Kaçmak, öteki canlılara göre kıyaslanırsa, insanın bilgelik kazandığı tek yetenek olmalıdır.
Elias Canetti, diyor ki, “Kaçmak eylemi insana ait tabiattaki tüm canlılar arasında görülebilecek en geliÅŸmiÅŸ yetidir...”
Romanya’nın, bizde Köstence diye bilinen liman kentinde, 20.yüzyıl başı doÄŸmuÅŸ, Naziler iÅŸgal edince ailecek oradan kaçmış, yaÅŸamı boyunca her ÅŸeyden kaçmaya ürkek hazırlığında durmuÅŸ bulunan romancı-yazar-düÅŸünür Elias Canetti, “Kaçamayan insan,” diyor, “o nedenle, kısa sürede hasta olur, melankoliye yakalanır. İnsanın özgürlüÄŸü kaçabilme yeteneÄŸindedir...”
Kaçmak eylemi böylesine önemli görülünce, insanın kaçtığında sığınacağı yerlere özen göstermesi, önem vermesi de kaçınılmaz olacaktır.
Kaçmak yetmez, kaçınca gidip saklanmak gerekir; aksi hâlde, paçayı kaptırması iÅŸten deÄŸildir...
“Yakayı ele vermek” istenmiyorsa, kaçınca sobelenmemek üzere zula yerlere gereksinim bulunur.
Ce-eee, yahut, İngilizce’nin moda olduÄŸuna bakarsak Peek-a-boo diye, birisi tarafından çat kapı enselenmemin yolu kolay deÄŸildir. Saklanacağınız yeri önceden kılı kırk yararak, ipe un serip doludan alıp boÅŸa, boÅŸtan alıp saÄŸdaki kefeye koyarak hesap etmeniz, kerterize yatıp pusulasını iyice belirlemeniz gerekir.
Bütün bu navigasyonlardan sonra çapa atılmalı, yelken indirip rüzgâra yatılmalıdır; küpeÅŸteye usturmaçaların sallandırılması, tüm bunlardan sonradır...
Yoksa, elim sende, sobeeee olur...
Saklanmakla saklambaç oyununu karıştırmanın sakıncası da iÅŸte buradadır. Saklanmak, oldukça bilgelik isteyen bir iÅŸtir, dalga geçmeye gelmez, hafife alanın başına iÅŸ açar.
Bu yazının gidiÅŸinden huylanıp, yazarında suçluya yataklık yapma niyetleri aramaya kalkan olursa, onlara bu dedektiflik hevesleri için avuçlarını yalamaktan baÅŸkası kalmayacaktır. Bizim amacımız adam gibi adam olup başını dinleyecek yer arayanlara, kendi varlığını yalnızlıkla çoÄŸaltma felsefesine Sokrat olgunluÄŸuyla el atanlara, evlerin saklı odalarındaki kuytu köÅŸelerin kapalı dolaplarında yer göstermektir.
Sinema salonumuzda yer göstericiliÄŸin bahÅŸiÅŸi olarak, bu yazı okunup bitince, “Aferin ne iyi yazmış,” diye gönlünüzden ne geçerse, üç kuruÅŸluk takdirleriniz kabul görecektir. Fazlası istenmez!
BaÅŸkalarının yaÅŸamını -hele bizim toplumumuzda- didik didik edenlerden kaçanlara yol göstermenin herhalde yataklık suçu sayılmaması gerektiÄŸi inancıyla burada, bilge insanlara ışıkları sönük koridorlarda, “Buradan buyrun” denmektedir.
Nereye böyle: Kitaplıklara!
Kitaplıkların evlerde bir sığınak, bir küçük tapınak, adı konmamış bir pagoda, kapısından içeri abdestle girilen bir mescit, hatta erken hıristiyanlık döneminin katakombu, İran’da yüz bulamamış bir Bahaî ibadethanesi, altı kollu ÅŸamdanıyla Hanukkah bayramı kutlanan Sinagog, Budistlerin nirvanaya ulaÅŸtıkları buhurdanlık, yerlilerin voo-do ayini yaptığı aÄŸaç kovukları olduÄŸunu bilmeyen yoktur.
Dikkat edilsin, evinizdeki kitaplığa bir konuÄŸun yaklaşımına bakınız, çekinceli adımlarla âdeta fısırdayarak, baÅŸtan sona dikkat kesilip kütüphane odanıza girerler. Orası size ait bir bilgi tapınağıdır, bunu bilerek adım atacaklardır. Siz, oradaki saklı odanızı konuÄŸunuza açan ev sahibi, Agiasophia’yı gezdiren mihmandardan baÅŸkası deÄŸilsinizdir.
O saklı odaların gölgelenmiÅŸ kutsal kitaplıkları, dünyanın bu katakulli ve kıllı kışlı hâllerinden bıkıp “Aç koynunu ben geldim” diye oraya yel yepelek koÅŸturan inziva hastalığına ihtiyaç duymuÅŸ sahiplerine, bazı bazı, hiç yüz vermezler.
Saklanma yeri olarak önceden tasarlanmış bir kitaplık gün gelir, bazen, ama her zaman deÄŸil, ihanet bu ya, kendisini sayfa sayfa, fasikül fasikül cilt cilt, külliyat külliyat biriktirenlere kötülük eder.
Bunlardan birisi, kütüphanesini kış yaklaşırken kuru ve sıcak tutmak isteyen din adamı Daniel Talcott’tur. 19.yüzyıl sonlarında, ABD’nin Maine eyaletindeki Bangor kasabasındaki evinde, kitaplarını üÅŸümesinler diye ısıtmaya mangal yakarak kalkışan bu mangal yürekli kitapsever adam kendisi soÄŸukta, dışarda kalıp zatülcenpten hık diye ölmüÅŸtür.
52 adet deve üzerindeki sandıklarda parÅŸömen ve papirüs kitaplarını arkası sıra, peÅŸinde gezdiren Büyük İskender, bu kitap hamulesinin birgün başına bela olacağını önceden kestirip, onları başından defetmeye yer aranır. Zira koskoca bir imparator olmasına karşın, gel gelelim, başını dinleyeceÄŸi bir saklıhanesi bile yoktur. Zaman merakında kalanlara tarih olarak İsadan Önce 333 yılı gösterilecektir, Saatli Maarif Takvimi hesabıyla...
İskender, Likya’yı iÅŸgal edince, bir tek Phaselis kentinden yüz bulduÄŸu için kent kütüphanesine bütün kitaplarını hediye etmiÅŸtir; iki kitap hariç! Bu iki kitabın hangileri olduÄŸunu bilmeleri, tahmin edip tombalaya koymaları için okurlarından yanıt bekleyen yazar, torbadan ÅŸu yanıtları çekecektir: Bodrumlu tarih baba Herodotus’un Tarih Kitabı ve ÅŸimdi sıkı durun, Homeros’un Odysseus’u... İskender, Truva Savaşı’nın İlliada destanına yüz vermemiÅŸtir!
Büyük İskender kitaplarını develerin yükünden indirdi diye çok yaÅŸamamış, ertesi yıl sıtmadan ölmüÅŸtür. Kitapları arasında Bergamalı Galenos’un ve İstanköylü Hipokrat’ın tıp kitaplarına eyvahlar olsun diye bakınan, ama bulamayan doktorları bu yüzden reçetesiz kalmışlar, tanı ve tedaviyi bulamamışlardır. O sırada Galenos ve Hipokrat, Phaselis kütüphanesinde püfür püfür Akdeniz havası almaktadır.
Saklı odalarında kitaplarını biçim biçim, cins cins, tür tür sıralayıp sonra onların karşısına geçip, aÄŸzı bir karış açık hayranlığıyla seyre dalanlar da bulunur. İngiliz deneme yazarı Samuel Pepys, bir centilmenin en az 3 bin kitabı olması gerektiÄŸine kafayı takmıştı, bir de kitapların boyutlarına göre küçükten büyüÄŸe doÄŸru raflarda yerini almasına... Kitaplığının en üst raflarına ulaÅŸmak için, hani ÅŸu panayırlarda, sirklerde görülen tahtadan uzun bacaklı adamların kullandığı tarzda ayaklıklar yaptırmış, onlara çıkarak, kazasız belasız tavana en yakın kitaplarına ulaÅŸmıştır. Yıl, 1600’lerin başıdır...
Kitaplarını, saklı odalarında sınırlı tutanlar da yok mudur, Gottfried Wilhelm Leibniz gibisi olunca, vardır. Matematikçi Leibniz saklandığı odasında sadece dokuz ünlü yazarın kitaplarını koruyordu; Yunan ve Romalı edebiyatçılarınkini... Bu hikâye, 17.yy’a aittir, not edilsin...
Akıllara sezâ bir saklı oda bilançosu ÅŸimdi sırada beklemektedir. İngiliz sörlerinden Thomas Phillipps’in kitaplığını saklı tutacak, kuytusuna alıp kapalı dolaplarda bekletecek yer bulması bir sorun olmuÅŸtur. Sir, 100 bin kitaba sahiptir! 60 binden fazla el yazması eser bu rakamın dışındadır, yanlış anlaşılmasın... 1864 yılında, bu ÅŸatoyu sevmedim, ötekine gidelim diyen hanımını kıramayınca, kitaplığı taşımak için 160 kiÅŸilik bir hamal bölüÄŸü, 100 atın çektiÄŸi araba filosu bulmuÅŸtur. Yılları hep unutacak mıyız, 1864 yılıdır!
Harvard Üniversitesi’nde, 1909’da yapılan bir araÅŸtırmanın sonucuna bakılırsa, bu türden saklı oda kurmak isteyenlerin en azından sahip olmaları gereken kitap sayısı, suyunun suyuna tirit misali, sadece 25 adet olmalıdır. Bu yirmibeÅŸ adet kitap arasında İncil, bir sözlük, bir atlas haritası, Shakespeare’in yapıtları, hatta Goethe’nin Faust’u ve Adam Smith’in Ulusların ZenginliÄŸi vardır. Yazarınız bu 25 kitabın arasında Karl Marx’ın Das Kapital’i var mıdır, diye, tırım tırım tırmanmış, ÅŸeytan aldı götürdü satamadan getirdi nakaratıyla aranmışsa da bulamamıştır.
Åžimdi, Büyük İskender’i tekrar anmamız gerekecektir. Onun heveslisi olan Napolyon savaÅŸ dışında iyi ÅŸeyler de yapardı. Kitap düÅŸkünü olduÄŸuna bakılırsa, Napolyon’un da bir saklı odası olmalıdır. Ne ki saklıhanesine pek adım atamamış, bunun yerine cepheden cepheye, o savaÅŸtan bu meydan muharebesine diyerek kitaplarını arkasında gezdirmiÅŸtir. Kırk cilt dini kitap, kırk cilt destan, altmış cilt ÅŸiir kitabı, yüz adet roman, altmış cilt hikâye kitabı, yüz cilt tarih eseri Napolyon’un sandıkları arasında saklıdır... Bu olanlara tarih vermeye gerek kalmaz, söz konusu Napolyon oldukça...
Saklı odasını arkasında gezdirenlerden birisi de ünlü Afrika kâÅŸifi, gezgin Henry Stanley’dir. Kongo ormanlarında yamyamlar arasında tamtam çalınırken o kitaplarıyla çadırında saklı kuytulara kaçmıştır. 1870’de balta girmemiÅŸ ormanlara 80 kilogramı bulan kitapları girmiÅŸtir ki aralarında Shakespeare de vardır. Stanley bir kabile reisinin isteÄŸi üzerine Shakespeare’lerden bir tanesini yakmış, buna sonradan çok üzülmüÅŸtür.
Afrika safarilerine meraklıların saklı çadırlarından birini sırtlanan Theodore Roosevelt, 1909 yılıdır, kitaplarını domuz derisinden ciltletir, sayfaları mumlatır, saklı hazinesini koruma altına alır. GelmiÅŸ geçmiÅŸ tüm Amerikan baÅŸkanları gibi kendi kütüphanesini kurup sonradan halka açan Roosevelt, bu domuz derisi kitapları orada sergilemiÅŸtir. Hangileridir diye merak edenler, kütüphaneye gidince, Roosevelt’in Afrika’da Mark Twain ve Charles Darwin okuduÄŸuna tanık olurlar. Daha baÅŸka yazarlar da vardır, domuz derisine sarılmışlardır...
Zaten, oldum olası, kitaplık oluÅŸturmakla -saklıhane kuytusu yaratmakla- o kitapları göstermek, ortalığa çıkartmak arasında hep bir karşıtlık, çeliÅŸkili bir ilinti vardır.
Bir yandan kuytusunun derinliklerine çekilmeyi isteyen kitapsever kaçık-kaçak, öte yandan bir punduna getirip kitaplarını baÅŸkalarının merakında merceÄŸe yatırmaya hazır bir teÅŸhirci görülür. Bu çeliÅŸkili davranışı yorumlaması çok basittir: Kaçmak eylemi kitap dünyasında caddeden çıkar, labirente sapar, sık sık çıkmaz sokaÄŸa dalar, saklıhanesinde okuyan böylece yorulur, bundan bıkar, gidip teslim olmaya karar verir.
Bıktığında onu ödüllendirecek, tekrar yüreklendirecek tek ÅŸey, dışardakilerden –haricilerden- birinin içeri kabul edilmesiyle baÅŸlayan poh pohlamadır. MasonluÄŸa kabul töreni gibi dışarıdan içeriye adım adım, aÅŸama aÅŸama kabul görerek alınan biri bu alkışa avuç patlatacak kiÅŸi olmalıdır.
Saklı odaların kuytu köÅŸelerindeki kapalı dolaplar bu poh pohu almak üzere baÅŸkalarına açılır ki onlar kaçakların hemencecik o dakka sırdaşı oluverir.
Bir kaçağın sırdaşı olmaksa, sırra bulaÅŸana rahat yüzü vermez, sır onu da içine çeker, birgün bir bakarsınız, sırdaÅŸ kendi kapalı dolabına kuytu bir köÅŸe bulmak için saklı odasının mimarı olmaya karar verir.
Bu, Kipling’in dediÄŸi gibi, “BaÅŸka bir hikâyenin konusudur!”
Zaten, zahmet edip dikkat buyurduysanız göreceksiniz ki, “Bu da baÅŸka bir hikâyenin konusudur,” diye diye lafı uzatmanın sebebi, aslında, kendi saklıhanesinde lakırdı saÄŸnağı geçirmek susuzluÄŸundan baÅŸkası deÄŸildir.
O saÄŸanak altında, kaçaklar ne kadar kaçsalar da arkalarında şıp şıp iz bırakmadan edemezler. Meraklanılmasın, kitap kaçaklarının izini ise kitap severlerden baÅŸkası bulamaz.
Buysa baÅŸka bir hikâyenin konusudur...
Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin