Köşe Yazısı

Michael Sorkin’in Önerisi

Yazan: Kaya Arıkoğlu Tarih: 30 Eylül 2005
UIA İstanbul 2005 Kongresinde birçok “yıldız” mimarın sunumunu dinledikten sonra Michael Sorkin’in konusuna tekrar dönmek istiyorum. Sorkin bireysel mimarlık yerine metropollerin küresel problemleriyle ilgilendi. Büyük metropollerin dağınık, tanımsız, kalabalık olmalarını ve sürekli tüketimi teÅŸvik etmelerini eleÅŸtirirken daha insani küçük kentlerde yaÅŸamanın avantajlarını çizimleriyle sundu. Mimarlara toplum yararına çalışmalarını ve ekolojik sürdürebilir (ecologicaly sustainable), küçük ve kaliteli kentler tasarlamalarını önerdi.

Biz büyük metropolün içinde küçük semtlerde yaÅŸamanın avantajlarını kendi coÄŸrafyamızdan biliyoruz. BoÄŸaz köyleri ve yakın geçmiÅŸte İstanbul’un çevresinde planlanan Leventler, YeÅŸilyurt, ve Ataköy gibi yerleÅŸim birimleri halen yaÅŸam cazibelerini koruyorlar. Sorkin’in, kentlerin küçük olmaları, önerisini onun sanki buzdolabımızı açıp arkada kalan yaprak dolmasını ısıtıp, üzerine kendi sosunu dökerek, önümüze koymasına benzettim. Öneriyi “Sorkin Dolması” olarak alkışlarken, eÄŸer aramızdan birisi taze yaprak dolması sofraya getirseydi “yine mi aynı dolma?” deyip, kafamızı çevirirdik diye düÅŸündüm. Bu düÅŸünceyle amacım, hemfikir olduÄŸum, Sorkin’in önerisini kritik etmek veya küçümsemek deÄŸil. Aslında “neighborhood planning” olarak adlandırılan ve kentlerimizde 1950’ler de baÅŸlayarak uygulanan, yeni semtlerin planlamasından vazgeçmemize üzülüyorum.

Türkiye, özelleÅŸtirme furyasıyla, her türlü kamusal yatırımdan vazgeçmiÅŸ durumda. Kamunun planlamaya olan ilgisizliÄŸiyle yeni projelerin geliÅŸtirilmesi özel sektöre bırakıldı. Küresel kapitalin, kısa vadede kar etme amacı, yaÅŸam kalitesini düÅŸünmeksizin, kentlerimizi ÅŸekillendiriyor. Özel sektör projelerini pazarlarken yıldız tasarımcıların, çevresinden kopuk, dikkat çekici, simgesel yapılarını tercih ediyor. Neticede karmaşık metropolün içinde birbirinden kopuk bir simge yapıdan diÄŸerine sıçramak kentin bütününü anlamsız kılıyor. Metropol sadece anıtsal yapılarıyla imaj kazanırken, geri kalan kentin benliÄŸi hafızamızdan silinmeye baÅŸladıkça biz planlamadan daha da soyutlanıp kamusal alanların ÅŸekillenmesini özel sektöre bırakıyoruz. Çok uluslu yatırım konsorsiyumları kentin yerel sokak, meydan ve park gibi ortak alanlarını önemsemedikleri için sadece otellere, alış veriÅŸ merkezlerine ve tema parklarına yatırım yapıyorlar. Ticari amaçlarla geliÅŸen bir kent de kamusal alanlar ihmal ediliyor ve emlak süpekülasyonun hızlanıyor.

Bu arada, telaÅŸ içinde, İstanbul’un kamusal varlıklarının, eleÅŸtiriye sunmadan, özelleÅŸtirilmesine devlet aracı oluyor. ÖrneÄŸin, tüm itirazlara ve sakıncalara raÄŸmen, HaydarpaÅŸa Projesi bir devasa “oldu bitti” ile gerçekleÅŸecek gibi görünüyor.. En son, Milliyet'te 17/09/05 tarihli Ekonomi sayfasında “İsrailli yatırımcı Sami Ofer yine sahnede: Royal, Galataport’a 3.5 milyar euro teklif etti” baÅŸlığıyla çıkan haber dikkatinizi çekmiÅŸtir. Karaköy Limanı ve Salı Pazarı’nı içine alan ve İstanbul Modern’in de kapsadığı sahil ÅŸeridinde uygulanacak bu anahtar proje konusunda ne kadar bilgilendirildik diye sormamız gerekir.

Kentin geliÅŸiminde tekrar aktif olmamız için daha küçük ve tanımlı planlanmış semt birimlerini benimseyip sahiplenmemiz gerekir. Semtine sahip çıkmanın en iyi örneÄŸini Arnavutköylü'ler üçüncü köprüyü karşı tavır alarak verdiler. Ardından tüm İstanbul’a sahip çıkarak BoÄŸaz’a yeni köprü yapılmaması için organize oldular. Demek ki semtler benimsenecek ölçülerde olunca kentli planlama kararlarında daha aktif olmayı arzu ediyor.

Daha kaliteli ve insani ölçülerde kent birimlerini planlarken Leon Krier ve diÄŸer “new urbanist”lerin önerdikleri tarzda nostaljik, klasik, ve statik kent modellerini uygulamaya mecbur deÄŸiliz. Bir yandan tarihi semtleri ve yapıları çevrelerindeki dokuyla korurken diÄŸer yandan yeni semtlerin kentsel dokusunu çaÄŸdaÅŸ mimariyle tasarlayabiliriz. ÇaÄŸdaÅŸ mimari derken teknoloji hayranlığımızı abartarak geleceÄŸin nostaljisini yaratmaktan bahsetmiyorum. “Ne pahasına olursa olsun” diyerek her ÅŸeyin en yenisi, en büyüÄŸü, en akıllısı, üzerinde ısrar etmek sadece geri kalmışlığın ezikliÄŸini temsil eder. ÖrneÄŸin 6/08/2005 tarihli Milliyet Emlak ta çıkan, “ÅžiÅŸlide Dev Alış VeriÅŸ Merkezi” baÅŸlıklı, haberde yeni devasa Cevahir İş Merkezi’nin, Etilerde ki Akmerkez’i yok etmek amacıyla planlandığı yazılıyor. Büyük iddialı mega projelerin bir diÄŸerini yok etme amacıyla planlanması kenti savaÅŸ alanına çevirir ve yatırım birikimini engeller. Örnek verdiÄŸim iÅŸ merkezi için gülmek veya aÄŸlamak istiyorsanız Hürriyet'in 19/09/05 tarihinde de “Cevahir Çarşıya Araplar talip” baÅŸlıklı çıkan son yazıyı okuyunuz. Benden yorum yok.

İstanbul’un merkezinde iddialı mega projelerle yoÄŸunlaşırken Kemerburgaz, Zekeriya Köy ve BahçeÅŸehir gibi yeni yerleÅŸim alanları kent merkezinden kaçma alternatifleri olarak pazarlanıyor. Geleneksel ve yerel yaÅŸamı simgeleyen nostaljik “bahçe köy” modelleri kente karşıt bir imaj yaratarak (büyük kent / küçük köy) “ying ve yang” ÅŸeklinde birbirlerini tamamlıyorlar. “Kent” ve “Köy” arasında ki zıtlık ÅŸöyle karikatürize edilebilir: Maslakta cam ve Alucobond giydirme cepheli iÅŸ merkezinden çıkan parlak iÅŸ adamı BMW sini TEM den Kemerburgaz’a yönlendirir. Çalıştığı metropolün hızlı yaÅŸam temposundan uzaklaÅŸtıkça köyüne dönme arzusu kabaran Doktor Çakıl / Mister Sait Kemer Countryde ki Osmanlı konağına park ederken yaÅŸadığı dengesizliÄŸin farkında deÄŸildir.

“İki ayrı yaÅŸam tarzını dolu, dolu yaÅŸamanın ne sakıncası olabilir” diyebilirsiniz ama çift karakterli (ÅŸizofren) yaÅŸamanın sakıncası insanın realiteden kopması ve geleceÄŸi için tutarlı tercih yapamaması olur. YaÅŸam mekanlarının iÅŸ ve ev olarak ayrılması günlük yaÅŸamı motorlu araca bağımlı kılarken otomobile bağımlı olmak, ekonomik ve çevresel sakıncalar bir yana, deÄŸiÅŸik gelir gruplarını birbirilerinden izole ederek sosyal problemler yaratır. Sembolik olarak metropolün merkezi “geleceÄŸin kenti gibi” olması ve çevresinde “geçmiÅŸin köyü gibi” bir yaÅŸam tarzı yaratılması her ikisini de yapaylaÅŸtırır. Zaten “Mashattan / Maslak” ve “Country Homes” gibi özenti projeler İstanbul’un güncel mimarisine yansımaktadır.

MeslektaÅŸlarımızın çoÄŸu metropolleÅŸmeyi kaçınılmaz ve hatta küreselliÄŸin tartışılmaz koÅŸulu olarak görüyor. ÖrneÄŸin yıldız mimar Rem Koolhaas bir yandan metropollerin vahÅŸetini eleÅŸtirirken diÄŸer yandan kendi tekil yapılarıyla bu karmaÅŸayı onaylıyor. Koolhaas kentin kamusal deÄŸerlerini dile getirecek kadar idealist görünürken uygulamada küresel kapitalin egosunu tatmin edecek kadar realist olabiliyor. Yıldız mimar çift taraflı kıvırarak “hipokrit” olmanın meziyetlerini küresel boyutlara çıkarabiliyor.

Ben metropollerin sadece kendi dinamikleriyle oluÅŸmalarını kabul etmeyi hatalı buluyorum. “Çıldırmış” Manhattan de bile tüm yeni projeler çok iyi organize olmuÅŸ kamu denetiminin onayı ile ruhsat alabiliyorlar. DiÄŸer dünya metropolleri de plansız ve denetimsiz bir geliÅŸmeye müsaade etmiyorlar. Bağımsız bireysel kararların kent bütününde kaos yaratmasını engellenmek için aktif kentsel tasarıma gerek duyuluyor. Bireysel yapıların kaliteli kamusal mekan yaratmalarını saÄŸlamak için ortak parametreler kentsel tasarımla belirleniyor. Büyük metropoller, tek bir geometriyle tasarlanmaları imkansız olduÄŸu için, daha küçük kent birimlerine bölünerek tasarlanmalılar. Küçük ve tanımlı mahalle birimleri geliÅŸen bir metropolün “yeterince” düzenli ve insani olmasını kolaylaÅŸtırabilir.

Colin Rowe “Collage City” tezinde kentlerin birden fazla, hatta aykırı, kolaj tarzında, tanımlı yerleÅŸim alanları olarak düzenlenmelerinin daha realist ve daha insancıl olacağını savunurdu. Rowe, ütopya karşıtı, natürel prosese inanan, amorf formu tercih eden planlamanın kaos yaratacağını ve bunun karşıtı olan ütopik, tek bir ideal üstüne kurulmuÅŸ, geometrik düzeninde monoton olacağını düÅŸünürdü. Kentlerin tek bir düzenle tasarlanmalarına ÅŸüpheyle bakarken insanın kaos içinde düzen kurma ihtiyacına da saygı duyardı. Mimari görevimizin kent formuna anlam ve estetik vermek olduÄŸunu söylerdi. Semtlerin, ayrı ve deÄŸiÅŸik düzenle tasarlanmalarını, kent içinde deÄŸiÅŸik geometrilerin birbirleriyle çakışarak bütünleÅŸmelerini ve zıt gibi görünen kamusal ve bireysel çıkarların demokratik ortamda uzlaÅŸmalarını olumlu görürdü.

Massimiliano Fuksas gibi küresel bir mimarın “Kaostaki yüce düzene güvenin” gibi söylemleriyle kaos’u kabul etmemiz, ondan ilham almamız ve bu karmaÅŸayı kiÅŸisel estetiÄŸimizle yansıtmamız uzun vadede kabul edebilecek bir polemik olamaz. Kaosun estetiÄŸini gözümüz istese bile stresini kalbimiz kaldıramaz. “Her tez kendi anti tezi ile son bulur” dedikleri gibi pek yakında kaosu bireysel yapılarla, havai fiÅŸekler gibi, kutlama hevesinden vazgeçeceÄŸimize inanıyorum. Bundan sonra küresel sorumluluÄŸu ancak yerel yaÅŸama uyum saÄŸlayarak ispat edeceÄŸiz ve kentlerimizi doÄŸasına, insanına zarar vermeyecek ÅŸekilde tasarlamaya çalışacağız. Kentlerimizin insani ölçülerde tanımlı olmaları için tekrar kamusal alanlara önem vereceÄŸiz. Beklide,Voltaire’in “Candide” romanında ki mizahi kahramanı gibi, her mimarın küresel anlam arama serüveni öncelikle kendi arka bahçesine düzen vermesiyle tamamlanacak.Konuyla İlgili LinklerYazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: küçük harf "h", küçük harf "a", küçük harf "m", sayý üç, büyük harf "B", küçük harf "y"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız