Köşe Yazısı

Stalin, Sovyetler Sarayı ve Daça

Yazan: Gürhan Tümer Tarih: 12 Ağustos 2009
21 Aralık 1879'da Gürcistan'da, Gori'de doğmuş, 5 Mart 1953'te, Rusya'da, Moskova'da ölmüştür.

Asıl adı Joseph Vissarionovich Djugashvili'dir, ama Lenin tarafından kendisine verilen ve "çelik adam" ya da "demirin oğlu" anlamına gelen Stalin adı ile bilinir. Aile içindeki takma adı "Soso"dur. Bu ailede, babanın ve annenin de takma adları vardır: Babanınki "Beso", anneninki "Keke"dir.

Ailesi Gürcü bir ailedir ve yoksuldur. Babası Vissarion Ivanovich Djugashvili kunduracıdır ve sarhoş olunca karısını ve çocuğunu döven alkoliklerdendir. Annesi Ekaterina Georgievna Djugashvili çamaşırcıdır ve çok dindardır.

12-13 yaşlarındayken, kilisede dini şarkılar söylemiş, gençliğinde yüzme ve güreş sporlarıyla ilgilenmiş olan Stalin'in yüzü çiçek bozuğudur, sol kolu biraz kısadır, sol ayağının iki parmağı birbirine yapışıktır ve konuşurken, başını yana eğer.

Babası onun kunduracı, annesi ise rahip olmasını istemiştir.

Tiflis İlahiyat Okulu'na gönderilen Stalin, orada Marx'ın yazılarını ve benzeri yayınları okumuş, din adamı, rahip olmak şöyle dursun, tanrıtanımaz olmuş, dinine o kadar bağlı olan annesinin mezarına haç dikilmesine karşı çıkmış, okulu terk ederek devrimci etkinliklere, Çar'a karşı düzenlenen ayaklanmalara, başkaldırılara, grevlere katılmış, birçok kez tutuklanmış, birçok kez sürgüne gönderilmiş, Pravda'nın yayın yönetmenliğini üstlenmiş, yeni hükümette çeşitli görevlerde bulunmuş, Ocak 1924'de Lenin'in ölümünden sonra Komünist Partisi genel sekreteri olmuş, böylece bütün yetkileri eline geçirmiş ve Churchill'in deyimiyle, dünya ile Sovyetler Birliği'nin arasına, "demir bir perde" (iron curtain) indirmiş ve ülkesini 1924 - 1953 yılları arasında, sıkı bir dikta rejimiyle acımasız, gaddar bir biçimde yönetmiş, rakiplerini ustalıkla saf dışı ederek koskocaman Sovyetler Birliği'nin yazgısına, tek başına egemen olmuştur.

Bir toplumda, siyasal, ekonomik, dolayısıyla ve özellikle, kültürel iktidarı ellerinde bulunduranlar, daha başka şeylerin yanı sıra, mekanı, mekansal düzeni, bir başka deyişle o toplumun mimarisini de etkilerler, biçimlendirirler ve kimi zaman da adlandırırlar. Örneğin, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı ve Hindistan İmparatoriçesi ünvanlarıyla tahtta 64 yıl kalan Kraliçe Victoria'nın iktidarı sırasında oluşturulan mimari, "Victorian Architecture" olarak nitelenir.

Bir başka örnek de, bu yazının konusunu oluşturan "Stalinist Mimari"dir.

Bu deyim, Sovyetler Sarayı için düzenlenen üç yarışmadan üçüncüsünün ve sonuncusunun açıldığı 1933 yılında başlayıp, Mimarlık Akademisi'nin kapatıldığı 1955 yılına kadar, yaklaşık çeyrek yüzyıllık bir zaman dilimi içinde, Sovyetler Birliği'nde gerçekleştirilmiş olan mimarlığı belirtmektedir.

Bu mimarlığın megaloman bir mimarlık olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Ayrıca Stalinist Mimarlık'ta heykel öğesi de oldukça ağır basmaktadır. Sovyetler Sarayı binasının yapım süreci, bu sürecin öyküsü, bu mimarlığın anlaşılması açısından çok yararlı olacaktır.

Robert Overy, hiçbir zaman inşa edilmemiş olan bu binanın yapım sürecini şöyle özetler:

Aralık 1922'de Komünist Parti Kongresi'nde Sergei Kirov Ticaret Birliği Sarayı'nda toplanan delegelere partinin devrim için "Proleter iktidarının amblemi" olarak görkemli ve yepyeni bir saray inşa edeceğini duyurdu. Planlamalar Lenin'in ölümünün ardından, 1924'de başladı fakat Merkez Komite Sovyetler Sarayı'nın tasarımı için bir yarışma açıldığını resmen ancak 1930'da ilan etti. Modernizmin ünlü temsilcisi Le Corbusier de dahil olmak üzere, 160 katılımcı vardı. Molotov'un başkanlığındaki bir yargıçlar komisyonu üç yıl sonra kimsenin kazanamadığına karar verdi; ancak Sovyet mimar Boris Iofan'ın liderliğindeki bir ekibe, başvurularını bir kez daha gözden geçirmeleri için bir şans tanındı. Dev gibi bir düğün pastası şeklinde tasarladıkları bina modeli Stalin tarafından kabul edildi. İnşaat iki yıl sonra, Kremlin yakınlarında, Moskova'nın göbeğinde, yıkılan İsa Katedrali'nin arazisinde geniş ve hevesli temel atma çalışmalarıyla başladı.

Sovyetler Sarayı dünyanın en büyük binası olacaktı. 110.000 metrekarelik bir zemin alanı vardı. 420 metrelik yüksekliği, New York'taki inşası henüz tamamlanan Empire State Binası'ndan daha fazlaydı. Geniş giriş katında -kat öyle genişti ki, temel atmak için kullanılan beton SSCB'nin yıllık çimento üretiminin yüzde 16'sına mal olmuştu- birbiri üzerine yerleştirilmiş altı katmanlı kule bulunuyordu. Hepsinin üzerinde ise (New York'taki) Özgürlük Heykeli'nden üç kat daha büyük, yüksekliği 90 metreyi geçen anıtsal bir Lenin heykeli vardı. Devasa heykel 35 metrelik kolları ve 6 metrelik parmaklarıyla gökyüzüne uzanıyor, 60 kilometre öteden görülebiliyordu. Etkileyici sahte-klasik giriş holünden girilen saraysa bazı yerlerde genişliği 250 metreye varan, Moskova'nın merkezine dek uzanabilecek yepyeni bir yol gibiydi. İçeride, 100 metrelik bir kubbenin altında dünya sosyalizminin 21.000 delegesi için bir kongre salonu bulunuyordu. Bütün bunlar modernleşme öncesi bir çağdan kalan ideal şehir imajıyla, antik dünyanın yedi harikasıyla yarışabilecek yeni bir ütopik medeniyeti birleştirmeyi amaçlıyordu. Methiye yazarlarından biri "Binayı öyle inşa edeceğiz ki, eskimeden, sonsuza dek ayakta kalacak" diye yazmıştı. (Overy, Richard, Hitler ve Almanya'sı - Stalin ve Rusya'sı, Çeviren: Ceren Günger, ErKO Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 166, 167)

"Sovyetler Sarayı" madalyonun bir yüzüdür. Madalyonun öteki yüzünde ise, saraylar değil, "daçalar" vardır. "Daça" sözcüğü, Rusça'da "yazlık ev" anlamına gelir. Stalin'in Sovyetler Birliği' nin geniş, çok geniş topraklarının çeşitli yerlerine dağılmış olan daçalarının sayısı hayli fazladır.

Stalin'in kızı Svetlana, onun bu evlerde nasıl yaşadığını şöyle anlatır:

Kuntsevo'dan uzak olmayan bir yerde babamın son yirmi yılını geçirdiği, annemin ölümünden sonra yaşadığı karanlık, boş bir ev vardır. [...]

Miron Merzhanov, güneyde babama birkaç daça yapan adam, bu evi 1934'te inşa etti. Bir bahçe içinde, ormanlar ve çiçekler arasında, harika, havadar, modern, tek katlı bir daçaydı. Çatısı koşmayı ve oynamayı çok sevdiğim geniş bir güneş güvertesiydi. [...] (Alliluyeva Svetlana, Svetlana Alliluyeva'nın Mektupları, Çeviren: Kudret Emiroğlu, Düşün Yayınevi, İstanbul, 1988, s. 24)

Kuntsevo'da daçada çok ziyaretçimiz vardı. Mutluyduk.

Babam onu tekrar tekrar yaptırdı. Herhalde iç huzurunu yakalayamadığı için, çünkü aynı şey bütün evlerin başına geldi. Güneye dinlenme kaçamaklarından birine giderdi ve ertesi yaz tekrar gittiğinde, bütün ev baştan aşağı değiştirilmiş olurdu. Ya ona göre çok az güneş ışığı vardı veya gölgede bir teras gerekiyordu. Bir katsa ikinci kat gerekiyordu, yok iki katlıysa birinin yıkılması gerekliydi. Kuntsevo'daki daçada da böyle oldu. Şimdi iki katlıdır. İkinci katta kimse yaşamadı, babam yapayalnızdı. Acaba benim, kardeşimin veya torunlarının orada yaşamasını istemiş midir? Bilmiyorum. Öyleyse de hiç sözünü etmedi. İkinci katı 1948'de yaptırdı. Ertesi yıl Çin'den gelen bir kurula büyük odada bir kabul verdi. İkinci kat bir daha kullanılmadı.

Babam alt katta yaşardı. Gerçekte bir odada yaşardı ve onu her şey için kullanılabilir biçimde yaptırmıştı. Geceleri yatak yapılan sedirde uyurdu, onun yanındaki masada telefonları vardı. Büyük yemek masası dokümanlarla, gazeteler ve kitaplarla dolmuşu. Yalnız olduğunda bir ucunu yemek için kullanırdı. Çanak çömlek için bir dolap vardı ve bir gözünde de ilaçlar dururdu. [...] Merzhanov'un ayrı ofisler olarak tasarladığı öteki odalar, yatak odası ve yemek odası aynı bu oda gibiydi. Ara sıra babam onlardan birine taşınır ve onu da kendi biçimine göre düzenlerdi.

Savaştan sonra, babamın son yıllarında, bütün politbüro neredeyse her akşam yemeğe gelirdi. Babamın ziyaretçileri kabul ettiği ana oda da yerlerdi. Bu odaya çok nadir girerdim ve orada gördüğüm tek yabancı 1946'da Josip Broz Tito'ydu. Ama bütün yabancı komünist parti liderleri, İngiliz, Amerikan, Fransız ve İtalyan, orada bulunmuş olmalıdır. 1953 Mart'ında babam bu odada yatıyordu. Odadaki sedir onun ölüm yatağıydı. [...] Evde harika bahçeyi ve her yandaki terasları severdi. Son yıllarında, özellikle güneşin batışını seyredebildiği batı yönündeki terastan hoşlanırdı. Teras bahçeye bakardı. Savaştan sonra inşa edilen küçük camlı bir veranda çiçeklenmiş kiraz ağaçlarıyla dolu bahçeyi görürdü. (A.g.e., s.27, 28)

Kuntsevo ve Zubalovo'nun dışında, ailenin sessiz yaşamını sürdürdüğü bu iki yerden başka, babamın Moskova dışında kendi başına kaldığı iki yeri daha vardı. Bunlar da Dimitrov karayolunda huş ağaçlarıyla çevrili koca bir parkın içinde havuzlu çok eski bir park olan Lipki ile savaştan hemen önce inşa edilmiş, büyük ormanların içinde, eskiden kölelerin kazarak yer altı sularını içine akıttığı küçük gölleriyle Semyonovskoye konağıydı. Şimdi "devlet daçası". Parti önderlerinin ve yazarlarla sanatçıların bazı önemli toplantıları orada düzenleniyor. (A.g.e., s.136)

Lipki ve Semyonovskoye'de de her şey Kuntsevo'daki gibiydi. Odalar aynıydı, eşya aynıydı, evin dışında aynı çiçekler ve bitkiler vardı.(A.g.e., s.137)

Konuyla İlgili LinklerYazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: küçük harf "j", büyük harf "X", küçük harf "r", sayý beþ, küçük harf "j", küçük harf "r"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız