Köşe Yazısı

Mimar Gözüyle Kentsel Tasarım

Yazan: Kaya Arıkoğlu Tarih: 23 Eylül 2010
Elektronik iletişimin gelişmesi ve küresel dünya içinde kaybolma korkusuyla "birey" kendi varlığını kanıtlamak istiyor. Örneğin "Facebook", "Fanbox", "Linkedin" benzeri sitelerde, her şahıs kendi kurduğu sanal dünyanın odak noktası olmaya çalışıyor. Mimar da benzer arzuyla, medyayı kullanarak dikkat çekmeye çalışıyor. Tasarladığı yapıların medya tarafından görsel materyal olarak kullanılması müşteri potansiyelini artırırken, meslek ödülleri ve yarışmaları çoğaldıkça her mimar kendi çapında dikkat çekme fırsatını bulabiliyor. Mimar gündemde kalmak için yapıtlarını "tekil" tasarlaması ve sürekli yeni şeyler söylemesi gerektiğinin farkında. "Tekil yapılar" üreterek "birey" olma çabası neticede tüm mimarları "aynı" kılarken, "değişik olma" sahası genişleyerek kalabalıklaşıyor. Günümüzde mimarların giyim tercihinin siyah olduğu gibi, tüm yapıların benzer estetik tercihlerle tasarlanmaları ve pazarlanmaları onları sıradanlaştırıyor.

Dergilerde ve internet sitelerinde güncel projeleri incelerken konum ve kullanımlarını anlamakta zorlanıyorum. Projeler "Batı" kalitesini yakalamış görünseler de, çevreyle kurdukları ilişkiler izah edilmiyor, belli olmuyor ve dolayısıyla irdeleyemiyorum. Her yeni yapı kendine özgün bir tarzda tasarlanmış görünürken çevreyle uyumu göz ardı ediliyor. Kabul ediyorum, bizim yapılarımız da artık uçuyor, dalgalanıyor, kabuklaşıyor ve statik sınırları zorlayabiliyorlar. Bilhassa, cephe kaplamasında çok başarılıyız ("giydirmesinde" demek daha doğru olabilir). Yapı fuarlarında sonsuz malzeme çeşitleri sunulmasıyla inşaat bütçe sınırları zorlanıyor. Malzeme temsilcileri mimarlara "Siz hayallerinizi sınırlamayın biz detayları hallederiz" derken daha iddialı, daha çekici yapıların tasarlanmasını teşvik ediyorlar.

Bu anlamda yüksek yapı teknikleri uygulayarak ve iddialı tasarımlar yaparak Batılı tasarımcıların seviyelerine ulaşmış gibi görünüyoruz. Meslektaşlarımı aldıkları ödüllerle takdir ederken projelerin, çevrelerini reddetmelerini kabul edemiyorum. Kaliteli yapıların ortak çevremizin genel perişanlığı içinde yer alması, neticede, şizofren (çift karakterli) bir ortam yaratıyor. Daha uzun sürede yapılaşarak homojenleşen Avrupa kentlerinde durum aynı değil. O ortamda iddialı modern binaların sakin çevrelerin içine yerleşmeleri kabul edilebilirken, bizdeki mevcut karmaşa içine, yeni aykırılıklar sokmanın mantığını anlayamıyorum. Sanırım bu uyumsuzluktan duyduğumuz rahatsızlık, yapılarımızı çevrelerinden soyutlamamızdan belli oluyor. Binamıza aykırı düşen çevreyi "photoshop"la değiştiriyor ve hatta siliyoruz. Neticede dergilerde yayınlanan görseller gerçek yapımızı temsil etmiyor. Bireysel yapıların kaliteli olmaları, belirgin kent dokusu eksikliğinde, önemini yitiriyor. Mimar oğlum bana "Türkiye'nin güzel yapılara değil çağdaş alt yapıya ihtiyacı var" derken, kent dokusunun düzgün olmayışından bahsettiğini anlayarak ona hak veriyorum. Bu anlayışla, yapıların çevrelerinden ayrılmaz olduklarını kabul ederek, kentin varlığını bir bütün olarak algılar ve doğal etkenleri önemsersek, kentlerimize ortak bir karakter verme ihtiyacını duyacağımızı düşünüyorum.

Geleneksel kentlerde karakter, yapısal farklılaşmalarla değil, bütünsellik ve harmoniyle belirlenirdi. Korunmuş tarihi kentleri gezerken bu görsel kaliteyi halen hissedebiliyoruz ama yeni uygulamalarda unutmuş gibiyiz. Kent içinde yapımızı tasarlarken hep algılaması karmaşık, soyut ve "şaşırtıcı" görsellik arayışındayız. O veya bu formu yaratmakla kendi varlığımızı ispatladığımızı sanıp, çevreyle barışık, arka planda kalan, sakin dış cephe yaratan, bireysel yapıların da gayet iddialı ve yaratıcı olabileceklerini unutmuş gibiyiz. Kent dokusunu tamamlayan bu tip "anonim" yapıların, ön planda kalması gereken anıtsal yapıların tamamlayıcı unsurları olduklarını hatırlamalıyız.

Kent karakterine önem veren mimarlar, tekil yapılarıyla ortak bir diyaloga katılırken, bunu önemsemeyenler sadece kendi yapılarını düşünerek monologlarına devam ederler. Kentin dokusu, ölçeği ve karakteri çok uzun süreç içinde oluştuğu için, korunmazsa, çok kısa bir süre içinde yok olabilir ve sadece "yapı birikimi" haline gelebilir. Başıboş "kendi iç dinamikleriyle" gelişen kentler, zaman içinde kullanım amaçlarını yitirebilir ve ekonomik değerlerini kaybedebilirler. Aynen diğer tüketim ürünleri gibi tekil yapılar kullanım amaçlarını yitirdikçe kent terk edilmeye ve güvensiz olmaya başlar. Zamanla ticaret ve alışveriş merkezleri de kent dışına kaydıkça konut yaşamı da güvenli sitelere kapanmaya başlar. Neticede yaşam, motorlu taşıt ulaşımına bağımlı kalır, mahalle, sokak, meydan ve park kavramları da yok olmaya başlar. Büyük ölçekte sitelerin "yaşam merkezleri" olarak tercih edilmesiyle dışlarında kalan "kurtarılmamış" bölgelerin zamanla varoşlaşmaları engellenemez.

Daha sonra yaşam kalitesini yitirmiş bir kenti tekrar canlandırmak için dönüşüm projeleri uygulansa da, bu yeni yatırımlar sadece eğlence ve rekreasyon amaçlarına hizmet edebilir. Kent içinde eğlence ve ticaret merkezleri yoğunlaşsa bile günlük yaşam kentin merkezine tekrar dönmeyebilir. Birçok Amerikan kenti bu süreci geçirmiş ve yaşam kalitesini kaybetmiştir.

"Metropoller kendi iç dinamikleriyle gelişirler ve aykırı yönde planlanamazlar" diye düşünen birçok meslektaşım olduğunu biliyorum. Ben aksine, kaliteli kentleşmenin "laisez faire" (olayları kendi haline bırakmak) teziyle var olabileceğine inanmıyorum.

Kentleşmenin kendi haline bırakılmasını"öğrenilmiş çaresizlik" olarak görüyorum. Her mimarın sadece kendi yapısıyla ilgilenmesini eksik bulurken, bu ilgisizlikle büyük ölçekte kent formunun şekillenmesini özel sektöre ve altyapı planlamasını da mühendislere teslim edilmesini çok yanlış buluyorum. Kentsel tasarım önemini yitirdikçe kalıcı bir bütünselliğin yaratılmasına imkan görmüyorum.

Kentsel tasarım büyük ölçekte yapı tasarımıyla eşit değildir. Proje kapsamının büyümesi, bina ölçeğinin büyümesi anlamına gelmez. Mimarlar kendi zaman dilimlerini yansıtan gayet iddialı, özgün, "moda" ve nesnesel yapılar tasarlayabilirler, ama kent ölçeğinde form daha katılımcı, esnek ve uzun vadeli tasarlanmalıdır. Aslında, diğer yüksek sanat dalları gibi, kentsel tasarım, kendi ölçeğinde deneyim ve birikim gerektiren, kent formu yaratma sanatıdır. Planlama bu sanatın alt yapısını ve yasal denetimini belirlerken, kentin kalıcı değer kazanması için kamusal mekanların mimarca kurgulanması ve uygulanması şarttır.

Kent formunu büyük yatırımcı şirketlere havale ederek özelleştirmek yanlış olur. Kentsel tasarım da rant yaratma amacı devreye girerse ortak kamusal alanların yerlerini, şekil ve amaçlarını doğru belirlemek zorlaşır. İçinde bulunduğumuz çevresel ve ekonomik krizde, yaşam kalitemizi yükseltmek istiyorsak kendi coğrafyamızda yaşam tercihlerimizi tartışmamız gerekir. Bu alternatifleri mimari akademik ortamlarda üretip sorgulayabiliriz. Kentsel tasarım stüdyolarında, planlamaya özenmeden, kent formuna estetik açıdan "mimarca" yaklaşılabilir. Genç mimarların, nitelikli kamusal mekan yaratma sanatının eğitimini alarak tasarım yapmalarıyla, daha değerli ve kalıcı kentler yaratma imkanlarını bulabileceklerine inanıyorum.

Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: sayý iki, küçük harf "f", sayý yedi, büyük harf "E", küçük harf "v", büyük harf "E"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız