Kiesler’in Evleri
1896-1966 yılları arasında yaÅŸamış olan Frédérick Kiesler, evler üzerinde uzun uzun düÅŸünmüÅŸ, hemen hemen tümü ütopya aÅŸamasında kalan çözümler üretmiÅŸtir.
Kiesler’in ilginç ütopyalarından biri “Sonsuz Ev”dir. Bu evde, mekânı oluÅŸturan duvarlar, döÅŸemeler, yani düÅŸey ve yatay öÄŸeler birbirlerinden kesin olarak ayrılmış deÄŸildirler, birbirlerinin devamıdırlar. Bu evin hatları kadın bedeninin yumuÅŸak hatlarını andırır.
Kiesler’e göre, evin, hele böyle bir evin, Le Corbusier’nin ileri sürdüÄŸü gibi, bir makine olması asla söz konusu deÄŸildir. Bu ilginç mimarın bir baÅŸka ütopyasında ise, uzayda asılı duran evler vardır ve bunlara çatılarından girilir. Tıpkı yüzlerce, binlerce yıl önce Çatalhöyük’teki evlere girildiÄŸi gibi.
İngiliz Evleri’nde Haremlik Selamlık
İngiltere Kraliçesi Victoria, 64 yıl tahtta kalmış ve o döneme damgasını basmıştır. O dönemin İngiliz Mimarlığı da “Victorian Architecture”olarak anılır.
Victoria yeniliklere kapalı, geleneksel deÄŸerlere baÄŸlı, çok tutucu bir kraliçeydi. Onun zamanında kurallar o kadar katıydı, kadın erkek iliÅŸkileri öylesine bir denetim altındaydı ki evlerde haremlik, selamlık düzeni vardı. Tıpkı Osmanlı zamanındaki evlerde olduÄŸu gibi.
Doktorun Evi ve Kenti
İstanbul’un en ünlü belediye baÅŸkanlarından biri olan Dr. Cemil Topuzlu, bu göreve evi nedeniyle atanmıştır. Gerçekten de zamanın sadrazamı Gazi Ahmet Muhtar PaÅŸa, Topuzlu’yu çağırtmış ve bu seçiminin nedenini ona ÅŸöyle açıklamıştır.
Bir ay önce Göztepe Feneryolu tarafında geziyordum. Senin Çiftehavuzlar’daki köÅŸkünü o zamana kadar görmemiÅŸtim. Binanın mimari tarzı, bahçenin tanzim ÅŸekli o kadar dikkatimi celbetti ki, bu Avrupakârî köÅŸk kimin diye meraklandım. Senin olduÄŸunu söylediler. O zaman düÅŸündüm ki, evinin içinde ve dışında küçücük bir Avrupa yaratan adamı Åžehremini yaparsam İstanbul’u imar eder.
Böyle bir gerekçeye ne denir?
Bu konu üzerine düÅŸünmek, bu soruyu yanıtlamak isteyenler için ek bilgi: BaÅŸkanın evi Çiftehavuzlar’daki Büyük Kulüp’e bitiÅŸikmiÅŸ ve mimar Vallaury tarafından yapılmış.
Edison’un Prefabrike Evleri
Thomos Alva Edison bir “mucit”ti. İşi gücü “icat etmek”ti. Elektrikli oy kayıt makinesinden gramofona, elektrik ampulünden akümülâtöre, pek çok ÅŸeyin mucidi olan Edison’un, New York’ta kurduÄŸu imalâthanede aynı anda 40 proje üzerinde çalışılıyordu ve Edison yılda ortalama 400 yeni buluÅŸ için patent baÅŸvurusunda bulunuyordu.
Bu dur durak bilmez mucitten burada söz etmemin nedeni, onun bir ara mimarlıkla da ilgilenmiÅŸ olması; New Jersey’deki bir çimento fabrikasında yürüttüÄŸü çalışmalar, yaptığı deneyler sonucunda, 10 günde 10 odalı prefabrike evler üretebilecek bir yöntem icat etmesidir.
“Unite d’habitation”dan “Cabanon”a
Bunlardan birincisi, Le Corbusier’nin Marsilya’da inÅŸa ettiÄŸi “Unite d’habitation”, dev bir apartman olarak görülebilir; aslında öyledir de. Ama o aynı zamanda, sokaklar, konutlar, alışveriÅŸ merkezleri, otel, jimnazyum, anaokulu gibi mekânları içeren bir kenttir.
Le Corbusier’nin daha baÅŸka büyük yapıları da vardır. ÖrneÄŸin, iÅŸte Centrosoyus binası.
Ama aynı mimarın, Roquebrune-Cap Martin’de kendisi için tasarladığı ve inÅŸa ettiÄŸi “Le Cabanon” küçücük bir mekândır, minicik bir kulübedir, bir evciktir. Bunun yüz tanesi bir araya gelse bir “Unite d’habitation”oluÅŸturamaz.
Öyle görünür ki, Le Corbusier bunların ikisini de sevmiÅŸtir. Tıpkı Domino Evi’ni de, Ronchamp Åžapeli’ni de sevdiÄŸi gibi.
Turner Brooks adlı bir mimarın ÅŸu satırlarının, bu yazının konusuyla çok baÄŸdaÅŸtığını düÅŸünüyorum. Åžöyle diyor Brooks:
Aslında ben yaÅŸamım boyunca, hep, kıvrıla kıvrıla, sonsuzca uzanıp giden koridorları, derinliklere açılan, birbirlerinden uzak odaları saran labirentimsi mekânları, katları bulunan, gizemli ışık kaynaklarıyla aydınlatılmış ÅŸatolar tasarlamayı düÅŸlemiÅŸimdir. Aklımın bir köÅŸesinde, hep, büyükbabamın, büyükannemin oturduÄŸu Victoria Çağı evi vardı. Bu evlerde, insan kömür yığınlarıyla dolu zifiri karanlık mahzenden, […] tıkabasa dolu, küf kokan büyüklerden kalma eÅŸyaları ve anıları içeren tavanarasına çıkarak, inanılmaz bir yolculuk yapabilirdi.
Bu sözler Turner Brooks’un büyük evleri sevdiÄŸini göstermektedir.
Ama Brooks küçük evlerin de sevdalısıdır. Bunu, onun aynı yazısında yer alan ÅŸu sözlerinden de anlıyoruz.
Bunlar peyzajın içinde kendilerine güvenerek yer alan, saÄŸlam, kendileriyle gurur duyan küçük binalardır.
Sonra, küçük evin küçüklüÄŸü ile ilgili ve gerçekten harika olan bir ÅŸey vardır. Orada, peyzajın içinde yalnız başına duran küçük ev, mimarlığın sunabileceÄŸi en hareketli imgelerden biridir. Geceleri, o, sıcacık parıldayan, pencerelerinden saçılan ışıkla, kocaman, karanlık peyzajın içinde kendine bir yer edinen, küçük, sımsıkı dopdolu bir nesnedir.
Küçük ev, en fazla, ana öÄŸelerle yapılmış ve temel barınak olan bina kavramıyla iliÅŸkilidir. O, ana rahminin güvenli mekânıdır, tanıdıktır, koruyucudur ve rahattır. En doÄŸrudan anlamıyla küçük ev, bedenimizin bir uzantısıdır.
Baltayla Testereyle Yapılan Evler
Çok büyük, çok gösteriÅŸli evleri sevenler vardır. Bunların evleri dünyaca ünlüdür, dillere destandır. ÖrneÄŸin, Neron’un Roma’da yaptırdığı Altın Ev böyle bir evdir. Sultanahmet’teki İbrahim PaÅŸa KöÅŸkü de öyledir.
Kimileri ise bu tür evlere karşıdırlar. ÖrneÄŸin, bir baÅŸka Roma İmparatoru, Augustus bunlardandır. Onun, Julian’ın yaptırdığı evi fazla lüks bularak yıktırdığı söylenir.
Likurgus da koyduÄŸu ünlü yasalarla, Atina’da, pahalı ve lüks evlerin yapılmasını yasaklamıştır. Bu yasak o yasalara çok ilginç bir biçimde, ÅŸöyle yansır: Atina’da yapılacak evlerin çatılarının, kapılarının yalnızca balta ve testere kullanılarak biçimlendirilmesi gerekmektedir. BaÅŸka herhangi bir aletin devreye sokulması yasaktır.
Stalin ve Kır Evi Daça
Asıl adı İoseb Vissarionoviç CugaÅŸvili olan İosif Stalin, yoksul bir Gürcü köylüsü olarak dünyaya geldi. Çocukken, köyün sokaklarında yalınayak dolaÅŸtığını ve bir ayağında syndaktili bulunduÄŸunu, yani ayak parmaklarının yapışık olduÄŸunu, bu nedenle arkadaÅŸlarının onunla alay ettiklerini, ÅŸimdi anımsayamadığım bir kaynakta bir zamanlar okumuÅŸtum.
Bu çocuk yıllar sonra İosif Stalin olacak ve uzun bir süre Kremlin’i mesken tutacaktır. Orası onun evi olacaktır.
Ne var ki, kızı Svetlana Alliluyeva’nın mektup biçiminde yazdığı anılarını okuduÄŸumuzda, Sovyet diktatörünün orada yaÅŸamayı çok fazla sevmediÄŸini, ülkenin çeÅŸitli yerlerine dağılmış olan “daça”ları yani kırsal alanda yapılan küçük evleri, yeÄŸlediÄŸini öÄŸreniyoruz.
Bunlardan biri Kuntsevo’dadır. Svetlana onunla ilgili olarak anılarında ÅŸunları yazmıştır:
Babam mülkiyete aldırmazdı. Katı bir yaÅŸam sürdü ve ona ait ÅŸeyler, onun hakkında çok az fikir verir. Arkada bıraktıkları evi, odaları, apartmanı onun nasıl bir insan olduÄŸuna deÄŸin bir ipucu vermez.
Bu savın çok doÄŸru olduÄŸu söylenemez. Zaten Svetlana Alliluyeva bu sözünü daha sonra geri almıştır. Svetlana anılarını ÅŸu ilginç saptamalarla sürdürür:
Babam onu [Kuntsevo’daki daçayı] tekrar tekrar yaptırdı. Herhalde iç huzurunu yakalayamadığı için; çünkü aynı ÅŸey bütün evlerin başına geldi. Güney’e dinlenme kaçamaklarından birine giderdi ve ertesi yaz tekrar gittiÄŸinde, bütün ev […] deÄŸiÅŸtirilmiÅŸ olurdu. Ya ona göre çok az güneÅŸ ışığı vardı veya gölgede bir teras gerekiyordu. Bir katsa, ikinci kat gerekiyordu; yok iki katlı ise birinin yıkılması gerekiyordu. Kuntsevo’daki daçada da böyle oldu. Åžimdi iki katlıdır. İkinci katta kimse yaÅŸamadı. Babam yapayalnızdı […] İkinci katı 1948’de yaptırdı. Ertesi yıl Çin’den gelen bir kurula büyük odada bir kabul verdi. İkinci kat bir daha kullanılmadı.
Babam alt katta yaÅŸardı. Gerçekte bir odada yaÅŸardı ve onu her ÅŸey için kullanılabilir biçimde yaptırmıştı. Geceleri yatak yapılan sedirde uyurdu, onun yanındaki masada telefonları vardı. Büyük yemek masası dokümanlarla, gazeteler ve kitaplarla doluydu. Yalnız olduÄŸunda bir ucunu yemek için kullanırdı.
Cam Evler
Eskiden kerpiç evler, taÅŸ evler, ahÅŸap evler vardı. Ama cam evler yoktu.
Sonra, onlar da oldu.
Yahudi Kralı Süleyman’ın görkemli evi bir cam ev deÄŸildir hiç kuÅŸkusuz; ama Kutsal Kitap’ta bu evin camla iliÅŸkisinden söz eden ilginç bir öykü vardır. Bu öyküye göre Süleyman, Sebâ ülkesinin kadın hükümdarı Belkıs’ı hüthüt kuÅŸuyla gönderdiÄŸi bir mektupla evine davet etmiÅŸ ve konuÄŸunu, tabanını camla kaplattığı bir salonda karşılamıştır. Sebâ Melikesi Belkıs, o cam döÅŸemeyi su sanmış ve oradan geçip Süleyman’ın tahtının yanına giderken ıslanmaması için, giysisinin eteklerini toplamıştır. Bu yanılgının Yahudi Kralı’nı çok keyiflendirdiÄŸini söylemek yanlış olmaz.
Sonra, Mies van der Rohe’nin 1945-1951 yılları arasında ABD’nin İllinois Eyaleti’nde inÅŸa ettiÄŸi “Farnsworth House”. Evet, bu ev de bir cam evdir ve onun içinde yaÅŸamak hiç de kolay deÄŸildir. O kadar ki evin sahibesi doktor Edith Farnsworth, evin mimarı Mies van der Rohe’yi mahkemeye vermiÅŸtir.
Ve Philip Johnson’nın 1949-1950 yıllarında New Canaan, Connecticut’da kendisi için yaptığı cam ev. Cam evlerin en ünlüsü belki de budur.
Türk mimar Åževki Pekin’in de, Dikili’de bir cam evi vardır.
Bu tür yapılardan söz açan bu yazıda, Rus yazar Yevgeni İvanoviç Zamyatin’i anımsamamak olmaz. Zamyatin, gemi mühendisliÄŸi eÄŸitimi görmüÅŸ, ama bir yandan da romanlar, öyküler, oyunlar yazmıştır. Uyezdnoe (Bir TaÅŸra Öyküsü), Na kulickah (Dünyanın Sonunda), Ostrovityane (Adalılar) bu ilginç yazarın yapıtları arasında yer alır.
Ama Zamyatin’in Mıy (Biz), adını taşıyan ve bir karşıt ütopya olan kitabı en ünlü yapıtıdır.
Bu kitapta, insanlar saydam cam duvarların arkasında yaÅŸamakta ve her an devlet tarafından denetlenmektedirler. Orada cam, bir kâbus haline dönüÅŸmüÅŸtür. AÅŸağıdaki alıntının bu savı kanıtladığını düÅŸünüyorum.
Cam merdivenleri çıktık […] Cam raylar üzerinde yavaÅŸça kayan cam vinçler[…] Camın arkasında aptal bir hayvan bulanık gözlerle alık alık bana baktı […] Herkes cam kafesinde korkudan çömelmiÅŸ bir ÅŸeyler bekliyor[…] O kadın içeri getirildi. Benim önümde ifadesi alınacaktı. Hiç konuÅŸmadı. Sadece gülümsedi. DiÅŸlerinin çok keskin ve beyaz olduÄŸunu fark ettim. Bu onu güzelleÅŸtiriyordu.
Sonra Cam Gaz Odası’na sokuldu. Yüzü bembeyaz oldu; gözleri kara ve iri olduÄŸu için, bu onu daha da güzelleÅŸtiriyordu.
Gerçeküstücülük (Sürrealizm) Akımı’nın kurucularından André Breton’a gelince, onun da bir cam evi vardır.
Breton’un yalnızca evi camdan deÄŸildir, evin içindeki yatak, yatak örtüsü de camdandır.
Bu da Breton’un cam evinin, Philip Johnson’un ya da Mies van der Rohe’nin cam evinden daha cam bir ev olduÄŸunu gösterir.