Dolayısıyla, bütün kentler salt kent oldukları için ilginçtirler. Ayrıca, her kentin kendine özgü birtakım ilginç yönleri mutlaka vardır. Öte yandan kimi kentlerin, ötekilerden daha ilginç olduğu da yadsınamaz. Bu gibiler arasında, İstanbul, Venedik gibi gerçek kentlerin yanısıra; İtalo Calvino'nun ve Yazıcıoğlu Ahmet Bîcan'ın kitaplarında, sırasıyla Görünmez Kentler'de ve Dürr-i Meknun'da karşımıza çıkanlar gibi ütopik, düşsel olan kentler de vardır ve bence, ikinciler, yani düşsel kentler, birincilere, yani gerçek kentlere kıyasla, daha ilginçtirler. Aşağıdaki örneklerin ve alıntıların bu savımı desteklediklerini düşünüyorum.
1923 yılında Küba'da, İtalyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve gençliğinde çeşitli direniş hareketlerine katılan, 1972 yılında İtalya'nın en prestijli edebiyat ödüllerinden birini, "Feltrinelli Ödülü" nü kazanan ve sözünü ettiğim kitabıyla ilgili olarak Amerika Birleşik Devletleri'nde, New York Columbia Üniversitesi'nde yüksek lisans öğrencilerine verdiği ve Amerikan Edebiyat Dergisi Columbia tarafından yayınlanan konferansına "Görünmez Kentler bildik kentler değil; kurmaca kentlerdir" diyerek başlayan Calvino, o kitabında o tür birçok kenti, kısa ama çarpıcı bir biçimde anlatır:
Yabanıl topraklarda uzun süre at koşturan insan bir kent arzular. İsidora'ya varır sonunda. Burada evlerin salyangoz kabuklarıyla kaplı helezoni merdivenleri vardır. [...] Ve horoz dövüşleri burada bahisçilerin kanlı kavgalarına dönüşür.[...] Kent meydanında yaşlıların bir duvarı vardır: Üzerine dizilir, gençliğin önlerinden geçip gidişine bakarlar.[...] Despina'ya iki türlü gidilir: Gemiyle ya da deveyle. Karadan gelene başka, denizden gelene başka görünür kent. Gökdelen tepelerinin, radar antenlerinin, rüzgârda beyaz, kırmızı dalga dalga rüzgârgüllerinin, kurum kusan bacaların, yaylanın göğe değdiği çizgiden fırlayışını gören deveci bir gemiyi düşünür; bir kenttir bu, bilir, ama kendisini çölden alıp götürecek yelkenli bir gemi gibi görür onu. [...] Denizci ise, kıyının pusunda, bir deve hörgücünün biçimini, sağa sola sallanarak ilerleyen iki benekli hörgüç arasında parlak püsküllü bir eyerin biçimini seçer; bir kenttir bu, bilir, ama hamudundan şarap tulumları, meyve şekerlemeleri, hurma şarapları, tütün yaprakları dolu torbalar sarkan bir deve gibi görür onu.[...] İnanmaya hazırsanız, ne iyi. Örümcek ağı kent Ottavia'nın nasıl olduğunu anlatacağım. İki sarp dağ arasında bir uçurum var; kent boşlukta duruyor, bir doruktan ötekine halatlar, zincirler ve tahta köprülerle bağlanmış. Küçük tahta traversler üzerinde boşluklara basmamaya dikkat ederek yürüyor insan ya da kenevir ilmiklere tutunuyor. Aşağıda, yüzlerce, binlerce metre hiçbir şey yok; birkaç bulut geçiyor; uçurumun dibi zar-zor seçiliyor.[...] Kentin temeli bu: geçit ve destek gibi kullanılan bir ağ. Geri kalan herşey yukarıya yükseleceği yerde aşağıya sarkıyor: ip merdivenler, hamaklar, çuval evler, vestiyerler, küçük teknelere benzeyen teraslar, su mataraları, gaz lambaları, kebap şişleri, sicimlere bağlı sepetler, yük asansörleri, duşlar, trapezler, oyun çemberleri, teleferikler, avizeler, sarkan yapraklarıyla çiçek saksıları. [...] Armilla yarım kaldığından ya da yıkıldığından mı böyle, yoksa bu işin altında bir büyü ya da sadece bir kapris mi var bilemiyorum. Gerçek şu ki, kentin ne duvarları, ne tavanları ne de döşemeleri var. [...] Büyük kent Cloé'nin sokaklarından geçen insanlar birbirlerini tanımaz. Birbirlerini gördüklerinde, her biri diğeri için binlerce şey hayal eder; gerçek olabilecek buluşmalar, sohbetler, sürprizler, okşamalar, ısırmalar. Ama kimse kimseyi selâmlamaz, bakışlar bir an için karşılaşır, sonra kaçırırlar kendilerini, başka bakışlar ararlar, hiç durmazlar. [...] Sofronia iki yarı kentten oluşuyor. Birinde iki büyük kamburuyla sekiz çizen raylar üzerinde inip çıkan ölüm treni, zincirlerin döndürdüğü atlıkarınca, dönmedolap yerçekimine meydan okuyan motorları üzerine kapanmış ölüm motosikletçileri, tepesinden trapez sallanan sirk çadırının kubbesi var. Diğer yarım kent, bankası, fabrikaları, büyük binaları, mezbahası, okulu ve geri kalan tüm şeyleriyle taş, mermer ya da çimentodan. Yarım kentlerin birisi sabit, diğeri geçici ve süresi dolduğunda çivilerini söküp parça parça ayırarak başka bir yarım kentin boş alanlarında kurulmak üzere alınıp götürülüyor.
"Ve dahi dünya dedikleri bir hayal gibidir" diyen Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan Efendi'nin, XV. yüzyılın ortalarında kaleme aldığı ve evrenin, dünyanın, yer yüzünün, gökyüzünün, arşın, cennetin ve cehennemin yaratılışını anlattığı için bir kozmoğrafya kitabı; dağları, denizleri, iklimleri, Magrib'i ve Maşrık'ı, Bahr-i Muhit-i Kebir'i, Bahr-i Muhit-i Atlas'ı, yani Büyük Okyanus'u ve Atlas Okyanusu'nu anlattığı için aynı zamanda bir coğrafya kitabı. Necdet Sakaoğlu'na göre ise yazıldığı çağda var olan hemen bütün bilgileri içerdiği için bir ansiklopedi olarak da nitelenebilen Dürr-i Meknun'un "Şehirler ve mescidler ve deyirler ve iklimler beyânındadır" başlıklı Yedinci Bab'ında da "acayip" birtakım kentlerle karşılaşırız.
Pes bu dünya aceb dünyadır; acâibi çoktur. Eydürler ki bu Rub'-ı Meskûn'da yirmi bir bin altıyüz yirmi üç pâre şehir vardır. İçinde ademî-zâd sâkinlerdir. Amma şunlar ki meşhurlardır, elden geldikçe beyân edelim: Uht derler bir şehir vardır. Anda her kim dursa pahil olur. Bir yıl dursa sahî olur; daha çok dursa dehrî olur. Hergiz onun âdemisi kocalmaz; kocalığa ermez. Kimse kimsenin evine varmaz. Ve dahi Endilese derler bir cezîre vardır; Süleyman peygamberin matbahı andadır. Çömleğinde yüz deve pişerdi; her çanağına on deve sığardı. Süleyman hazinesi şimdi ordadır. Altının hesabını kimse bilmez. Ve dahi Ahvaz derler bir şehir vardır. Orada varıp duranın hırsı artar, hasis olur. Dahi Us derler bir yer vardır. Orda ölüp cenazeye kosalar götürmeye imkân yoktur; tâ tekbir eylemeyince. Kabre varınca tekbir eylemek gerektir, tâ kim götürebileler.[...] Dahi gün doğduğu yere yakın bir şehir vardır. Ana Câbilka derler. Bin kapısı vardır.[...] "Her kim ki bu şehre gire, [...] elbette ölür".[...] Cankar derler bir ulu iklime geldiler[...] Eğer bu şehri almak dilersen, güvercin ya üveyi kanı ile şehadet kelimesini yazasın, salavat ile geyiğin derisini hisara karşı tutasın, yürüyüş eyleyesin dedi. Öyle etdiler, şehri aldılar.[...] Dahi Hayır derler bir vilayet vardır. Hükema eydür; Bir gece Hayır'da durmak yeğdir bin tabib ilacından. Kişi anda hiç sayrı olmaz, çok yaşar. İki kere dişi dökülür, yine biter. Sakalı ağarmaz ve kocamaz. Kulağı dahi sağır olmaz.[...] Ve dahi Hadramut derler bir şehir vardır. Anın havalisinde bir dere vardır. Anda bir kuyu ve anda bir yazı (ova) vardır. Ol yazı gece ve gündüz zulumattır. Ol kuyudan tütün gibi çıkar ovayı bürür.[...] Dahi Habeş derler bir vilayet vardır: Zengibar'a yakındır. Anda çok fil olur, canavarlar vardır, büyüklüğü yüz filce ola: Yabana saldığı tezek filce ola. Çok türlü canavar vardır.[...]Ve dahi Cezire derler bir yer vardır, cuhudlar şehridir. [...] Anda ekin tarla olmaz. Üç ayda bir tuz yağar ve bir kez bal yağar derler. Anı yerler, taamları oldur. [...] Dahi Zâtü'l-ıtlak derler bir şehir vardır. Hind'e yakındır. Anın türlü acâibi vardır. Cümleden biri Şâpur Şah gördü, geyik tırnağından bir minare yapmışlar yüz arşın.