Köşe Yazısı

Kenti Mimarlıktan Arındırmak

Yazan: Korhan Gümüş Tarih: 2 Temmuz 2009
Birleşmiş Milletler'in Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO Dünya Mirası Komitesi, İstanbul'a 2010'a kadar bir kez daha süre verdi. Komite'nin İspanya'nın Sevilla kentinde yaptığı toplantıda, İstanbul'un Dünya Mirası Listesi'nden çıkartılarak, "Tehlike Altındaki Miras Listesi"ne alınması konusu değerlendirildi. Komite İstanbul'a bir yıl daha süre vererek, bu konunun gelecek yıl yapılacak toplantıda ele alınmasını kararlaştırdı. Bu, 2006 Vilnius toplantısından bugüne kadar geçen sürede verilen üçüncü uzatma. 1985 yılından bugüne Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan İstanbul'la ilgili gelişmeler özetle böyle.

Ancak meselenin bir de görünmeyen yüzü var. Bu sorun yalnızca kentte kültür mirasının korunamadığını göstermiyor, kentin kurumlarıyla, bilgi üretimiyle modern anlam dünyasından koptuğunu gösteriyor. Restorasyon konusunun bir yaratıcı konu, güncel mimarlık meselesi değil de teknokratik bir iş olarak algılanması bu gelişmenin tipik bir örneği.

UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi'nin aldığı son kararda, yani onayladığı raporda liste içinde yer alan tescilli konut dokusunun yok olmakta olduğu ve "restorasyon" adı altında yapılan çalışmalarda "kent merkezinde arazi üretmek ve yeni konut inşa etmekten farkı olmayan yerleşim alanları yapılmakta olduğu" söyleniyor. Aynı konuda, Türkiye'deki sorumlu yönetimlerin hazırladığı projelerinin gerekçelerinde ise "yapılan çalışmaların Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan sit alanlarının korunmasının amaçlandığı" yer alıyor.

Bir düşünün: UNESCO yıkılan ya da artık yerlerinde bulunmayan binaların yerine taklit binalar inşa edilmesi nedeniyle İstanbul'un "Tehdit Altındaki Dünya Kültür Mirası Listesi"ne alınma ihtimalinden söz ediyor. Yetkililer ise bu uygulamaları "İstanbul'un sivil mimarlık eserlerinin korunması amacıyla" yapıldığını açıklıyor.

Şimdi kolaysa çıkın bu işin içinden: Bir mimari uygulamanın hem sorun, hem de çözüm olarak gösterilebildiği; iki farklı anlam dünyasının karşılaştığı eşi ve benzeri az görülen bir çelişki acaba İstanbul dışında başka nerede yaşanıyor? Mesleki profesyonel alanda kültür mirasının uluslararası normlar ile ulusal (yerel) normlar açısından anlamlandırılması arasındaki bu "eşsiz" çelişki başka nerede var?

Restorasyonunun Mimarlıktan Arındırılması

Çok zaman önce, üstelik yurtdışında eğitim gördüğünü iddia eden bir kamu yöneticisiyle giriştiğim uzun bir tartışma sonucunda, proje kavramından uygulamayı anladığını fark etmiştim. Meğersem anlaşmazlığımız buradaymış. Aramızdaki tartışma projenin bitiş süresi ile ilgiliydi. Bilirsiniz, iktidar tesis etmek için kullanılan araçlardan biri zamandır. Yönetici "İşte proje için karar verildi ya, daha ne bekliyorsunuz," dedi. Ben ilk önce projenin hazırlanmasının gerektiğini, bu sürecin başlatılması ve tamamlanması gerektiğini söyledim. 

Yöneticinin proje ile zaman geçirmeye niyeti yoktu. Bir an önce inşaata başlanması gerektiğini söyledi. Ben proje diye ısrar edince , "Çizmekle zaman kaybetmeyelim, siz mimarsınız, gerek duyuyorsanız bu akşam oturun çiziverin" dedi. Yönetici için mimarlık, araştırmakla, düşünmekle zaman kaybedilmemesi gerekmeyen bir çizim işiydi. Bu yüzden mademki bu işi, yani proje denen bina çizme faaliyetini ben önemsiyordum, o zaman hemen sonuca, yani bir kamu görevlisi olarak çizip amaca ulaşmam gerekiyordu. Geçenlerde de bir kamu görevlisi olan bir mimar kendisinin koskoca Topkapı Sarayı'nın depolarındaki eserleri çok iyi bildiğini, dolayısı ile sarayın mimari işleri için "dışarıdan bir mimarın iş görmesinin imkansız" olduğunu söylemişti. Bu mimar, kamu görevinin mimarlığa yol açacak bir uğraş olduğunu değil, kestirmeden bir teknokratik işlevin sergilenmesi olduğunu düşünüyordu. Bu örneklerde mimarlığın anonim bir iş olduğu, bir uygulama bilgisine dönüştüğü görülüyor. Bütün bu hakikatlerin arkasında kamu işlevinin kendi özel işi gibi algılandığını söylemeye bilmiyorum gerek var mı? Anonimlikten iktidar gücünün arkasına gizlenmiş bir öznelliği, yani kamu fikrinin gasp edilmesini anlamak gerekir, ortaçağda yaşamadığımıza göre!

Bu arada şunu da söyleyeyim: Tarihi Yarımada Koruma Planı'nın gerekçe raporunda Tarihi Yarımada'da güncel mimarlık yapılamaz anlamına gelen bir not var. Ayrıca küçük üretim yapısının ebruculuk, hat sanatı, tezhipçilik ile dönüştürüleceği söyleniyor. Üstelik yenileme alanları ile ilgili "Osmanlı Mahalleleri" yapılacağı gibi ibareler var. Zaman zaman şöyle bir kuşkuya kapılıyorum. Acaba bu notları kimse okumadı mı? Acaba mesleki alanda uğraşları adına bağımsız olarak bu konuları tartışacak, sorgulayacak kimse yok mu? Bu nedenle mi meslek kurumları, üniversiteleri ile modern bir örgütlenme içinde olduğumuz halde, bu konuları kurgularken, kararlaştırırken değil de uygularken, insanların evleri başlarına yıkılırken tartışıyoruz?  Ona da tartışmak denirse!

İktidar ile Muhalefet Aynı Dili Kullanıyor
Sorunun nedeni çok açık. Siyasetçiler kültürle ilgili üretim yapan insanlara danışmanlık statüsü tanıyorlar, çıkar sağlıyorlar. Böylece "laf yapmaktan başka iş bilmeyen" insanların icraata bulaşmaları engelleniyor. Patronaj altına girmeyen, bağımsız çalışan insanlar ise sınıfsal ayrıcalıklarının ellerinden alınması ile tehdit ediliyorlar. Böylece gizli bir uzlaşma ortaya çıkıyor. Esnaf mimarlar özel alana, piyasa ilişkilerine doğru kayıyorlar. Kamusal konularla uğraşanlar da "danışman" statüsüne. Böylece mimarlık, sanat, planlama, araştırma gibi uğraşlarda arayüzlerin oluşturulması engelleniyor. Entelektüel üretim de bilim adı altında kendi kamu yararını temsil eden anonim bir hakikat halini alıyor.

Kültür mirasının korunması ya da yok edilmesi meselesini kullanarak kendi kamu yararını savunan ve köşe başlarını tutmuş çok önemli bir kesim var. Böylece iktidardan pay alıyorlar. Onlar için çözüm değil, sorun olması önemli. Bugüne kadar süreci sanki yönetim daralan bir katılım modeli içinde kendi başına düzeltebilirmiş gibi bir izlenim yaratıyorlar ve statükoyu koruyorlar. Ayrı ayrı belediyelerle iş yapıyorlar ama kamu ile profesyonel bir ilişki kurmuyorlar. Kısacası iktidar ile muhalefetin aynı dili konuştuğu, uzlaştığı bir durumla karşı karşıyayız. Örneğin Tarihi Yarımada'da bir yenileme projesini, örneğin Sulukule projesini tartışırken bile aynı duruma düştüğümüzü görüyorum. Eğer UNESCO meselesine bir çözüm aranıyorsa, yönetimin ne yaptığına değil, mesleki konumlarını sinik bir şekilde kendi çıkarları için kullanan "entellektüel" çevrelerin nasıl bir ayrıcalık peşinde olduğuna bakmak lazım.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: küçük harf "d", sayý dört, büyük harf "M", küçük harf "e", büyük harf "A", sayý beþ

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız