄŸraf: Sakari Viika


Bir baÅŸka çalışmada rengarenk yuvarlak boyalar düzeni parçalanıyor, yarılıyor, tuvallerde görülen fırça darbeleri, birikintiler dev ölçeklerde galeri içlerine giriyor, ipleÅŸiyor, duvarlardan yerlere akıyor, birikiyor, üç boyutlaşıyor, peyzajlara dönüÅŸüyor, boyanın sürülmesi adeta ölçek deÄŸiÅŸtirip büyütülüyor, devleÅŸiyordu. Bir klasik resimdeki peyzaj aynı renkleriyle, yeni yorumuyla, çifçisinin küreÄŸi ile galeriye akıyor, diÄŸerlerinde yastıklar kanıyor, karolajın arkasında rengarenk boyalar hapsediliyor, üzerinde resim yapılan ÅŸövalyeler lılıktan kılığa giriyor, boyalar duvarlara sıçrıyor, kağıt üzerinde sınırsız rengarenk noktalamalara gidiyordu.


Detail of "Enlarged Detail (for Greenberg)", pigmented beeswax, 2000. 
FotoÄŸraf: Sakari Viika


Kullandığı malzemelerin özelliklerinden de alabildiÄŸine faydalanmıştı Tarja. Daha önce kullandığı balmumu daha sonra yerini daha daha elastik özelliÄŸi olan çekilebilen, uzayabilen aktıkça akan damlayabilen plastik elyaflı bir malzemeye dönüÅŸüyordu. Kullandığı renklerin duyguları uyarıcı bir tarafı da vardı. Hassas dokunmaları hatırlatan asal renklerin oluÅŸturduÄŸu tasarımlar, kanı anımsatan kırmızılar ve tonları, bu yolla yaralanma, incinme, hatta birilerinin yok olmasını, acıları hatırlatan kompozisyonlar bir araya geliyor, bunlarla birlikte yaptıklarının arkasında çoÅŸkuları da, yaÅŸamanın enerjisini yapıtlarına yansıtıyordu. Sonraki çalışmalarında daha erken yapıtlarında görülen belirgin geometriden, ona özgü formal anlayıştan uzaklaşıyor, formal örgüler yerini sensual tarafı ağır basan yapıtlara bırakmıştı. Onun iÅŸi iç dünyalar ile ilgiliydi. Bilinen formların ötesinde kendi özel formlarını yaratıyordu. Objektif olmanın ötesinde sanatında kiÅŸisel olmaya, kiÅŸiselliÄŸi belirginleÅŸtirmeye yöneliyor, belirgin kalıpların dışında kendi kalıplarını ve sanatını yaratıyordu. Belki de bütün bu çabalarla sanatın bir tarafıyla eÄŸitimini aldığı modernizmden uzaklaşıyor, modernizmin köklerini deÄŸerlerini sorguluyor, gözden geçiriyordu. Yaptığı doktora çalışması da bütün bu çabaların bir uzantısı kendi yapıtlarını teorik olarak incelediÄŸi daha da detaylı bir çalışması oldu.

Tarja’nın yaptıkları genellikle büyük ölçekte, anıtsal iÅŸler deÄŸil. Dev ölçeklerdeki instalasyonlar denemiyor. Dereleri, tepeleri, meydanları kent mekanlarını da kullanmıyor bu anlamda, bazı çaÄŸdaşının yaptığı gibi. Ama atölyesinde, sergilerini halka sunduÄŸu galerilerde, kendi köÅŸesinde adeta özel landscape’ini oluÅŸturuyor. Kendisi için onu çevreleyen özel bir mekan yaratıyor. Bu sadece raflardaki kitaplardan ustalardan deÄŸil kendi özel deneyimlerinden yola çıkarak adım adım gerçekleÅŸtirdiÄŸi bir ÅŸey. Belki de kendisini yaÅŸadıklarını sorguluyor. YaÅŸadıkları, bulguları günlük yaÅŸamından. Aniden kaybettiÄŸi köpeÄŸi onunla birlikte yapıtlarında, annesi de, yakınları da, toplumda olan üzüntü veren günlük bir olayın kahramanları da sanki. Tarja Pitkänen - Walter bunların ötesinde boyamanın doÄŸasını deÄŸiÅŸtirmeye çalışıyor sanki kendi özel vocabulerite’si ile. Bunu yaparken de zorlu, sıradışı çok kolay olmayan, belki de çok cesaret edilemeyen birÅŸeyi gerçekleÅŸtirmeye çalışıyor. Fiziksel mekanın, formal mekanın dışına taşıyor. Resmetmenin, boyamanın kendisini heykelleÅŸtiriyor, ya da adeta resmin heykelini yapıyor mental bir landscape içinde.

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: büyük harf "E", sayý dört, büyük harf "P", sayý sekiz, büyük harf "M", sayý dört

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız