İstanbul’un imajını Dubai’deki Yelken Oteli gibi yapılarla “cilalamak isteyen” BüyükÅŸehir Belediyesi hazırladığı projelere uluslararası yatırımcı bulmak için Cannes’a gidiyormuÅŸ. BüyükÅŸehir Belediyesi elindeki projelere yatırımcıların ilgisini çekmek için Fransa’nın Cannes kentinde yapılacak Uluslararası Proje Finansman Yatırım Platformu’na katılacakmış. İstanbul gibi kentlerin projelerinin uluslararası finans kuruluÅŸlarına tanıtması, giriÅŸimcilere açması çok yerinde bir yaklaşım. Ancak bu açılma yönetimin giriÅŸimi ile sınırlı kalmamalı. İstanbul’un projelerinin, fikirlerinin uluslararası piyasada yarışabilmesi için kentin bu alanların iÅŸlevlendirilmesine yönelik stratejiler geliÅŸtirmesi ve bu sürecin profesyonel hizmetlerle desteklenmesi gerekli. Uluslararası profesyonel standartlar deyince de hemen ÅŸu fikir akla gelmemeli: “Yabancı mimarlar, ÅŸehir plancıları hazırlarlarsa, İstanbul’un projeleri uluslararası standartlarda olur.” İstanbul’un yarışkanlığının artırılması isteniyorsa en baÅŸta profesyonellerin kent yönetimleri ile iliÅŸki biçiminin geliÅŸtirilmesi amaçlanmalı. Çünkü kentlerin profesyonel hizmet kalitesinin geliÅŸmesi, baÅŸarılı uygulamalara yönelik bir çekim merkezi olması için yönetimler kenti ilk önce çıkar amaçlı sermayeye deÄŸil, profesyonel bilgi sermayesine açılmalı.
Dolayısı ile İstanbul’un profesyonel proje hizmetleri için de bir çekim gücünün olması gerekir. Ama dışarıdan, bir yabancı gözüyle baktığımızda kentin profesyonel hizmetlere açık olmadığını düÅŸünebiliriz. ProfesyonelliÄŸin geliÅŸmesi, hizmetlerin modernleÅŸmesi ile yakından iliÅŸkili. İstanbul’da herhangi bir mimari kategoriye girebilecek bir mimarlık ürünü, ya da baÅŸarısız olabilecek (‘kötü mimarlık’ olarak adlandırabileceÄŸimiz) bir deneyim de göremiyoruz. Oysa ‘iyi, baÅŸarılı, yenilikçi, öncü,...’ vs sıfatlarından herhangi birini taşıyabilecek bir profesyonellikten bir an içinde olsa, vazgeçmeyi, ‘kötü’ profesyonelliÄŸe de razı olmayı öneriyorum. Çünkü ‘baÅŸarısız’ bir profesyonellik de mimarlıkta düÅŸünsel ve deneyimsel bir birikim yaratabilir. ÖrneÄŸin Avrupa’da mimarlık ve ÅŸehircilik alanında bir dolu baÅŸarısız deneyim gerçekleÅŸiyor. Ancak bunlar profesyonelliÄŸin ortadan kalkmasına yol açmıyor. İstanbul’da gördüÄŸümüz uygulamalar ise her ÅŸeyden önce profesyonellik dışı. ‘Kötü’ oldukları, ‘kötü’ sıfatını hakkettikleri bile söylenemez. Bundan çıkan sonuç ÅŸu ki, profesyonel hizmet ürünü olan projenin ‘kötü’ olabilmesinin bile bir profesyonel baÄŸlamın içinde mümkün olabilir. İstanbul’da profesyonel hizmetler kendi sembolik baÄŸlamlarının içinde kayboluyor, hiç bir tartışma olmadığı gibi kentin hayatıyla hiç bir etkileÅŸim yaratmıyorlar. İstanbul’da profesyoneller kendi içlerine kapanmış oldukları için bu kentte kamu mimarlığı alanında ne olup bittiÄŸini bile izlemiyorlar, tartışmıyorlar. Profesyonellerin kendi uÄŸraÅŸları ilgili konularda bile hiç bir fikirleri yok. Sorarsanız “ben yapmadım” demekten öte bir ÅŸey söyledikleri pek duyulmuyor. Bu yüzden İstanbul’daki kamu uygulamaları profesyonellik kazanamıyor. Profesyoneller ile kamu alanı arasında sanki görünmeyen bir duvar var. ProfesyonelliÄŸin oluÅŸmasını saÄŸlayacak bir vazgeçilmez koÅŸul daha var: Bu projeler hangi amaca hizmet edecek? Åžehircilik ve mimarlık bir ayakkabı tamircisinin kösele kesmesi gibi bir faaliyet olmadığına göre, yani baÅŸkalarının hayatını ilgilendirdiÄŸine göre, kentin projelere yönelik vizyonu da önemli. Bu projelere kim karar vermiÅŸ? Nasıl geliÅŸtirilmiÅŸ? ÖrneÄŸin listede yeralan Haliç’teki Sütlüce Kültür Merkezi ne olacak? Bugüne kadar yapılan inÅŸaatın bir amacı hedefi yok muydu? Neden vazgeçildi? Tarihi mezbaha binası öyleyse neden yıkıldı? Dünyanın ilk endüstriyel yapılarından biri olan tarihi Feshane Binası nasıl kullanılacak? Bugüne kadar olan deneyim bu konuda bir yetersizlik olduÄŸunu göstermiyor mu? İstanbul’un önemli bir simgesi olan Galata Köprüsü’nün projelendirilmesinden memnun muyuz? En önemli Bizans mirasına sahip olan kent, İstanbul Binbirdirek Sarnıcı’nı bugünkü biçimiyle mi kullanacak? Bu basit sorulara cevap vermek için de profesyonelliÄŸin içinde yeraldığı baÄŸlamı sorgulamak zorundayız. İstanbul’un yapılaÅŸma dışı alanlarının, endüstri mirasının dönüÅŸümü böyle mi olacak? İstanbul kendisini nerede görüyor? Daha doÄŸrusu İstanbul’un bir vizyonu var mı? Yoksa kentin yöneticileri kendi görüÅŸlerinin İstanbul’un kendi hedeflerinin yerine mi koyuyorlar? Kent yönetimleri yarışmak için informel kanallarla uyduruk projeler elde etmek yerine bu bağımsız kuruluÅŸları, araÅŸtırma, geliÅŸtirme ve yaratıcılık endüstrisini desteklemek zorunda. Tekrar soralım: İstanbul’un geleceÄŸine yönetimin sembolik alanını iÅŸgal eden bir zümre karar vermeli? Yönetimler kentin hayat damarı olan bilgiyi, yaratıcılığı engelleyen bir tıkaç vazifesi mi görmeli? Yoksa mutabakata dayanan yöntemler geliÅŸtirerek, profesyonel hizmetlere alan açmalı? Kentlerin yarıştığı bir küresel ortamda bunun nasıl olacağı artık sır deÄŸil. İstanbul ille de bir kenti örnek alacaksa, Dubai’yi deÄŸil, Akdeniz’de parlayan bir yıldız olan Barselona’yı örnek almalı. İstanbul bir dünya kentiyken Barselona bir küçük yerleÅŸim alanıydı. Bugün Barselona yaratıcı sermayeyi harekete geçirerek, kamu alanını yeni deneyimlere açarak yarışkan bir kent haline geldi. İstanbul ise her gün kendisini katılıma, yaratıcılığa, bilgiye kapatarak çöküyor. İstanbul’un bu modelle bırakın baÅŸka kentlerle yarışmak, bunca imkana, kaynaÄŸa, bilgi birikimine raÄŸmen artık ayakta duracak hali bile kalmadı. Bu tür yaklaşımla İstanbul hiçbir kent ile yarışamaz. Olsa olsa kendi kaynaklarını, imkanlarını, kentin deÄŸerlerini baÅŸkalarına peÅŸkeÅŸ çekmiÅŸ olur. İsterseniz kolaylıkla Yıldız Parkı’na kolaylıkla villalar konduracak, gazhaneleri alışveriÅŸ merkezlerine çevirecek, Haliç’i kongre ve fuar alanı yapacak sermayeyi bulursunuz. Önemli olan kentin bu kamu alanları için neyi amaçladığı, bunların kullanımına yönelik stratejilerin nasıl geliÅŸtirdiÄŸidir. Bu nedenle kamu alanında kent yönetimlerinin bağımsız kuruluÅŸların, yaratıcılık endüstrisinin nefes alacağı bir alan açması gerekir.
Yalnızca bir ulaşım projesi mi?
Taksim KabataÅŸ arasında projelendirilen tünel (finüküler) inÅŸaatı ilerliyor. Taksim tarafından yapılan kazı aÅŸağı yukarı bitmiÅŸ durumda. Åžimdi sıra KabataÅŸ tarafında. Buradaki sorunlar çözülür çözülmez, deniz iskelesi, tramvay ile Taksim metrosu ve meydanı bu 640 metre uzunluÄŸundaki baÄŸlantı sistemi ile birleÅŸecek. İstanbul’un topografik yapısına uygun bir ulaşım imkanı saÄŸlayan bu tünel tıpkı 19. yüzyıldan kalma Tünel’de olduÄŸu gibi, eÄŸimli hatta bir asansör sistemi gibi iÅŸlev görecek ve hatta enerji tasarrufu saÄŸlayacak. Bu sistemin seçimine diyecek bir ÅŸey yok. Bu iÅŸi yapan müteahhiti, mühendisi, iÅŸçiyi kutlamak gerekli. Ancak kent yönetimi bu projeyi yalnızca bir ulaşım yatırımı gibi deÄŸerlendirmemeli. Taksim’deki ve KabataÅŸ’taki istasyonlar kentin merkezinde, milyonlarca insanın kullanacağı mekanlar olacak. Bu nedenle istasyonların mimarisi İstanbul’un nasıl bir kent olduÄŸunu, mimarlık hizmetlerinden nasıl yararlandığını simgeleyecek. Taksim’de kazı alanını çevreleyen panolara bakıldığında bu konuda bir fikir ediniliyor. Bu panolarda Zincirlikuyu mezarlığının kapısı gibi süslü seramik panoların yeraldığı bir canlandırma görüyoruz. Anlaşılan müteahhit belediyenin yapı iÅŸlerinden sorumlu yöneticilerinin talimatları ve onayı ile bir proje geliÅŸtirmiÅŸ. Oysa metro yapıları, istasyonlar yalnızca ulaşım mekanları olarak görülmemeli. Bu mekanlar yaratıcı çalışmalara, profesyonel hizmetlere açılmalı. Belediye BaÅŸkanı’nın mimar olduÄŸu bir kentte, kentlilerin mimarlık hizmeti alamaması diye bir sorun olmamalı. İstanbul gibi bir kent yaratıcı fikirlere, profesyonel hizmetlere açık olmalı. Tercih bizim: İstanbul’u modern deÄŸerleri paylaÅŸan bir kent mi yapmak istiyoruz, yoksa yöneticilerin tepeden inme bir biçimde profesyonel hizmetlere karar verdiÄŸi, bayağılığın iktidarının (ve de istibdadının) hakim olduÄŸu ilkel bir kent mi yapmak istiyoruz? Burada mimarlara, sanatçılara, tasarımcılara bir çaÄŸrı yapmak istiyorum. Çok geç olmadan, uygulama henüz baÅŸlamadan hiç olmazsa Taksim’deki istasyonu İstanbul’a yakışır bir mimariye kavuÅŸturalım. Kent yönetimini kentlileri mimarlık ve tasarım hizmetlerinden yararlandırması için destekleyelim.
Tepebaşı Sergi Salonları ne olacak?
İstanbul’da ÅŸu anda belki de dünyanın en ilginç yönetim deneyimlerinden biri yaÅŸanıyor: Bir taraftan Tepebaşı’ndaki dört yıldır anlamsız bir biçimde boÅŸ duran sergi salonları ve meydan için trilyonlar harcanıyor. Asma tavanlar, iç bölme duvarları yapılıyor, ısıtma, havalandırma, aydınlatma, telefon tesisatları döÅŸeniyor, zemin kaplanıyor, masalar yerleÅŸtirilmek üzere satın alınıyor. DiÄŸer taraftan da bu mekan bütünüyle bir özel kuruluÅŸa satılıyor. Kent yönetimi kentin merkezinde sergiler, etkinlikler için kullanılabilecek en önemli kamu mekanlarından birini ofis olarak kullanmak için büyük bir yatırım yapıyor. DiÄŸer taraftan da bir özel kuruluÅŸ burayı satın almak için yönetimle anlaÅŸmış durumda. Anlaşılan kent yönetimi kentin merkezindeki en önemli kamusal mekanlardan birini ofis olarak kullanmaları için ÅŸehir plancılarına ve mimarlara vererek onların bu iÅŸten anlayıp, anlamadıklarını; bu iÅŸi yapıp, yapamayacaklarını kontrol etmek istedi. Bugün bu test sonuçlanmış olduÄŸuna göre bu projeden vazgeçilebilir. Peki bu kamu alanının bir kuruluÅŸa devredilmesine diyeceÄŸiz? Özel sektörün kültür alanına yatırım yapmasına ÅŸüphesiz diyecek bir ÅŸey yok. Ancak kamu alanındaki bu dönüÅŸümün öznesi henüz ortada yok. İşletmeye dair hizmetler, programların uygulanması sermaye gruplarınca saÄŸlanabilir. Ancak bir kamu alanının yönetiminin nasıl olacağı konusuna açıklık getirmek gerekmiyor mu? Eskiden Tüyap Fuarcılık tarafından kullanılan mekan dört senedir boÅŸ durmasının hesabını soran olmadığı gibi bu konuyu da düÅŸünen yok. Bu tür mekanların belediye tarafından elden çıkarılması, kültür konusunda bir kamu politikasının yokluÄŸu anlamına gelmiyor mu? Bugün hala kamu alanları resmi ile özel kullanım arasına sıkışıp kalıyor. Bu nedenle bir deneyim üretememek İstanbul’a çok pahalıya maloluyor. Gazhaneler, Salıpazarı, Tersaneler, bunların hepsi ÅŸu anda farklı bir dönüÅŸüm modeli olmadığı için bekliyor.
Üçüncü Köprü meselesi
İsmet Berkan geçen Cumartesi yazısını “tek dileÄŸim bugün kentimizde trafiÄŸin tek sorumlusu olan BüyükÅŸehir Belediyesi’nin bu sorunun çözümüne ne tür önlemler alacağını açıklaması” diye bitiriyor. Bu görüÅŸe bütünüyle katılıyorum. Kar yaÄŸacağını duyan İstanbulluların köprüden otomobillerini geçirmeyerek kentteki trafik sorununu nasıl çözdüklerine yakından tanık olduk. Demek ki ulaşım için alınan kararlar, yapılan planlar sorunun hem kaynağı, hem de çözümü olan sivil toplumu kapsamalı.
Kent yönetimleri halkı iÅŸin içine katmadan çözüm olmayacağını bilmeli. Bu çok önemli. Ulaşımla ilgili planlar ve kararlar (savaÅŸ sırasında gerçekleÅŸtirilen askeri harekat kararları gibi) halktan gizli olmamalı. Yönetimlerin bu konuda halktan bir gizlisi saklısı olmamalı. Bunun için de ulaşım konusundaki kararların geliÅŸtirilmesi -futbol takımı tutar gibi- siyasal tercihler veya itirazlar ile sınırlı kalmamalı. Bugüne kadar kent siyaseti ister soldan, ister saÄŸdan olsun bir avuç seçkinin kendi kamu yararlarını savunmalarından öteye gidemedi. Åžu anda İstanbul’un ulaşım projelerini kapalı kapılar arkasında müteahhitler hazırlıyor. Kent yönetiminin karar mekanizmasını desteklemek için oluÅŸturduÄŸu danışma organlarına bakın, orada yalnızca müteahhitlerin ve proje hizmetlerini üretenlerin olduÄŸunu görüyoruz.
Kent yönetimleri hazırlamakla yükümlü oldukları planları müteahhitlerin yapabileceÄŸini zannediyorlar. Böyle bir ÅŸey olabilir mi? İşin içine halkı katmadan çözüm olur mu? İşe ilk önce buradan baÅŸlamalı. Kent yönetimleri yalnızca proje iÅŸlerinde hizmet üretmesi gereken müteahhitlerin deÄŸil, STK’ların kapasitesini geliÅŸtirmeli. Åžimdi önümüzde bir fırsat var: Kent yönetimleri yeni yasalarda stratejik plan hazırlama yükümlülüÄŸü ile karşı karşıyaya. Bakalım bu defa kentlilerin imdat sesleri yönetim katında duyulacak mı? Bunun cevabını vermek için tek bir ÅŸeye bakmak yeterli: Halkın bilgi sahibi olması, tercihleri ile siyaseti etkileyebilmesi için de bağımsız uzmanlık kurumlarına ihtiyaç var. Kent yönetimleri müteahhitler dışında STK’ları da ortak olarak görecek mi? Yoksa bu hizmet gruplarının karar verdiÄŸi, etkilediÄŸi bir süreçte ulaşım hala teknik bir konu olarak mı görülecek?
Ata binmesi gereken kim?
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı MüsteÅŸarı Sabri Erbakan “Arnavutköylüler geldi, biz trafik, egzoz dumanı istemiyoruz dediler. Ben de onlara köprü istemiyorsanız, ata binin, karşıya da yüzerek geçin dedim. Yok orada olmasın, yok burada olmasın. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir ÅŸey yok. 3. köprüyü en kısa zamanda gerçekleÅŸtireceÄŸiz” diye bir açıklama yapmış. Daha önce de projenin tartışılması için kendisini davet eden Arnavutköylüler’e “İstanbul’a gelirsem, buldozerimle gelirim” demiÅŸ. MüsteÅŸarın haddini aÅŸtığını söylemek çok hafif kalıyor. Ancak üzerinde durulması gereken konu bence ÅŸu: Bu bürokratın sözlerine sinmiÅŸ bir hınç, bir öfke var. BaÅŸka düÅŸüncelere varolma hakkını çok görüyor. Kendisine verilmiÅŸ olan görevi baÅŸka görüÅŸleri aÅŸağılamak, ezmek için kullanıyor. Demokratik bir ülkede müzakere edilebilir bir konu üzerinde bir bürokratın bu ÅŸekilde bir açıklama yapması mümkün olabilir mi? Peki sorun iddia edildiÄŸi gibi yalnızca üç beÅŸ kiÅŸinin veya Arnavutköylülerin sorunu mu? Yalnızca Arnavutköylüler mi evleri yıkılacak, semtleri elden gidecek diye 3. Köprü’ye karşı çıkmak zorundalar? Elbette ki hayır. İlk önce her sabah ve akÅŸam iÅŸine, evine, okuluna ulaÅŸmaya çabalayan, trafik tıkanıklığında çile çeken, en deÄŸerli saatlerini yollarda, caddelerde, direksiyon başında geçiren İstanbullular ulaşıma çözüm istiyorlar. Bugün hala İstanbul’un ulaşım projelerini kapalı kapılar arkasında bürokratlar, müteahhitler hazırlıyorlar. İşe ilk önce buradan baÅŸlanmalı: İşin içine halkı katmadan çözüm olur mu? Yönetimler halkı iÅŸin içine katmadan çözüm olmayacağını artık bilmeli. Kararlar sorunun hem kaynağı, hem de çözümü olan sivil toplumu kapsamalı. Birkaç hafta önce kar yaÄŸacağını duyan İstanbulluların köprüden otomobillerini geçirmeyerek kentteki trafik sorununu nasıl çözdüklerine yakından tanık olduk. Sorun ortada: EÄŸer İstanbullular ulaşımla ilgili tercihlerini demokratik yollarla yapabilselerdi, bugün bu çapta bir ulaşım sorunu yaÅŸanmazdı. Dolayısı ile çözüm için ilk önce ÅŸu soruya cevap verilmeli: Yönetimler müteahhitler, çıkar grupları dışında bağımsız araÅŸtırma kuruluÅŸlarını, STK’ları da ortak olarak görecek mi? Yoksa hizmet vermesi gereken kiÅŸi ve kuruluÅŸların karar verdiÄŸi, etkilediÄŸi bir süreçte ulaşım teknik bir konu olarak mı görülmeye devam edecek?