Köşe Yazısı

Yapma Cennetler

Yazan: Nuray Togay Tarih: 22 Temmuz 2010
...Burada yazar, herşeyden önce, kimi karalamalardan akademisyenliğin hıncını almak istiyor. Akademisyenlik ile memurluk arasında bir karşılaştırma yapıyor ve ayrımlarını çok net bir biçimde belirliyor: Sözgelimi, memurluğun sağladığı zevk, yükselen bir ilerleme çizgisi izler, sonra giderek azalıp düşmeye başlar, buna karşılık akademisyenliğin etkisi bir kez kendini gösterdi mi, hep aynı kalır. Biri, kesin bir haz verir, öbürü uzun süreli bir haz; birinde bir alevlenme görülür, ötekinde hiç değişmeyen sürekli bir yanma, ateş. Ama aralarındaki en büyük ayrım da şudur: Memurluk zihinsel yetileri bozup karıştırır, buna karşılık akademisyenlik zihinsel yetilere yüksek bir düzen ve uyum sağlar. Memurluk, insanı kendini yönetmekten yoksun eder, akademisyenlik ise bu yönetimi daha yumuşak ve uyumlu yapar, sakinleştirir. Herkesin bildiği gibi, memurluk, küçümsemeye ve hayranlığa, sevgiye ve nefrete olağanüstü bir güç kazandırır. Buna karşılık akademisyenlik, insan yetilerine derin bir disiplin duygusu ve bir çeşit tanrısal sağlık iletir. Memurluğun sarhoşları, hiç kimsenin anlayamayacağı bir biçimde, durup dururken, birbirlerine karşı ebedi dostluk andında bulunurlar; el sıkışırlar ve birlikte gözyaşı dökerler. Buna karşılık akademisyen, daha çok, temelde iyi ve doğru, düzelmiş, kendi doğal durumuyla bütünleşmiş, soylu yaradılışını zaman zaman bozmuş olan tüm acılardan kurtulmuş bir insandır. Son olarak, memurluğun kazançları ne denli büyük olursa olsun, denebilir ki, memurluk neredeyse çılgınlığa yöneliktir ya da en azından, aşırılığa kaçar ve belli bir sınırın ötesinde, düşünsel gücü bir anlamda buharlaştırıp dağıtır. Oysa akademisyenlik, taşkın insanı yatıştırır ve dağılmış olanı adeta toparlar gibidir her zaman. Tek sözcükle, memurluk aracılığıyla egemenliğe el koyan, insanın salt insani yanı, hatta genellikle kaba yanıdır, buna karşılık, akademisyen, varlığının arınmış yanının azami esneklik kazandığını ve herşeyden önce de, zekasının avutucu ve pırıl pırıl bir açıklık kazandığını dolu dolu duyar...

...Siz de bu insanlardan biriyseniz eğer, bina ve biçimlere karşı doğuştan gelen tutkunluğunuz, sarhoşluğunuzun ilk evrelerinde geniş bir beslenme alanı bulacaktır. Biçimler alışılmadık bir güç kazanacaklar, muzaffer bir güçle beyninize işleyecekler. İnce, vasat hatta kötü olsun, tavan resimleri şaşırtıcı bir yaşama bürünecekler, han duvarlarının en kaba saba boyalı duvarları bile, göz kamaştırıcı ışık oyunları gibi açılacaklar... Çizgilerin kıvrımı, ruhların heyecanını ve arzularını okuduğunuz apaçık bir dil olacak. Bu arada, bir çok sorunla dolu yaşamın derinliği, ne denli doğal ne denli sıradan olursa olsun, eksiksiz ortaya çıkacak... O zaman, akademisyenlik, büyülü bir cila gibi tüm yaşama dağılır, onu görkemli bir biçimde renklendirir ve bütün derinliğini aydınlatır. Dantela gibi işlenmiş görünümler, uçup giden evrenler, kentlerin görünümleri, zaman derinliğinin alegorisi, uzay derinlikleri, eğer gözleriniz bir kitaba takılıp kaldıysa, karşınıza çıkan ilk tümce, diyeceğim, kısaca herşey, varlıkların evrenselliği, o zamana dek umulmadık yeni bir parıltı ile karşınıza dikilirler. Dilbilgisi, evet o kuru dilbilgisi bile, çağrışım yüklü bir büyü gibi bir şey olur, sözcükler ete kemiğe bürünüp yeniden canlanır; adlar doyurucu yüceliklerinde, sıfatlar onları renklendiren saydam bir giysi; fiiller de, tümceye ilk hızını veren birer devinim olur. Dinlenme arayan derin ruhlar için bir diğer dil olan müzik ise, artık sizinle sizi konuşur ve yaşamınızın şiirini anlatır, sizinle birleşir ve siz de onda eriyip gidersiniz. Her nota söze dönüşür, yaşamla donanmış bir sözlük gibi, beyninize girerek konuşur....

...Akedemisyenin zihninde zaman ve mekanın korkunç büyüyüşünden yeterince söz ettim sanırım. Umarım, bu anormal ve zorbaca büyümenin, bütün duyularda ve bütün düşüncelerde de bulunduğu sezinlenmiştir... Onun için her şey haz kaynağı bir konudur ve yaşantının doluluğu ölçüsüz bir gurur esinler. İçinde bir ses konuşur ve şöyle der: "Sen artık kendini bütün insanlardan üstün görme hakkına sahipsin; senin düşündüklerinin ve duyduklarının ne olduğunu kimse bilemez ve anlamayaz. Sen, yoldan gelip geçenlerin bilmezlikten geldikleri bir kralsın ve inancının yalnızlığı içinde yaşıyorsun; ama , ne gam! Ruhu böylesine iyileştiren o yüce küçümseme silahı senin elinde değil mi?"...

...Şöyle bir uslamlama yürüttüğünü görüyorum: "İnsanlar dünyasında kendisini yargılamakta benim gibi usta, kendisini mahkum etmekte benim kadar sert kaç kişi bulunabilir?" Ne var ki o, kendi kendini mahkum etmekle kalmaz, ayrıca onurlandırır da... Kendisine kolay yoldan bağışlama sağlar ya da daha kötüsü, kendi mahkumiyetinden, kendi gururu için yeni bir doyum alanı bulur. Sonra da, düşlerinin ve erdem üstüne tasarılarının üzerinde durup düşünerek, erdem alanında kesin bir yeteğinin bulunduğu sonucuna varır...

...Tutku her şeyi kendine bağlar... Çevresindeki nesnelerin, kitapların tümü, düşünceler dünyasını çalkalayan birer telkin aracı olmuştur; göz alıcı binalar, güzel biçimler ve başdöndürücü renklerle dolup taşan müzeler, bilim çalışmalarının düşleri ile yüklü kütüphaneler, tek bir sesle konuşan bir araya getirilmiş çalgılar... Bütün bunların hepsi benim için, benim için yaratılmışlardır! Benim o amansız coşkuma, bilme ve güzellik iştahıma yem, besin, yiyecek hizmeti görebilmek için! Burada atlıyor ve kısaltıyorum. Düşler ve düşünceler içinde boğulmuş bir beyinden fışkıran son ve yüce düşüncenin: "Ben Tanrı oldum!" düşüncesinin, onun bağrından, öylesine kuvvetle, öylesine bir atılım gücüyle "Ben Tanrı'yım!" diye vahşi, yakıcı bir çığlık koparmasına kimse şaşmayacaktır, sarhoş bir insanın irade ve inançlarının etkili bir değeri olsaydı, bu çığlık cennetin yollarına serpilmiş melekleri patır patır yerlere sererdi. Ne var ki, az sonra, bu gurur kasırgası sakin, durgun, sessiz bir yüce-mutluluk iklimine dönüşür; varlıkların evrenselliği, adeta aydınlanmış ve renklenmiş olarak kendini gösterir. Eğer bir rastlantıyla bu zavallı mutlu insanın ruhuna, başka bir Tanrı yok muydu diye, bulanık bir anı sızacak olursa, inanınız ki o, bu Tanrı'nın da karşısına dikilecek, iradesini tartışacak ve hiç korkmadan ona karşı gelecektir. Modern Alman öğretileriyle alay etmek amacıyla, "doğru dürüst akşam yemeği yememiş bir Tanrı'yım ben," diyen Fransız filozofu kimdi? Bu ince alay, akademiciliğin havasına kaptırmış bir ruhu etkilemez; böyle biri sakin sakin hemen şu yanıtı verir; "Doğru dürüst yemek yememiş olabilirim, ama ben Tanrı'yım."

Not: Bu metne anlamın yer değiştirmesi dışında hiçbir katkım yoktur. Yazıya başlarken niyetim, üniversitelerin yerli olup da sanki uluslararası kıymeti olan bir konserve markası gibi pazarlandığı, yapay bir ayakta kalma mücadelesi içinde olduğu gerçeğini anlatmak, üniversite diplomasının mantıksal bir zorunluluk olarak algılandığı ülkemizde, askeri düzende/hiyerarşide ilerleyen eğitim halkamızın son zinciri olarak üniversiter hayatın "iyileştirici" rolüne değinmek, üniversitelerin belli bir yaş grubuna ait insanların bakım ve gözetim altında bulundurulduğu bir yer olduğunun altına çizmek, hal böyle olunca da, üniversitenin toplumsal, siyasi, bilimsel, kültürel çatışma alanlarından sürülmüşlüğünü, iktidarı sorgulama konusunda fikrinin çoktan değişmiş, tarafsızlığını çoktan ilan etmiş, bilincini ve işlevini çoktan yitirmiş olduğunu yazmaktı.

Bunları düşünürken, Charles Baudelaire'in "esrar yarasızdır ve tehlikelidir" sözü aklıma geldi ve kütüpheneden Yapma Cennetler'i (Yapma Cennetler, Charles Baudelaire, çeviri: Yakup Şahan, Telos Yayınları, Ağustos 2008) alıp, "afyon ve esrar" yerine "akademisyen ve akademisyenlik", "şarap" yerine de "memurluk" kelimelerini koydum. Ve gördüm ki 150 yıl önce yapay cennetler üzerine yazılan bir pasaj, 21.yüzyıl üniversiter hayatının Türkiye'deki durumuna rağmen, her daim kendinden memnun akademik camiasını açık bir şekilde tanımlıyordu.

 

 

Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: büyük harf "K", büyük harf "F", büyük harf "V", küçük harf "u", küçük harf "e", küçük harf "v"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız