Köşe Yazısı

Yıldız Savaşları

Yazan: Hüseyin Yanar Tarih:


Yetmişlerin ortalarına doğru başlayan ABBA fırtınası uzun sürmüştü. Kısa, kolay okunan ve hatırlanan ismi ile ABBA, ünlü parçaları Waterloo ile ortalığı alt üst etmiş, o yılların Eurovizyon'unu kazanarak müzik dünyasına damgasını vurmuştu.

Finliler, ABBA'nın ülkesi İsveçliler gibi bu Eurovizyon işine çok önem veriyorlar. Her yıl ülkenin farklı yerlerinde, bazı merkezlerde düzenlenen organizasyonlarla birinciler seçiliyor. Sonra da büyük finalde yarışıyorlar. Kazanan da o yıl ki yarışmaya katılıyor. Böyle olmasına karşın Euroviyon Yarışması tarihinde, Finliler'in geçen yıla kadar hiçbir önemli başarıları olmadı. Ta ki Lordi adındaki çirkin, garip yaratıkların oluşturduğu grup hem ülkesinde hem de bir önceki birinci olan Yunanistan'ın Atina'da düzenlediği finalde her şeyi dümdüz edip büyük farkla 2006'daki yarışmayı kazanana dek. Lordi, beğensek de, beğenmesek de şüphesiz yeni bir şey ortaya koymuştu. Lordi'yi yaratanlar Eurovizyon'daki eksikliği görmüş, kızlı erkekli grup elemanlarının hiç çıkartmadıkları maskelerinin arkasında, hem medyanın hemde izleyenlerin ilgisini, merakını doruğa çıkararak, bütün projektörleri kendilerine döndürmeyi başararak, Rock ile bu çirkin yaratıkları belki de bütün eurovizyondaki sistemi eleştiren bir ironi içinde biraraya getirdiler. Sanki mağaradan çıkmış, aslında yüzüne bile bakılamıyacak hatları ile çok çirkin olsalar da, hiç de korkutucu olamayan hatta karikatüze edilmiş halleriyle komikleşen ve çocukların bile gülümseyerek seyredebilecekleri bu grup finaldeki performanslarıyla diğer katılanlardan, neredeyse bütün yüksek oyları topladı ve her geçen gün daha da tuhaflaşan Eurovision hikayesine karşı bilinçli bir tavır ortaya koydu.

Finlandiya tarihinde belki de ilk defa böyle bir müzik olayından sonra, ertesi gün, bu sakin ülkede, yüzbinlerce kişi sokaklara dökülerek kentin en önemli eksenlerinden biri olan Espanad'ın sonundaki market meydanında kurulan Lordi sahnesine koşmuştu. Televizyondan da canlı verilen törenlere Finliler'in çok sevilen bayan Cumhurbaşkanı bile katılmış hepsini ayrı ayrı tebrik etmiş, ülkesi adına hepsini bağrına basmıştı. İmaj savaşında Lordi galip geldi. Lordi, "Hard Rock Halleluja" ile bir tarih yazdı.

Lordi'den yıllar önce bir başka tarih yazan ABBA'nın hikayesi ise o tuhaf yaratıklarınkinden farklı. Bu defa imaj makerlar, bu işle uğraşanlar, organizatörler, basın yayın, radyo istasyonları, TV'ler başka bir hikaye bulmuşlardı. İki kız iki erkek, masum yüzler, yeni ritimler ve alışılmadık vokalleri ile efsanevi parça Waterloo'yu piyasaya süren grup yeniden yaratılmış, bütün dünyaya sunulmuştu. ABBA'nın 1974 yılındaki büyük Eurovizyon finali öncesi, ilk İsveç elemelerindeki halini şans eseri geçenlerde bir İsveç kanalında izleyince çok şaşırmıştım. Aslında Waterloo'nun o halini, cilalanmış, hiç hataya bırakmıyan bugün bildiğimiz o yıllarda piyasalarda rüzgar gibi esen halinden çok daha fazla sevmiştim. Keşke aynı olduğu gibi kalsaydı diye düşünmüştüm. Parça bir eskiz gibiydi. Mimarlıkta yaptığımız eskizler gibiydi. Hayale yer bırakan her şeyi, her yeri, her detayı çözümlememiş ama çözümlemeye doğru adım atan eskizler gibiydi. Biraz mahçup, heyecanlı dörtlü, çok basit ve küçük bir sahne önünde parçalarını fazla hareket etmeden söylediler. Parçanın ritmi, akustiği ve vokalleri son derece basitti. İzleyici için bütün ambiansı da finaldeki performansı da farklıydı. Ama bu eskiz o kadar güçlüydü ki, orada kazandıkları İsveç birinciliği onlara arkalarına büyük bir rüzgarı alarak yaratacakları bir efsanenin yolunu açacaktı.

Lordi'nin işi kısa sürede bitti. Görevini de yapmıştı. Bu estetik kurallar, müzik dünyasının formatı arasında onlar daha fazla ileri gidemez, gündemde daha fazla kalamazlardı. Sistemi daha fazla sarsamazlardı da. Ama bunun tersi, ABBA Eurovizyon çıkışından sonra uzun yıllar pop müzik piyasasında listelerde kaldı. Onların sistemi sarsmakla ilgileri de yoktu. Lordinin aksine, sadece ilk çıkışları Waterloo değil, çok sayıda parçaları hit oldu bir sürü ülkede. Tabii ABBA bir ticari obje olmuştu. Lordi'den çok daha fazla para getiren bir objeydi. Herkes pastadan payını alıyordu. ABBA hem kendilerine hem de bir çok kişiye kazandırıyordu. Ve sonunda kaçınılmaz olarak zamanı geldi, yüzler eskidi. ABBA da birçok grup ve sanatçı gibi tarihteki yerini aldı. Sistem ve sistemin imaj makerları devamlı yeni yüzler arıyor, buluyor ve piyasaya sürüyorlardı.

Hikayeler hiç değişmiyor. Değişenler, objeler, onları piyasaya sürenler, makyajlarını yapanlar, imajlarını programlayanlar ve onları neredeyse istedikleri hale getirip medyatikleştirenler, meşhurlaştıranlar oluyor. Müzikten diğer dallara, birinden diğerine, basın dünyasından televizyonlara, politikaya, sanata ve mimariye... Barometresi tirajla ölçülen bu para dünyasında, her dalda yeni yüzler, yeni yıldızlar gerekiyor. Son yıllarda ise daha önce de olduğu gibi imaj makerlar mimarlık bürolarının da mimarlarının da en gözde partnerleri. Hele mimarlık vurdulu kırdılı bir alış veriş olduğunda, Dolarlar, Eurolar devreye girdiğinde imajcıların işi daha da artıyor. Portreler bir bir ortaya çıkıyor. Kimdir bu imaj makerlar? Kişilerdir, gruplardır, kuruluşlardır. İsteyerek ya da istemeyerek, farkında olarak, olmayarak bu işi yaparlar. İşi bu olan, kapıyı çalıp bu işe talip olanlar vardır. Tabii nereden ne gelir, ne yapmalı da para gelmeli, pazar araştırmaları nasıl olmalı, tüketicinin gereksinimleri nedir vs'yi çok iyi bilirler. Aynen futbolcuların menajerleri gibi, iş geldiğinde, transfer ayının gürültüsü içinde satıştan komisyonlarını alırlar. Mimarın kendisi de giderek bu kurgunun aktörü haline gelir. Mimarlık dünyasında elbetteki istisnalar vardır. Fakat bu işi başka türlü yapan, kendi yolunda giden, kendi imajını kendi dünyasını yaratanlar da olsa, yıldız adaylarını daha bir görünür hale getiren, yıldız yaratma sistemine bağlı olarak yapan kuruluşlar, her türlü medyasıyla, hatta okullarıyla devreye girer diğerleri ile yan yana. Giderek onlar da imaj yaratma sisteminin bir anlamda parçaları haline gelir, imaj dünyası güçlü bir topoğrafya yaratır, bütün zincirleme reaksiyonlarıyla. Televizyonla, bilgisayarla, intenetle giderek de süratle hızlanan, hızlandırılan dünyada mimarlık dünyasının da düzenleyicisi ve aslında motoru olurlar. Bu eğer, para ile ilgili bir programlama yani bir ticaret ise, para nasıl gelirin hesabı yapılır her şeyin ötesinde. Ne yazık ki mimarlık da onun arkasından gelir. İşte imajcılar, bu çember içinde, çok sayıda kişinin çalıştığı mimari süper marketlerin ya da mimari fabrikaların süratle arttığı, artmaya teşvik edildiği orada çalışacakların, öğrencilerin, genç mimarların çok azının ileride kendi yerini, kendi mimarlığını bulacağı fantazi bir dünyada, hem yerel hem de uluslararası düzeydeki mimarlık dünyasında kendilerine yer bulurlar birçok farklı yüzlerle.

Gerçek ustayı, yıldızdan ayırmak gerekir. İkisi de bazen bir araya gelebilir ama, "Usta" işi bilendir, ışıkların gerisinde, alkışların ötesinde yaşar genellikle, "Yıldız" ise lanse edilen, üzerine projektörler çevrilendir, yüzü eskiyendir. Eskidikçe de estetik gerektirendir, çoğu zaman. Gerçek usta ölmez, yıldız ise projektörler üzerinden çekildiğinde söner, görünmez, karanlıkta kalır. Kayar gider.

Bu imaj dünyasında, aslında yaratılan yıldızların ötesinde, mimarlığın ta kendisidir. Farklı kuruluşları, basımı, yayını, eğitim kurumları, fabrikaları ve ideolojileri ve işleyişi ile yeniden formatlanmaktadır. Bir anlamda mimarlık aktörleri ile yeniden yaratılmaktadır. İmaj makerlar elinde yaratılan ve tasarlanan mimarlıkta, kaçınılmaz olarak bu işi öğrenmeye çalışan okuldaki öğrencinin, bu sistemdeki öğrencinin yeri çok önemli hale gelir. Kendini sorgulamalıdır, etrafında kendine sunulan sistemi sorgulamalıdır, mimarlığı sorgulamalıdır ve binlerce mimarlığın arasından kendi mimarlığını bulmalıdır. Öğrencinin mekanı yeni, bilinmeyen bir dünyayı öğrenme mekanıdır. Bu dünyayı öğrenebilmek için yaşanabilecek en özgür, en kişisel, en özel mekandır. O yüzden bu mekan, öğrencinin karşısından geçen bir sürü hocanın, büro sahiplerinin, ustaların, yıldızların, yarışmaların, birbiri ardına gelen projelerin, derslerin, sabahlamaların, büro çalışmalarının, uykusuzlukların, bir türlü bitmek bilmeyen yetiştirmelerin, vizelerin, notların, teslimlerin arasında yine de öğrencinin belki de kendi yıldızını bulacağı, etrafındaki mimarlığı ile hesaplaşacağı bir yer olmalıdır. Mimar olduktan sonra ise yaşamın gürültüsü içinde azgın bir nehrin akıntısı içine girmişşinizdir yoldaki güvenli köşeler, sizi belki de düşündürecek tek tük taşlar bir yerlerde her zaman olsa da. Hocanın rolü, öğrenci gibidir, öğrencinin bu kilidi açmasını, bu bilmeceyi çözmesini kolaylaştırmaktır. Çünkü diğer meslek dallarında da olduğu gibi geleceğin dünyasını kuracak öğrencidir.



İşte tam burada Eurovisyon'un ve imaj makerların biribirinden farklı yıllarda en tepeye çıkarttığı iki idolünden, ABBA ve Lordi'den başka bir idole, bir televizyondaki ünlü bir program yapımcısı, bir başka masum yüzün, Acun Ilıcalı'nın mekanına gidiyoruz. Ilıcalı, hepimizin bildiği gibi, televizyon dünyasında bütün istatistikleri paramparça etmiş biri. O da yıldızlar yetiştiren, önüne çıkan platformu ya da kendisi için yaratılan platformu çok iyi kullanıp değerlendiren, kendi imajını kendi yaratan ya da imajı yaratılan bir sunucu. Hiç hesapta olmayan sıradan kişileri bulup ortaya çıkartıyor. Yarışmasına katılanlara birer birer kutuları açtırarak, telefondaki yüzü bilinmeyen yardımcısı Hamdi Bey'e danışarak para dağıtıyor. Defalarca, programının kilit noktasında her defasında yinelediği, yanında vaadedilecek parayı almak için oturan, almak ya da almamak ya da birazını almak arasında şekilden şekile girip perişan olan yarışmacıya sorduğu sorusu anlamlı. Çok sayıda katılımcı ve izleyenlerle günlük yaşamımızdan getirdiği, günlük yaşamın içinden getirdiği yüzlerle ile program yapsa da sanki televizyon ekranlarında Para Tanrısı'na dönüşen Acun Ilıcalı vaadediyor. Vaadedilen bereketli toprakların sahibi oymuş gibi. Adeta, bir rüya sunuyor yarışmacıların önüne, çoğu hayal ettiklerine ulaşamasa bile. Ama bir şartı var, kutu açmaların bir anında. Karşısındakinin net bir soruya cevap vermesini istiyor. Soru hepimizin bildiği gibi aslında çok basit bir ikili: "Var mısın? Yok musun?"



Programını seyreden seyretmeyen, programına katılan katılmayan, herkesle neredeyse akraba gibi olan, mütevazi haliyle aklımızda kalan Acun'un bu sorusunu konumuza taşırsak, yukarıdaki yazı ile bir araya getirip yorumlarsak, bu ikilinin içinde aslında çok şey saklı olduğunu, hatta bir yaşam biçiminin ya da yaşam tercihinin olduğunu görüyoruz. Bu düzenin gereği, her yanımızı sarmış imaj makerlar, idoller, yıldızlar, yıldızlı semalar, hayaller, ABBA'lar, Lordiler, lordlar, lordlar kamarası, özel köşeler, mimari süper marketler, mimari fabrikalar, projeler, para, güç, iş ve görev paylaşımı, lojistik ve daha kimbilir neler nelerlerin arasında. İşte yan gözle şaşkın şaşkın baktığım, geçen yılın galibi Rusya'nın kalbi Moskova'da, o büyük, dev kapalı spor salonundaki 2009 Eurovision finalinde, modern teknoloji ve bilgisayar destekli ışık oyunlarına karşın tasarımında insanı, sanatçıları, grupları adeta yok sayan ya da yok eden, sanki yeni bir diktatoryal rejimin çığlıklarını, alkışlar ve bayraklar arasındaki aşırı görkemli performansını seyrederken aklıma gelenler bunlardı.



Yukarıdaki tablo abartılı renklerle boyanmış da olsa, bize gösterilen, kafamızı programlayan, savaşlarıyla, kanallarıyla, sunucularıyla, politikacılarıyla, mimarlarıyla, mimarlıklarıyla, bir sürü farklı hikayelerinden seçilmiş imajlarıyla dolu, bize sunulan bu sistemin içindeki kurumlar, kuruluşlar ve bireyler arasında tabii ki dürüstçe işlerini yapanlar, mesleklerinin yükünü taşıyanlar vardır. Bu resmin belki de en başka, en canlı renkleri olurlar. Belki de bizi saran sistemin içindeki başka bir sistemin temelleri, umudu olurlar. Ama hala sorular, düşünceler önümüzde yığılı, durur. Bizim onlara bir daha, bir daha dokunmamızı bekler.



Yıldızlar olmasaydı, yıldız savaşları olmasaydı, yıldız yetiştiren ve genelde yarışmayı özendiren bir dünyamız, eğitim dünyamız olmasaydı, şampiyonlar olmasaydı nasıl bir dünya da yaşardık... Kimbilir belki de her sabah kalktığımızda, reklamlarla, tabelalarla, işaretlerle, takip etmemiz istenen yıldızların yerine, hep doğru olduğu söylenilen şeyler, kurallar yerine, özellikle öğrencilere önerilen, gösterilen modeller yerine, kendi modelini kendi yaratığı, resmini kendi yaptığı yıldızını, herkesin kendi yıldızını bulmasını isterdik. Bu yolla türlü biçimlerde, neredeyse formüllerle bize sunulan mimarlığın arkasındaki yolumuzu, kendi mimarlığımızı bulurduk. Belki de, bu yıldız savaşları arasında bile başka bir yer, başka bir ada bulmak mümkündür eğer hala böyle bir yerde bile yaşıyorsak. Ama yine de "Var mısın? Yok musun?" ya da konumuza adapte edersek "Neye varsın? Neye yoksun?" çok önemli bir soru olur. Arası çok olmayan bir sorudur. Bir başka deyişle mimarlık günüllüleri ya da bir çok mesleğin gönüllüleri için çok önemli bir yol ayrımıdır. Her iki yolda da ödenmesi gereken büyük bedeller vardır, mimarlığınızla, kişiliğinizle, yaşam tercihinizle.

* Resimler, geçen sonbahar, ani bir yağmur sonrası Helsinki'de bizim büronun arka avlusundan, bir kenarda yığılmış, eskiyen çatı renovasyonu için kullanılacak metallerin üzerindeki su birikintilerinden alınmıştır. Su damlaları aynı yüzeyin üzerine hızla, bir bir düşerler. Biraz dikkatle bakarsak her damlanın farklı bir serüveni olduğunu görürüz. Hepsi ayrı ayrı, farklı farklıdır. Biraraya gelirler, ayrı ayrı, yan yana adalara dönüşürler, aynı parlak, metal yüzey üzerinde, hepsi biribirlerinden farklı başka başka hikayeleriyle.

** Bu makale, Git Dergisi'nin 23. sayısında da yayınlanmaktadır.

 

Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: büyük harf "Y", küçük harf "e", küçük harf "t", küçük harf "b", küçük harf "e", büyük harf "B"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız