"Ve artık gözlerime inanamaz olduÄŸumda,
iÅŸte o zaman hafızama güvenebilirim." 1 W.G.Sebald, Vertigo
Bu günlerde ne zaman yazmaya kalkışsam, cümlelerim beni ÅŸaşırtacak kadar birbirine karışıyor ve bir baÄŸ kuramayacağım kadar iliÅŸkisiz kalıyor. Aslına bakarsanız bir süredir okuduÄŸum ve izlediÄŸim herÅŸey, ben onları yok farzetmeye çalıştıkça inadına hafızamda yer almaya çalışıyorlar. Fakat hafıza denen ÅŸey bütün bu anlaşılması zor geliÅŸmeleri nereye ve hangi sırayla dizmesi gerektiÄŸine bir türlü karar veremiyor. İşte sanki benim dışımda geliÅŸiyormuÅŸ gibi olan -ya da elimde olan/olmayan- bu sebeplerle yazamıyormuÅŸ gibi hissederek yazıyorum. Biraz bulanık, biraz puslu ve hatta kirli bir hava estirerek...
Karışık hafızamın bir yanında hep yerini koruyan ve her defasında farklı okunabilecek bir karikatürü vardır Tan Oral'ın... Nedense “Le Corbusier”e benzettiÄŸim bir adam mimarlığın simgesi haline gelen “megaron” içinde, üzerinde düzenli ÅŸekilde sıralanan cetvel, kağıt, kalem gibi bazı imgelerin de etkisi ile “çizim masası” izlenimi veren bir masada çalışmaktadır. Dışarı ile hiçbir baÄŸ kurmak istemeyerek ya da kuramayarak, belki de o daracık kapıdan içeri her an biri gelecekmiÅŸ gibi bekleyerek... Ama bu kapı ne birinin içeri girmesini, ne de dışarı çıkmasını saÄŸlayacak kadar geniÅŸtir. İnce bir “aralık” ya da bir “delik” ötesinde deÄŸildir.
Peki bu karikatürü sen nasıl çizerdin deseler, içini daha da daraltır mıydım, yoksa duvarlarını iyice kalınlaÅŸtırır ya da yükseltir miydim?
Hafızam beni yine köÅŸeye sıkıştırıyor... Tam açıklayamadığım sorular hatırlıyorum... Cümleler dağılmaya baÅŸladı yine... Megaronun içinde ya da dışında olmak... İçeriyi dışarıdan ayıran duvarlar mı gerçekten... Belki de dışarı ile sınırı oluÅŸturan asıl ÅŸey, içeriyi olabildiÄŸince daraltmak ve içeridekini tekleÅŸtirmek. Bunun anlamı iktidar kurmak ya da kurduÄŸunu zannetmek mi? Hafızamdan bazı fısıltılar geliyor yine: “İktidarın neresinde durmak istediÄŸinden kendisi de bir türlü emin olamayan birileri, temsil ettiÄŸi meslek birliÄŸini –silahlı kuvvetler gibi bir yapı ile kıyaslayarak- bir iktidar koruma aracı olarak tanımlamış olabilir mi?
"Sanatın sahnelenmesine engel olmaya çalışan bir iktidar karşısında, gösteri yaparcasına yıkım araçlarının önüne bedenini dahi serebilecek birileri, diÄŸer yanda aynı iktidarla yapılacak bir anlaÅŸma ile kimlerin ne kazanacağı belli olmayan baÅŸka bir inÅŸai eyleme, bir yeni sahne inÅŸaasına -önceki yıkım eylemindeki tavrını sorgulamadan ve unutarak- destek verebilir ve aynı iktidarla yanyana durabilir mi?"
Hep bir ÅŸeyleri birilerinden korumaya çalışmak, bu koruma adına savaşın her türlü tekniÄŸini mübah görebilmek, bugün birÅŸeye karşı dururken dün ne yaptığını unutmak... Yine bir gazete haberi hatırlıyorum. Adaplı olmayan ÅŸekilde ya da bizlerin (?) alışık olmadığı bir ÅŸekilde denize girmek isteyen öteki kentlileri eleÅŸtiren bir yazar, diÄŸer yazarlar tarafından neredeyse afaroz ediliyor. Üstelik yazarın, bu soyunma tarzına ve farklı kılıklarla denize girmek isteyenlere gösterdiÄŸi tavır ve ifadeler “katıksız faÅŸizim” olarak niteleniyor. Bugünlerde kamuoyundaki tartışmaları düÅŸünüyorum da... Yine kafam karışıyor ve hafızam bulanıklaşıyor... Asıl savaşın ne olduÄŸunu kaçırıyorum ben galiba...
“War doesn't determine who is right, war determines who is left.” (B. Russell)
Geçenlerde bir Pazar günü, hem de güpegündüz bir rüya gördüm. Megaron'un içindeyim. Ne nasıl girdiÄŸimi hatırlıyorum, ne de nasıl çıkabileceÄŸimi biliyorum. İçerden mi dışardan mı geldiÄŸini anlayamadığım pis bir koku var. Kıstırılmış gibiyim, ama bir yandan sorumluluklarım nedeniyle orda olmam gerektiÄŸinden de eminim. Dalgalanan bir bayrak var, herkes onun içeride olduÄŸunu sanıyor ama aslında dışarıda dalgalanıyor. İşte asıl kavga da o bayraÄŸa ulaÅŸmak... Fakat neyin gerçek neyin sanal olduÄŸu ve kimin nerede olduÄŸu çok karmaşık. DüÅŸününce anlıyorum ki o kadar da karışık deÄŸil: Bu megaronu yapan ve içine beni koyarak “mimar” rolünü veren, iktidarın hep sahibi olan “Tanrı-Mimar” deÄŸil mi?
“Welcome to the desert of the Real" (Matrix)
Uyandım güpegündüz, her kıvrımı baÅŸka tonda beyaz perdelerime bakarak,
İçerden mi dışardan mı geldiÄŸini anlayamadığım pis bir koku var hala etrafta...
Meslek sorumlulukları nerede baÅŸlayıp bitiyorsa, bu megaronun içinde-dışında olmak da orada mı baÅŸlıyor acaba? EÄŸer hala uyanamadıysam ve hala megaronun içindeysem, yanyan dursam ve nefesimi içime çeksem ÅŸu aralıktan geçebilir miyim? Gazetede baÅŸka bir haber var, geçenlerde yaÅŸanan bir kaza hakkında... Rögar çukuruna düÅŸen bir çocuÄŸun ölümü ile alınan karar ve cezalara temel oluÅŸturan suçlama... Karardaki ifade aynen ÅŸu: “Cana kast eden ihmal” Yıllar önce galiba İzmir'de yoldaki bir çukura araçları ile düÅŸen ve çaresizce hepimizin televizyonlardan boÄŸulmalarını seyrettiÄŸimiz aile hakkındaki kararı ise hatırlayamıyorum bir türlü... Bir yandan karşı olduklarımızı yıkmaya çalışsak da inÅŸa etme egomuzu bastıramadığımız için yaptıklarımızla, kaç tane çocuÄŸun hayatını ciddi anlamda etkileyecek ve cana kast edecek hatalar yapıyoruz? Megaronun içinde/dışında olma ÅŸavaşı sırasında bunu düÅŸünecek vaktimiz olacak mı gerçekten? Hafızam ÅŸimdi bana yardım etmek istemiyor...
Le Corbusier'in bir tür manifesto olan “Bir mimarlığa doÄŸru” kitabının içindekiler listesi ilginçtir. Nabız yoklaması baÅŸlığıyla ilk sözünü söyler ve ara baÅŸlıklarda “mühendis estetiÄŸi mimarlık, mimar beyefendilere üç anımsatma, düzenleyici çizgiler, görmeyen gözler” gibi tanımlar koyarak, “mimarlık ve devrim”' sözleri ile kitabı noktalar. Bugün bu baÅŸlıklara sadık kalarak, hatta onun söylediklerinin tam aksini bile söyleyerek, mimarlığın içinde bulunduÄŸu güncel sorunları deÄŸerlendiren bir kitap yazmak hala mümkün... Her ne kadar Le Corbusier kendi felsefesi adına konuÅŸuyor olsa da, mimarlığı bir iktidar aracı yerine, devrim için bir yol olarak hayal etmek güzel... Ama benim en çok sevdiÄŸim Corbusier'in “mimar beyefendiler” sözleri ile meslektaÅŸlarına sesleniÅŸidir ... Bu sözlerinde ustaca ve çok ince bir ifade vardır kanımca.
Yıllar önce bir sahaftan aldığım ve ismini baÅŸka bir yerde görmediÄŸim Umran Nazif'in hikayesinde bir karakter olan Åžefkati Bey'in ÅŸöyle bir gar saatine bakıp ve ardından ÅŸapkasını çıkarıp veda ediÅŸi gibi çekileyim huzurlarınızdan... Megaronun neresinde durursam durayım, onunla yanyanalık durumunun dahi beni rahatsız ettiÄŸini vurgulayarak... Yukarıda soru gibi görünen ÅŸeyleri cevaplamamanızı dileyerek... Küresel bir uzlaÅŸma sayılabilecek evrensel saat sisteminden kendini çıkaran ve simgesel/düÅŸünsel anlamda üzerinde düÅŸünülmesi gereken bir eylemde bulunan Hugo Chavez'in öngördüÄŸü gibi saatimi de yarım saat geriye alarak...2
“MİMAR Beyler, banliyö t(i)reninin kalkmasına bir ÅŸey kalmadı, Bendeniz müsaadelerinizi rica edeceÄŸim.” 3
-------------------------------------------------------------------------------
1 Emre Ayvaz, Kitaplık 74'deki 'Tarihin iktidarı, hafızanın muhalefeti' başlıklı yazısından alınmıştır.
2 http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2007/12/071209_venezuela_clocks.shtml saat değişikliği hakkında haber linki.
3 Mimar kelimesi benim tarafımdan Åžefkati Beyefendi'nin sözlerine eklenmiÅŸtir.