Ünlü masalcı Hans Christian Andersen'in birbirinden güzel masallarından birinde, ÅŸöyle bir ÅŸatodan söz edilir:
Denizin en derin yerinde, deniz krallarının ÅŸatosu bulunur. [Bu ÅŸatonun] duvarları mermerden, yüksek, sivri pencereleri saydam kehribardan ve çatısı, sudaki akımlara göre bir açılıp bir kapanan deniz kabuklarından yapılmıştır.
İrlanda mitolojisinde, bir tanrının, Gower'de, insan kemiklerinden yapılmış bir kaleye sahip olduÄŸu söylenir. Germen mitolojisinin en ünlü tanrısı Odin'in öteki dünyadaki sarayı Valhalla'da, 800 askeri barındırabilen, 540 kapılı, altın kaplamalı salonlar vardır ve bu yapının taşıyıcı strüktürü mızraklardan oluÅŸmuÅŸtur; çatısı ise kiremit yerine kalkanlarla kaplanmıştır. İspanyol yüzbaşı Francisco Lopez'in yazdığı Historia General de Los Indos adlı kitapta da altın kaplı binalardan söz edilir. Çılgın Roma imparatorlarının en çılgınlarından biri olan Caligula atları için yaptırdığı ahırların yemliklerinde fildiÅŸi kullanmıştır. Sonra bir gün Mevlana ÅŸöyle demiÅŸtir:
Bizim türbemizi yedi defa yapacaklar. Sonuncu defada zengin bir Türk çıkacak, onu, bir tuÄŸlasını altından, bir tuÄŸlasını da ham gümüÅŸten olmak üzere yapacaktır.
Evliya Çelebi'ye gelince, o, "Seyahatname"sinde Ayasofya'nın yapımında kullanılan ilginç bir maddeden söz eder:
Üçüncü maden, Edirne Kapısı dışında Davut PaÅŸa bahçesi yakınında, yedi yerde çıkan taÅŸ madenidir. Böyle bir maden bir yerde görülmemiÅŸtir. Bin yıldan beri bugüne kadar her gün binlerce deve, eÅŸek ve katır taÅŸ taşındığı halde, sanki denizde damla vbue güneÅŸten zerre miktarı azalmamıştır.
Bu tür örnekleri daha da çoÄŸaltabilirim. SözgeliÅŸi Engelbert Humpredinck'in 1893 yılında yazdığı "Hansel ve Gretel" operasında "pasta, çörek ya da kurabiye cadısı" anlamına gelen Knusperhexe adlı cadının ormanda her yanı çöreklerle kaplı bir kulübesi bulunduÄŸunu yani yiyecek maddelerinin yapı malzemeleri olarak kullanıldığını; kimilerinin cennetin duvarlarının baklavadan, pencerelerinin güllaçtan yapıldığına inandıklarını söyleyebilirim.
DüÅŸler dünyasında durum böyledir. GerçeÄŸe baktığımız zaman ise çok eskiden yapı malzemelerinin türünün çok az olduÄŸunu görürüz. Gerçekten de insanoÄŸlu uzun süre sınırlı sayıdaki malzemelerle, kerpiçle, tuÄŸlayla, taÅŸla, ahÅŸapla inÅŸaat yapmak durumunda kalmıştır.
Sonra, bilindiÄŸi gibi, Sanayi Devrimi'yle birlikte yeni malzemeler, daha somutlamak gerekirse demir, çelik ve betonarme devreye girmiÅŸtir. Günümüzde ise yapı malzemelerinin sayısı hayli kabarıktır. Ben bu yazımda bu malzemelerin yalnızca iki tanesini, kerpici ve tuÄŸlayı ele alıp onları, özel bir açıdan bakarak gündeme getireceÄŸim.
Kerpiç
Aslı topraktır, çamurdur, balçıktır. DoÄŸan Hasol'un Ansiklopedik Mimarlık SözlüÄŸü'nde yer alan ÅŸu bilgiler de bu gerçeÄŸi vurgulamaktadır:
Balçıktan yapılan ve kalıplanarak güneÅŸte kurutulan çiÄŸ tuÄŸla, içinde bitki artıkları olmayan çok killi toprağın, içine katılan saman sapları ve baÅŸka gereçlerle stabilize edilip suyla karıldıktan sonra, kalıplara dökülüp, önce gölgede, sonra güneÅŸte kurutulmasıyla elde edilir. Kerpiç blokları, kireç ve çimento karıştırılarak yapılan toprak asıllı bir harçla örülür.
Kerpiç yapmak hiç de kolay bir iÅŸ deÄŸildir; Tevrat'a bakılırsa, Mısır Firavunu, egemenliÄŸi altındaki Yahudiler'i kerpiç yapmaya zorlayarak cezalandırmıştır. Firavun daha da öfkelenince, çamura katılacak malzemeyi yani saman saplarını da kiÅŸilerin kendilerinin bulmalarını emretmiÅŸtir. Bu konuyla ilgili ÅŸu ayetler Eski Ahit'in Çıkış adlı kitabından alınmıştır:
Ve İsrailoÄŸulları yüzünden korkuya düÅŸtüler ve Mısırlılar İsrailoÄŸullarını ÅŸiddetle iÅŸlettiler ve ÅŸiddetle iÅŸlettikleri bütün iÅŸlerinde tarlada her çeÅŸit iÅŸte, harçta ve kerpiçte ağır iÅŸ hayatlarını acı ettiler. [...] Ve kavmın angaryacıları ve onların memurları çıktılar ve kavma söyleyip dediler: Firavun böyle diyor: Ben size saman vermeyeceÄŸim. Siz gidin bulduÄŸunuz yerden kendiniz için saman alın çünkü iÅŸlerinizden bir ÅŸey eksiltilmeyecektir. Ve kavim saman için anız toplamak üzere bütün Mısır diyarına dağıldı. Ve angaryacılar saman olduÄŸu vakit gibi, iÅŸinizi, gündelik vazifelerinizi bitirin diyerek onları sıkıştırıyorlardı. Firavunun angaryacıları tarafından üzerlerine tayin olunan İsrailoÄŸullarının memurları: "Niçin dün ve bugün kerpiç yapmakta vazifenizi bitirmediniz?" diye dövüldüler.
Kerpiçten yapılmış bir Parthenon, kerpiçten yapılmış bir Pantheon, kerpiçten yapılmış bir Süleyman Tapınağı, kerpiçten yapılmış bir Artemision, kerpiçten yapılmış bir Ayasofya, kerpiçten yapılmış bir Versailles Sarayı, kerpiçten yapılmış bir Ronchamp Åžapeli, kerpiçten yapılmış bir Tac Mahal, kerpiçten yapılmış bir Selimiye Camisi, kerpiçten yapılmış bir Milano Katedrali, kerpiçten yapılmış bir Chrysler Building, kerpiçten yapılmış bir Petronas Towers, kerpiçten yapılmış bir Eyfel Kulesi olamaz; ama yine de kerpiç deyip geçmemelidir, çünkü çok eski, çok yaÅŸlı bir yapı malzemesidir o. Ben diyeyim 5000, siz deyin 7000 yaşındadır; o kadar eskidir, o kadar yaÅŸlıdır.
Aslına bakılırsa kerpiç hâlâ daha kullanılmaktadır. Anadolu'da, özellikle Orta Anadolu'da köylerdeki yapıların büyük çoÄŸunluÄŸu kerpiçle yapılmaktadır. Mezopotamya mimarisi ise, hemen hemen bütünüyle bir kerpiç mimarisidir. Orada evler de, saraylar da, tapınaklar da, zigguratlar da, o kutsal sarmal kuleler de kerpiçtendir.
Kerpiç yapıların en ünlüsünün Babil Kulesi olduÄŸu söylenebilir. Bu kulenin öyküsü Tevrat'ta ÅŸöyle anlatılır:
Ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki ÅŸarka göçtükleri zaman, Åžinar diyarında bir ova buldular ve orada oturdular. Ve birbirlerine dediler: Gelin kerpiç yapalım ve onları iyice piÅŸirelim. Ve onların taÅŸ yerine kerpiçleri ve harç yerine ziftleri vardı. Ve dediler: Bütün yeryüzü üzerine dağılmayalım diye gelin kendimize bir ÅŸehir ve başı göklere eriÅŸecek bir kule bina edelim ve kendimize bir nam yapalım. Ve AdemoÄŸulları'nın yapmakta oldukları ÅŸehri ve [kerpiç] kuleyi görmek için Rab indi. Ve Rab dedi iÅŸte bir kavimdirler onların hepsinin bir dili var ve yapmaya baÅŸladıkları ÅŸey budur ve ÅŸimdi yapmaya niyet ettiklerinden hiçbir ÅŸey onlara men edilmeyecektir. Gelin inelim ve birbirinin dilini anlamasınlar diye, onların dilini orada karıştıralım. Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı ve ÅŸehri bina etmeyi bıraktılar.
Sözün burasında Mısırlı mimar Hasan Fethi anımsanmalıdır. AÄŸa Han ödüllü bu mimar "yoksullar için mimarlık" çerçevesinde kerpicin olanaklarını, son derece baÅŸarılı bir biçimde deÄŸerlendirmiÅŸtir.
TuÄŸla
TuÄŸlanın, kerpicin güneÅŸte deÄŸil özel fırınlarda, ocaklarda piÅŸirilmiÅŸi olduÄŸu söylenebilir.
Vitruvius, Mimarlık Üzerine On Kitap adlı yapıtında tuÄŸlalarla ilgili olarak ancak biraz da kerpiçten söz edercesine ÅŸu bilgileri verir:
[TuÄŸla] kumlu veya deniz çakıllı kilden veya ince çakıldan yapılmamalıdır. [...] Daha çok beyaz ve kalkerli veya kırmızı kilden yapılmalıdır. Bu malzemeler düzgün ve bu nedenle dayanıklı olup ağır deÄŸildirler ve kolaylıkla döÅŸenirler.
TuÄŸlalar düzgün kuruyabilmeleri için baharda veya sonbaharda yapılmalıdır. Yazın yapılanlar kızgın güneÅŸ dış yüzeylerini kurutup içlerini nemli bıraktığından kusurlu olurlar. Kururken meydana gelen çekme daha önce kurumuÅŸ olan kısımlarda çatlaklar oluÅŸturarak tuÄŸlaları zayıflatır. TuÄŸlalar kullanılmalarından iki yıl önce yapılırlarsa en yararlı olur; çünkü daha az zamanda kurumazlar.
TuÄŸlalar çeÅŸit çeÅŸittirler: Blok tuÄŸla, boÅŸluklu tuÄŸla, dolu tuÄŸla, düÅŸey delikli tuÄŸla, fabrika tuÄŸlası, harman tuÄŸlası, kaplama tuÄŸlası, klinker tuÄŸlası, letiye tuÄŸlası, manyezit tuÄŸlası, prese tuÄŸla, sırlı tuÄŸla, silika tuÄŸlası, ÅŸamot tuÄŸlası, yumuÅŸak tuÄŸla, ateÅŸ tuÄŸlası vardır.
Bir de tuÄŸlamsılar vardır. Bunlar yüksek sıcaklıklara biçimleri bozulmaksızın dayanan, kolay kolay tahrip olmayan ve kimi izolatörlerin yapımında kullanılan özel ve ideal malzemeler arasında yer alırlar.
Tıpkı kerpiç gibi tuÄŸla da oldukça eski bir malzemedir. Bu malzemeyle birkaç metrekarelik küçücük bir kulübe ya da Bergama'daki Serapion gibi bütünüyle tuÄŸladan yapılan, bu nedenle "Kızıl Avlu" diye de bilinen ve altından sular akan çok kocaman yapılar da yapılabilir.
Ama ben bu yazımın bundan sonraki bölümünde tuÄŸlaya çok farklı bir biçimde yaklaÅŸmayı düÅŸünüyorum. Åžöyle ki: Ahmed Mithat Efendi tipik bir Tanzimat yazarıdır. Meraklı mı meraklıdır. Gezmeyi de sever. Gezilerinde hemen her ÅŸeyi büyük bir dikkatle yakından inceler ve her konuyu İstanbul ile kıyaslayarak deÄŸerlendirir. ÖrneÄŸin Berlin'deyken o kentte birçok binanın tuÄŸladan yapılmış olduÄŸunu görünce ÅŸöyle der:
Almanya'da ebniye ekseriyetle tuÄŸladan yapılır. TuÄŸlaların sarısı kırmızısı olup bunlar gâh arzâni, gâh tûlâni ve birer köÅŸesi dışarı çıkarılmak suretiyle, âdetâ fenn-i mimârinin nefâset fusûlüne bir fasl-ı cedid ilâve ettirecek kadar güzel ÅŸeyler husûle getiriyorlar. Bizim de İstanbul'da kârgirlerimizin hemen kâffesi tuÄŸladan ise de cümlesinin üzerine kuvvetli bir sıva çekmeye mecbur oluyoruz. TuÄŸlalarımız iyi deÄŸildir de onun için! Sıvasız bırakacak olsak cümlesi eriyip binânın da inhidâmı melhuzdur. Hattâ tuÄŸlalarımızın üzerine sıva çektiÄŸimiz halde derûnuna su iÅŸlemek suretiyle sıvaların da kabarıp döküldükleri az mıdır?
Ahmed Mithat Efendi Marsilya'ya gittiÄŸinde ise bizde Marsilya tuÄŸlası diye ün kazanan malzemenin Türkiye'de yapılma ÅŸartlarını düÅŸünür. İmalâthaneleri gezer, oralardan bilgi ister, toprak örnekleri getirtir. "Mevlâm muaffakiyet ihsan ederse, İstanbul'da bir tuÄŸla ve kiremit fabrikası ihdas emelinde"dir.
Hasan Kuruyazıcı'nın hazırladığı Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Bir Mimar: Arif Hikmet KoyunoÄŸlu baÅŸlıklı kitabı okuduÄŸumuzda, bir zamanlar Ankara'da yapı malzemesi bulmanın ne denli zor bir iÅŸ olduÄŸunu ve Arif Hikmet'in bu sorunla karşılaÅŸtığında onun üstesinden nasıl geldiÄŸini, konuyla ilgili anılarını okuduÄŸumuzda öÄŸreniriz.
O zaman Ankara'da inÅŸaat iÅŸleri yapmak çok güçtü. İnÅŸaat malzemesi diye bir ÅŸey yoktu. TuÄŸla, kiremit, çimento, demir gibi ÅŸeyler de bulunmuyordu. [...] TuÄŸla diye buralarda üç santim kalınlığında bir ÅŸey yapıyorlardı, bu da inÅŸaata elveriÅŸli deÄŸildi. Evvelâ İstanbul'dan tuÄŸlacı ustaları getirterek Akköprü civarında Frenközü denilen köyde tuÄŸla yaptırmaya baÅŸladım.
Åžimdi yine Ahmed Mithat Efendi'ye dönelim: Yazar DaÄŸarcık dergisinde yayınlanan "Duvardan Bir Sada" adlı yazısında bir gün bir tuÄŸla duvardan ya da daha doÄŸrusu o duvarın tuÄŸlalarından birinin dile geldiÄŸini ve kendisine ÅŸunları söylediÄŸini yazmıştır. Åžöyle konuÅŸmuÅŸtur o ses:
ÅžaÅŸma! Ben yanındaki duvar içinde bir tuÄŸlayım. Yazdığın bendin sonunda "Bakalım bundan sonra ne olacağız" dedin. Sana bunun için bilgi vereyim. [...] Ben de senin gibi bu dünyada 45 sene yaÅŸadım. Sanatım hükümet memurluÄŸu idi. Sonra bir ciÄŸer hastalığına uÄŸradım. [...] Dünyadan çıkıp bu duvara girinceye kadar gördüÄŸüm ÅŸeyleri burada düÅŸünmekteyim.
Ne var ki, bu öyküyü yazmış olan Ahmed Mithat Efendi bu sözleri dine aykırı bulunduÄŸundan Rodos'a sürülmüÅŸtür.
Son olarak ÅŸu saptama. Ahmet Eflâki'nin Âriflerin Menkıbeleri adlı kitabını okurken ÅŸu sözlerle karşılaÅŸtım:
Gencin aynada gördüÄŸünden daha fazlasını, ihtiyar, bir tuÄŸla parçasında görür.
Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin