Köşe Yazısı

Kent EtiÄŸi

Yazan: Şengül Öymen Gür Tarih: 20 Ekim 2005

Modern Mimarinin kenti ilgilendiren merkeziyetçi ve bütüncül ütopyalarının küçük ölçekte de olsa yaÅŸama geçirilmesi, insan gereksinmelerinden hareket etmek yerine formel estetiÄŸe (kapsamlı geometrilere) dayalı kentsel dönüÅŸümlerin gerçekleÅŸmesi, büyük anayollar yapımının geleneksel komÅŸuluk ünitelerini, doÄŸal plajları, vb yok etmesi, ve tüm bunların kentsel-insansal coÄŸrafyada neden olduÄŸu istenmeyen diÄŸer sonuçlar üzerine, baÅŸta Jane Jacobs (The Death and Life of Great American Cities, 1961) olmak üzere, kent sosyologları, düÅŸünürler ve doÄŸrudan disiplinin içinden gelen meslek adamları 1960’lar sonrasında eleÅŸtirilerini yoÄŸunlaÅŸtırdılar. Mimarlığı merkez alan disiplinler arası araÅŸtırmalar artmaya, insan ve toplum merkezli bulgular birikmeye baÅŸladı. 1960’ların sonlarında ve 70’li yılların baÅŸlarında EDRA, ICEP, IAPS, baÅŸta olmak üzere çevre-kent-mimari/kültür-toplum-insan arasındaki etkileÅŸimleri irdeleyen araÅŸtırma kuruluÅŸları ortaya çıktı. Postmodern kentsel eleÅŸtiriler yoÄŸunlaşırken Postmodern mimarlık kuramcıları bunları daha kapsamlı siyasal gündemler arasında ele almaya giriÅŸtiler. Gözü dönmüÅŸ kapitalizm “bireycilik”le açımlanmaya baÅŸlayıp, sınırsız özgürlükler anlayışı içinde kamu alanına tecavüz etmeye baÅŸlayınca tartışmaların tam ortasına mimarın rolü ile ilgili görüÅŸler, otonomi ve etik gibi kavramlar oturmaya baÅŸladı.

Mimarın rolü
Yansız konuÅŸursak bu rol farklı biçimlerde düÅŸünülebilir:

1. Mimarlık sosyal süreçlerin bir katalizörü deÄŸildir, dolayısıyla mimarın da toplumsal sorunların tanımlanması, çözümlenmesi ve çözüm yollarının önerilmesi gibi bir görevi olamaz.
2. Mevcut koÅŸulların benimsetilmesinde ve statükonun korunmasında mimarlık bir doÄŸrulama aracı olarak iÅŸletilebilir.
3. Mimarlık, toplumu tercih edilen deÄŸerlere ve geleceÄŸe yumuÅŸak yollardan yönlendirebilir.
4. Mimarlık, toplumu radikal olarak eleÅŸtirebilir ve topluma arzu edilen biçimi verebilir.

Kağıt üzerinde bu rollerin tümü kuramsal olarak önerilebilir ve savunulabilir. Ancak bu rollerin herhangi birisinin savunulabilmesi için öncelikle mimarlık bir sanat mıdır, yoksa bir hizmet türümüdür kararının verilmesi gerekir. Bu tartışma 1975’lerden beri mimarlık düÅŸünürleri arasında önemli platformlarda ele alınmakta, giderek alevlenmekte, ve sonunda da gelip “mimarinin otonomisi” konusuna dayandırılmaktadır. Mimariyi bir biçimlendirme sanatı olarak algılayanlar, bu kaypak zeminde kalarak karşılıklı atışmakta; mimarinin içsel yapısı açısından önemli sayılabilecek ama mimarlık bir hizmet olarak düÅŸünüldüÄŸünde önemini yitiren bu konunun içine çaÄŸdaÅŸ düÅŸünürleri de çekmektedirler.
Kanımca hizmet olarak algılanmadığı sürece mimarinin belli bir otonomisinin olup olup olmaması, ya da mimarlığın “yarı-otonom” bir disiplin sayılması bütünüyle derinliÄŸi olmayan bir tartışmadır.

Otonomi
Mimarinin otonomisi ne demektir? Mimarinin otonomisi kavramı, mimari biçimin kendine referanslı bir sistem olan mimarlığın kendi içsel iliÅŸkilerinden ortaya çıktığını savunan, sosyo-kültürel, siyasi-ekonomik kaygılardan ve hatta yapı ve malzeme gibi sorunlardan soyutlanmış bir formalizm ile kabataslak örtüÅŸtürülen bir kavramdır. Gerek mimar gerekse gözlemci açısından mimarinin otonom olduÄŸu saptaması yapılabilir veya böyle bir konum alınabilir. Mimarinin bu otonom yapısının hiçbir ÅŸey ifade etmeyen (ya da tersine çok anlamlı) soyut ve temsil özelliÄŸi olmayan (non-fiüratif) yaklaşımla daha da belirginleÅŸtiÄŸini söyleyenler vardır. Postmodern kuramcılar ise Postmodern mimari söylem kapsamında hangi elemanların içsel ve söyleme özgü olduÄŸunu araÅŸtırıp ortaya koymaya; biçim, iÅŸlev, malzeme ve tip kavramlarının önemli olup olmadığını sorgulamaya çabalarlar (bir özet için, bkz. The state of architecture at tha beginning of the 21st Century, 2003).

Farklı bakış açılarına sahip düÅŸünürler otonominin yansız, eleÅŸtirel veya reaksiyoner olduÄŸunu söyleyebilmektedirler. Yani, “otonomi” bakana göre farklılaÅŸan biraz belirsizlikleri olan bir kavramdır.

Mimarinin otonomisi var mıdır? Olması mümkün müdür ve eÄŸer mümkünse ahlaki midir? Mimarinin bu Postmodern irdelenme biçimi halka bir ÅŸeyler söyleyebilir mi, mimari bu yolla eleÅŸtirel olabilir mi? Bunlar yakın dönemlerde güncellik kazanmış ve güncelliÄŸini yitirmemiÅŸ sorulardır.

Bernard Tschumi (Architecture and Transgression, 1976) ‘Mimarlık asla tam olarak kendine referanslı bir sistem deÄŸildir. Kültürden bağımsızlık ve hizmet arasında; tefekkür ve alışkanlık arasında gider gelir…’ demiÅŸtir. Ayrıca, biliyoruz ki mimari, görsel sanat yapıtlarından çok farklıdır: görsel sanat yapıtları resim galerilerinde asılı dururken, Walter Benjamin’in de dikkatimizi çok önceden çektiÄŸi gibi mimarlık yaÅŸamın mekanıdır ve modern kentte genellikle yaÅŸamsal ve görsel alanda bir tür “farkın ayırt edilmesi”, “dikkatin çekilmesi” yoluyla algılanır. İnsanın gündelik yaÅŸamına çabucak katılır mimarlık. Önce toprak kazılır, kaldırımlar geçit vermez; sonra duraksarız kapısının önünde, ayağımızı eÅŸiÄŸe koyar, çantamızdan bir ÅŸeyler çıkarırız örneÄŸin, ve böylece bizim olur mimarlık, hiçbir Gaugen’in olamayacağı kadar.

Nesbitt (“Introduction”, Theorizing A New Agenda…1996) der ki; Tschumi belki de Frankfurt Okulundan Adorno’nun “sorumlu sanat”, yani geliÅŸmeden yana ve açıkça siyasi sanat kavramına da gönderme yapıyor olabilir. Neo-Marxist Adorno “Commitment” (1962) konulu eserinde ‘sanatta siyasi direniÅŸ ancak otonomi ile saÄŸlanır’, demiÅŸtir (ibid.). Otonom sanat nasıl algılanabileceÄŸi ile deÄŸil kendi içsel yapısı ile ilgilenir. Böylece eleÅŸtirel iÅŸlevini daha uzun süre korur. Özetle, “sessiz” sanat direnmenin daha verimli bir yoludur. Oysa teslimiyetçi sanat tutucular tarafından daha kolay benimsenir ve buradaki “tanıdıklık” teÅŸvik edilir. Bu “tanıdıklık” durumu siyasal görüÅŸlerin her iki ucundaki partiler tarafından kolayca istismar edilebilir. Yani, özetle, ‘Modern sanat Postmodern sanattan direniÅŸ açısından daha iyidir’ demeye getiriyor, Adorno,

Fakat, mimarlık doÄŸası gereÄŸi toplumun içinden gelir ve alışkanlıklar yoluyla tecrübe edilir. Bir baÅŸka deyiÅŸle, mimarlık toplumla antant kalmak gibi bir geleneÄŸe sahiptir. Tıpkı diller gibi…. Mimarideki temsil dillerindeki konvansiyonları bozmak olanaklı mıdır? Bozmak, geleneksel dil yerine teknolojinin ortak esperantosunu kullanmak anlamına geliyorsa soyut dilin nasıl bir direniÅŸ aracı olabileceÄŸi düÅŸündürücüdür. Dün neyse…çünkü dün daha önceki düne, aristokrasiye, oligarÅŸiye ve teokrasiye karşı bir direniÅŸti. Ya bu gün? Bu gün soyut dil küreselleÅŸmenin makine diline tam bir uyum anlamına gelmez mi? Bu yüzden Adorno’nun görüÅŸlerini tam anlamıyla inandırıcı bulmak zordur. Fakat Adorno’nun savı ile neredeyse tam olarak örtüÅŸen Tadao Ando da ‘yalın ve temsillerden arınmış mimarinin gözlemcide daha ruhsal ve duygusal uyanışlara yol açacağını’ ileri sürer (Toward new horizons in architecture, 1991 ve UIA 2005 konuÅŸması). Bu ÅŸekilde açıklanınca ikna olmak daha kolay gibi görünüyor. Ama bunun direniÅŸ veya toplumsal hizmet ile iliÅŸkisini kurmak zor ve hatta olanaksızdır.

DiÄŸer kuramcılardan VIA 10’un editörleri (“Postscript” Ethics and architecture, 1990) mimarlıkta otonomi kavramına karşı çıkarlar; ‘Mimari toplum tarafından anlaşılmak ve kullanılmak zorundadır, dolayısıyla gerçek anlamda otonomisinden söz edilemez. Bir baÅŸka deyiÅŸle, mimarlık halkıyla bir iletiÅŸim kurmalıdır, ve bu iletiÅŸimin içeriÄŸini halkın ve mimarın paylaÅŸtığı ortak deÄŸerler oluÅŸturur’ derler. Bu durumda “UYGUNLUK” önemli bir kavram olarak karşımıza çıkar. Uygunluk tartışmalara açık bir kavramdır ve ancak deÄŸerler sisteminin tartışılmasından uygunluk ölçütleri belirebilir. Tüm bunlar da kaygıları ETİK alana çeker.

Bana gelince; ben ModernleÅŸme aÅŸamalarına baÄŸlı olarak mimarinin otonomisinin giderek arttığını düÅŸünüyorum. Tıpkı Poststrüktüralist Foucault gibi, ben de gerek insanın gerekse yaratılarının toplum ve kültürden tam bağımsız olmadığını, ontolojik olarak mimarlığın toplumsal deÄŸerlerle belli ölçüde biçimlenmiÅŸ olduÄŸunu ve fakat mimari sanatın, özgürlük ve bireysellik anlayışlarının geliÅŸmesine koÅŸut olarak giderek daha bireye özgü bir yaratıcılığa dönüÅŸtüÄŸünü düÅŸünüyorum. Fakat ÅŸunu da söylemeliyim ki mimari hiçbir zaman tam bağımlı da olmuÅŸ olamaz. EÄŸer olsaydı, özerk bir tarihi olmazdı her ÅŸeyden önce. Otonomisi olmayan ülkelerin siyasi tarihleri olmadığı gibi... Öyle deÄŸil mi?

Ancak, ben bu konularda mimari dilin otonom oluÅŸu olmayışı kararının mimarlığın bir hizmet olmasıyla ilgisinin zayıf olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Mimarinin salt bir dil, bir gösterge olarak tartışılması kanımca Postmodern bir yanılsama hatta aldatmacadır. Evet dilimizi halk anlarsa iyi olur, ama dilimiz karşısında halk hoÅŸ bir ÅŸaÅŸkınlık geçirirse bu bence daha da hoÅŸ olur. Bazı baÄŸlamlarda soyut dil seçmek çok yerinde olur, bazı baÄŸlamlarda ise figüratif bir dil daha yerinde olur. Mimarlık jeofiziksel, kültürel-kentsel bir olgu ve bireysel bir uÄŸraÅŸtır.

Dolayısıyla “UYGUNLUK” gibi baÅŸka yazılarımda (XII. BeÅŸ Yıllık kalkınma Planı-Konutta kalite raporu, TOKİ, 1996) ve araÅŸtırmalarımda üzerinde sıkça durduÄŸum deÄŸerli bir kavramı “dil uygunluÄŸu” ÅŸeklinde yorumlamak da çok indirgeyici ve yanıltıcı olur, diye düÅŸünüyorum. Bence ETİK ve AHLAKİ olanı yap da dilini duruma uyarla!!!

Mimar Philip Bess ‘Mimarlıkla etik arasında özgün, içsel ve güçlü bir baÄŸ vardır… Kentlerin kamusal ya da bireysel olsun, mutlaka bir etiÄŸi vardır’ der (Communitraianism and emotivism: two rival views of ethics and architecture, 1993). Bir toplumun baÅŸarıyla yoluna devam edebilmesi için paylaşılan deÄŸerleri olması gerektiÄŸine iÅŸaret ederek demokratik toplumlarda Nietzchevari radikal bireyciliÄŸin kamu yararının önüne geçtiÄŸini belirtir. Bireycilik doÄŸal olarak Modern Zeitgesit’in bir parçasıdır ama toplumsal deÄŸerler ve kamu yararı fikrinin zedelenmesinde büyük bir rol oynamıştır ve halen de oynamaktadır. Bu gün tüm toplumlar ortak yarar fikrini yeniden gözden geçirmek zorundadır. Ayrıca, unutulmamalıdır ki kamu yararından tüm bireyler yararlanır!!! Gönüllü davranış deÄŸiÅŸikliÄŸi fikrini yıllardır iÅŸlemekte olan Çevrecilerin de bu tavır deÄŸiÅŸikliÄŸine ÅŸiddetle gereksinmeleri vardır.

Böyle bir sosyal mutabakat mimarlıkta temsil edilebilir ve uygulanabilir olduÄŸunda mimarlık bu konuda çok ÅŸey yapabilir. Ama toplumun çok farklı yapılardan ve deÄŸerlerden oluÅŸuyor olması bazı kuramcıları çaresiz kılmakta, bir kısmına da bu uzlaşım fazlasıyla merkeziyetçi ve tehditkar görünmektedir. İşte bu noktada etik alana giriyoruz.

Etik
Etik, ahlakla ilgili aksiyom ve edimlerin iÅŸleyiÅŸi veya genel kuramları konusunda insanların deÄŸerlendirme yapmaları ve karar vermeleriyle ilgili bir felsefe dalıdır. Yunancada ethikos (“moral”) ve ethos (“karakter”) zaten bir grup insanın veya bireyin deÄŸer sistemine veya deÄŸer yönetimi biçimine verilen addır. “Hıristiyan etiÄŸi” veya “etik olmayan davranış” gibi…(Americana, 1981)

Normatif etik, “deÄŸer kuramı” ve “zorunluluklar kuramı” gibi iki ayrı düzeyle ilgilidir:
DeÄŸer Kuramının monistik ve plüralistik kuramları vardır. Monistik tek kuram “hedonizm”dir. Plüralistik kuramlar buna ek olarak, mutluluk, güzellik, güç, varlık, ÅŸeref, gelir ve hizmetlerin eÅŸit dağılımı, bilgi, dostluk ve çeÅŸitli karakter özelliklerini eklerler (ibid.).

DiÄŸer yandan, “Zorunluluk kuramları” teleolojik veya deontolojiktir. Teleolojide iki tavır vardır: kiÅŸinin kendi yararına olanı yapması, kiÅŸinin toplum yararına olanı yapması…Deontolojik yaklaşımda ise sonuçlardan ziyade edimleri etik olarak deÄŸerlendirmede niyet, motif, kural, kontrat, gibi kavramlar geçerli kavramlardır (ibid.).

Teolojik zorunluluk kuramlarının sezgisel olmayanlarında “iyi, doÄŸru ve güzel” tanımlanır ve açımlanırlar. Buradaki zorluk rasyonelleÅŸtirme, mazeret bulma yoluyla inandırıcı olmadır….Normatif etiÄŸin en büyük sorunu bu günün de hala en ciddi sorunudur. Bir ÅŸeyin gerçekten ‘deÄŸer’ olduÄŸunu insanlığa nasıl açıklarsınız, hele de din sonrası toplumlarda? (İoanna Kuçuradi, İnsan ve deÄŸerleri, TFK, Ankara, 2003). Bu durum karşısında insanın aklına “Bilime bu gün her zamankinden daha fazla gereksinme mi var?” sorusu da geliyor.

Bu geliÅŸmeler karşısında ahlaki olma zorunluluÄŸunu ya da vicdan sızısını çeÅŸitli yollardan hisseden tüm disiplinler gibi mimarlık da kendi etik kodlarını yapılandırmış, önce disipliner kümelerini sonra toplumları bunlara iknaya davet etmiÅŸtir.

Mesleki etik
AIA Etik kodları ve Mesleki Denetim Åžartı (1993) mesleki mutabakat konusunda ilginç bir geliÅŸmedir. BaÄŸlayıcı olmayan ve fakat tüm üyelerinin ilke olarak uyma kararı aldığı bir takım maddelerden oluÅŸur. ÖrneÄŸin, “mimari etkinliklerin sonuçlarını peÅŸinen deÄŸerlendirin”, örneÄŸin, “ırk ayrımı yapacak gibi karalardan kaçının”, “doÄŸal ve kültürel mirasa sahip çıkın”, “insan haklarından yana olun”, “sosyal olaylara katılın” vb…demektedir. En yakınlarda dağıtıma giren Mimarlar Odası Genel Merkez yayınından (Ulusal Mimarlık Politikaları, 2005) tüm Avrupa ülkelerinin ve hatta Malezya’nın kamu yararını ön plana çıkaran yazılı mutabakatları olduÄŸu anlaşılmaktadır. Hani bizim ki?

Postmodern kuramcılar tarafından yapılan diÄŸer etik bir öneri siyasete katılımdır. Ghirardo 1920’lerin Almanya ve Hollanda’sında hayata geçirilen Siedlungları (toplu konutları) örnek vererek Modern Mimarinin insanlığa katkısından söz eder, ve Modern Mimarinin Pürizminden çok asıl buna bakılması gerektiÄŸini söyler. Ghirardo (“The Architecture of Deceit”, 1984) mimarinin bir hizmet olduÄŸunu ve bu rolün hakkının verilmesi gerektiÄŸini ifade eder. Siyasi amaç, sosyal gerçeklik ve bina arasındaki iliÅŸkileri inceler, ve kim için nerede, nasıl, niçin gibi sorular çerçevesinde mimarın kendi rolünü gözden geçirmesi gerektiÄŸini ve tersinin etik olmadığını savunur. Onun bu yaklaşımı tarihe kaçma gibi etiÄŸi yüzeysel yorumlayan kuramcılardan çok farklıdır. 20.yy ütopyacılığını hor gören kuramcıları ÅŸiddetle kınar. Ona göre, Postmodern mimarlarda Modern mimarların iyi niyeti, toplumculuÄŸu-kamusalcılığı ve enerjisi yoktur. ‘Özlü bir mimariye geri dönmeliyiz’ der. Onun bu çaÄŸrısına “YeÅŸiller” de katılır.

Yüksek yoÄŸunluktaki yerleÅŸimlere karşı olan “YeÅŸil Mimari” hareketi doÄŸayla olumlu iliÅŸkiler kurulmasını öÄŸütleyen ve örgütleyen bir harekettir. Çevreyi kirletmeyen, dönüÅŸümlü, yenilenebilir enerji kaynaklarından yana olana bu hareketin başındaki mimar-çevreci William McDonough planetin “torunlarımıza miras” olduÄŸunu söyler ki bu sözü artık sloganlaÅŸmıştır.

Toparlarsak, mimari dilin toplum ile iletiÅŸimde önemli bir rol oynadığı yadsınmamakla birlikte bu dilin duruma, yere ve büyük ölçüde mimara baÄŸlı olduÄŸunu; dilin estetik deÄŸerinin soyut veya somut olmasından bağımsız olduÄŸunu; mimari önermenin yapıldığı yerin özge dili ile bir diyalektik içinde ele alınmasının doÄŸru sayılabileceÄŸini; ve fakat bir hizmet olarak mimarinin etik anlamının mimari iletiÅŸim dilinin çok üstünde bir argüman olduÄŸunu; iÅŸ bu nedenle ülkemizde de mimarlığın etik kodlarının zaman geçirilmeden saptanması ve yaptırımlarıyla birlikte (biz bunu hak ediyoruz!) kamu oyuna sunulmasında acele edilmesi gerektiÄŸini söyleyebiliriz.

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: sayý üç, büyük harf "E", büyük harf "D", sayý üç, küçük harf "a", sayý beþ

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız