
"Dubai Panoraması"
Son dönemlerde yaptığım çalışmalarda mimarinin geçirmekte olduğu dönüşümleri konuşuyorum, yazıyorum.
Bazıları yaşananlara yol kavşağı, çağ atlama benzetmesi yaparken, başkaları ekonomik kriz aşılır aşılmaz işlerin normale döneceği fikrindeler. Mimaride jenerasyonal bir değişim gerçekleşiyor.
En hararetli tartışmalar mimarinin görsel kalesi "formalizm" üzerine.
Bu fikirler ortada dönüp dolaşırken en kavgacı sesler belli bir gruptan geliyor.
Mimarinin şu andaki yetersiz işlevi üzerine yapılan eleştirileri Vitruvius'un üçlüsünün biri olan "form"a (diğer ikisi teknoloji ve fonksiyon) karşı yapılan bir saldırı olarak görüyorlar. Bu grup, "form" denilen temel bir taşın sanki yegane sahipliğine üstleniyor ve paniklenerek müdafasını yapmaya çalışıyorlar. Elden giden bir şey yok. Form her zaman var olacak...
Sakin olun arkadaÅŸlar.*
Form inşa etmeyi ve sahiplenmeyi kişisel bir tekelden çıkarıp, halk platolarına katılımı hakkında ideoloji ve teori üretimleri üzerinde yapılan işler dikkate değer.
Şu anda bir dönüşüm var. Dönüşümün esası mimaride "form"un reformuna dayanmıyor. Konumuz olan yaşamın kalitesi ve onun reformu.
Artık her kafadan çıkan salt plastik şekil kökenli çalışmalar görüntü gürültüsüne ait tartışmalarda yer almaya başladılar.
Görüntü derken, çarpık şehirleşme ve gecekondulara atfedilen kirlilik şikayetlerinden ziyade, yüksek konsept veya bazen ikonik bina da dediğimiz tasarım maceralarını kastedebiliyoruz.
Bu konuda yazılıp çizilenlerin arasında en iyilerinden OMA'nın Dubai panoraması yer alıyor. Bu montaj düzenleme, işin tadının çoktan kaçtığına işaret ediyor.
(Şimdi yazıyı çatallandırıp OMA'nın kendi çelişkilerine girmeyeceğiz.)
OMA, kendi tasarladığı jenerik prizmayı öne sürerken adeta formalizmi imha ediyor, son noktayı görmek isteyenleri Dubai vasıtasıyla ikna ediyor. Dubai çölün ortasında gürültü yapıyor. Gürültünün ekonomik desibeli arttıkça diğer foyaları da ortaya çıkıyor. Mimarinin nerelerden beslenip kimlere hizmet ettiği daha yalın bir şekilde görselleşiyor, aklımızda kalıyor.
Burada yapılan işlerin mimariye katkısı ancak reform ihtiyacını tetiklemesi yönünden önemli. Yapılarıyla, fantazi tatilleriyle, ekonomik getirileriyle ve devasa iflaslarla ön plana çıkarılan modelin içindeki lüks ve izole hayatta, mimari adeta bir satış elamanı olarak kullanılıyor. Mimarinin değeri satılan ve kiralanan mekan seviyesine göre indirgeniyor.
Mimari işte orada içindeki oyuncaklarıyla bir eğlence parkı olarak tüketiliyor. Dışarıyla olan ilişkisi azalıyor.
Biraz abartılı ama, çölün kumu, ekonomik fırtınaları da arkasına alarak kumdan palmiyeleri ve kumdan dünyayı dağıtıp, mermer kaldırımları diz boyu gömüyor. Hızlı elden yapılan akvaryumlarda patlamalar oluyor. Burj'un sahibi üst katların birinden aşağıya bakınca bunları görebiliyor.
Bu "şimdilik ve geçici" bir kabus gibi görünmüyor. En iyimser ekonomi projeksiyonları bile bazı değerlerin ilelebet kaybından konuşuyor. Dubai'den ayrılıp başka yerlere gittiğimizde de aynı manzaralar var. Kumarın oynandığı yerlerde aynı spekülasyon mimarileriyle karşılaşıyoruz. Sürekli olarak yaşamaya değer bir hayatın ancak lüks ve pahalı olduğu yayınlanıyor. Üzerine uzun zamandır çalışılan tek "form" da bu zaten.
Bunları yazarken tepkiler de gelmiyor değil. İşi bozulanlar, duraklamada olanlar, projeleri iptal edilenler, pozitif yazacak bir şey bulamadın mı diye kızıyorlar. Gittiğim okullarda konuştuğum hocalar ve öğrenciler adeta beni oyunbozan olarak itham edebiliyorlar. Zira, mimarinin dönüşüm noktasında gerektirdiği ve zorunlu kıldığı şartlar işlerine gelmiyor. Bu konuları geleceklerine tehdit olarak algılıyorlar. Mimarinin tekelinden vazgeçemiyorlar. Değişim işlerine ters geliyor. Patronları ile çelişki içine düşmekten korkuyorlar.
Binalarındaki birkaç fotojenik enstantane onlara yettiği gibi bunları yayınlayan mecmualara da yetiyor. Projeler yan sayfadaki ürün reklamından ayırt edilemiyor.
Dünyanın nüfusu hızla artarken mimari piramidin sivrildiği yerlerde dolanıyor. Tekrardan paketlenmiş şekilsel seçenekler sunuyor. Gücü bütün yapılan binaların yüzde nokta birine ancak yetiyor.
Geçenlerde halen Hollanda Mimari Enstitüsü başkanlığı görevini yapmakta olan eleştirmen Ole Bouman'la bir söyleşim oldu. Kendisi içinde bulunduğumuz durumu yol ayırımı olarak açıklayanlardan. Özellikle bu konulardan bahsettik. İngilizce okumayan arkadaşlardan özür dilerim şu anda elimde çevirisi yok. Ole, konuyu, üzerine basarak ve zamanın hayatta kalma zamanı olduğunu söyleyerek noktalarken, ben ilavede bulundum.
Bence sorunları çözen bir mimari geleceğimiz var ise, bu mimarinin içerdiği hayatta kalma tanımının asgari anlamdan öteye gitmesi gerekiyor.
Bence mimarinin en büyük görevi de bu olmalı.
Asgariyi eksik ve ancak yeterli olma anlamından çıkarıp, hayatı mutlu kılan, sağlıklı ve sürdürebilirlik yönü güçlü bir seviyeye getirmek olmalı.
Eğer ki hayatta kalacaksak, güzel bir ortamda kalalım. Yaşadığımız yerlerden ve mekanlardan ilham gelebilsin. Kentlerimiz adil olsun. Bu değerler piramidin alt ve yayvan kısımlarını da kapsasın. Mimar olarak yaratıcılığımızı bu bölgelere odaklayalım.Tasarlarken aklımızda bunlar olsun. Bu prensipleri çizelim, seslendirelim, öğrencilerimize anlatalım.
Tekrar yazayım, şu anda bir dönüşüm var. Dönüşümün esası mimaride formun reformuna dayanmıyor.
Hedef, dünyamızdaki çoğunluk kitlenin daha iyi bir yaşam kalitesi.
*Çok sevdiğim SAKİN OL DOSTUM'dan esinlenmiştir.
Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin