Haberler

Ulucanlar halka açık tutulsun

Tarih: 3 Temmuz 2007 Kaynak: Cumhuriyet Yazan: Işık Kansu
Erdal Eren'e "Elini uzat" dediler. "Bağlatmam" dedi. Doktor, Avukat İsmail Sami Çakmak'ın kulağına fısıldadı: "Bağlatmazsa çok çırpınır!" İsmail Sami Çakmak, "Bağlanması gerekiyormuş Erdal" dedi. Erdal, elini bağlattı. Kürsüye çıktı... Kararı veren yargıç bir kenara büzüşmüştü, titriyordu galiba. İsmail Sami Çakmak, aldı getirdi, infazı izlesin, görsün neymiş diye. Ulucanlar Cezaevi 13 günlüğüne halka açıldı. Gittik, gördük...

Ulucanlar Cezaevi 13 günlüğüne halka açıldı. Gittik, gördük... O ağır kapının yanından kimlik verip içeri süzüldük.

Sol yanda koruklu asma gördük. Duvarın dibinden, bir karış topraktan fırlamış, su giderini sarmalayıp çatıya doğru tırmanmıştı.

12 Eylül 1980 sonrasında o gece sabaha dönerken, avukat İsmail Sami Çakmak yüreğinde dayanılmaz bir ağırlık, sokak lambalarının kirli ışığı altında uzun, ince bir gölge gibi girerken cezaevine, aynı asma tanık olmuş muydu insanın insanı kanun namına öldürürken çıkardığı gıcırtıya?

Bir kapı daha geçtik, kuytu bir koridor, sonra bir kapı daha. "Kapıaltı" dedikleri yerdeyiz. Ruhun boğazına sarılacak kadar küçük bir avlu, ortasında da azman bir kavak. Kanlı kavak desek darılır mı?

Yüzü, kaşı, gözü çocuktu. Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Elverenli 'nin derin sessizlik içinde kendi kendine söylenmesi çın çın çınladı sanki:

"Vah, vah çok da gençmiş."

İsmail Sami Çakmak'ın yargısı kesindi:

"18 yaşından küçüktü, biliyorum. Babası, daha önce ölmüş bir çocuğunun nüfusuna kaydettirmişti, o yüzden kâğıt üzerindeydi tüm büyüklüğü."

Erdal Eren 'e "Elini uzat" dediler. "Bağlatmam" dedi. Doktor, İsmail Sami Çakmak'ın kulağına fısıldadı:

"Bağlatmazsa çok çırpınır!"

İsmail Sami Çakmak, "Bağlanması gerekiyormuş Erdal" dedi. Erdal, elini bağlattı. Kürsüye çıktı... Kararı veren yargıç bir kenara büzüşmüştü, titriyordu galiba. İsmail Sami Çakmak, aldı getirdi, infazı izlesin, görsün neymiş diye.

Ankara'nın ayazı, cellat, yuvarlatılmış ip, kavak çırılçıplak...

Tahtanın tahtaya vuruş sesi: Tak...

Kanun namına... Tak...

Avludan çıktık. Duvarlar bekliyordu, soğuk, nemli, isli, kirli, ışıksız, şimdi yalnız duvarlar.

Ona, kapısının üstünde "Taş taşı, ama laf taşıma" yazılı bir boş koğuşta rastladık. Gezen görsün diye konulmuş bir ranzanın alt katına bağdaş kurmuştu. Yanında naylon torbası, torbanın içinde voleybol topu vardı. Ayakkabılarını çıkarmış, dalmış, Cumhuriyet okuyordu. Havasına bulandığı koğuşun bir kenarına çizilmiş koskoca çocuksu duvar resminin ayırdında değildi. İçkindi, zamana dönmüştü, geçmişi cebinden çıkarıp sayıyordu.

Yemin ederim o bir eski "siyasi" ydi, siyasi hükümlü yani. Sormadım, soramadım, ama öyleydi. Duruşuyla, oturuşuyla, sessizliğiyle...

Görüşe açıldı açılalı cezaevini gezen diğer "eski" ler gibi de değildi. Onlar çocuklarını, eşlerini, mahalleden tanışlarını getirip yattıkları damın ağız dolusu yaşanmışlığını bir kez daha dillendiriyorlardı. Konuşuyor, küflü çamaşırhaneyi, hâlâ yanmış yağ kokmakta ısrarcı mutfağı gezdiriyorlardı. Bir zamanlar Başbakan Bülent Ecevit 'i ağırlayan Şeftali Sokağı'nı (o yolda şeftali ağacı varmış da, ondan) gösteriyor, cumhurbaşkanı yeğeni bankacı Murat Demirel 'in kaldığı "memurlar" koğuşunu anlatıyorlardı bağıra bağıra. Başkaları da duysun, beyinlerine kazınan öyküleri paylaşılsın diye, herhalde!

Ahmed Arif'in şiirindeki demir kapıyı gördük, ranzayı da. Zincir? Ölüm hücrelerinin kapıları kaynatılmıştı, göremedik, ama tecritler vardı, tanık olduk.

Topu Topu 2 - 3 Metrekare ve Bir Kör Pencere
Çürümüş karanlığa indik. Ürküntünün göğüste gümbürdediği anda biri "Nah" dedi iki elinin ayasını karşı karşıya getirerek "nah, bu kadar fareler varmış burada. Hükümlüden ekmek almadıkça gitmezlermiş".

Topu topu 2 ya da 3 metrekare. Hela, musluk, yatak deliği, bir kör pencere, bir de dört duvar, üstüne yazı yazılan:

"Suç: Cinayet. Tahliye: 2019. Beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır."

Sincanlılar, Balâlılar, Çinçinliler, Önderliler, İskitliler, Esertepeliler, Amasyalılar kıstırılmış bıçkınlığı kazımışlardı badanaya, gömülü soluk alırken:

"Namertlere, kalleşlere birer mezar kazıyorum."

Pişmanlık, özlem ve güneşin ısısını yeniden sırtında duyabilme istemi kurumuş, çatlamış, birbirine karışmıştı:

"Umudun adı özgürlük!"

"Keşke her şey bir rüya olsa, unutarak uyansam."

Çıkarken kapatılmış, boşaltılmış Ulucanlar Cezaevi'nden Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Nimet Özgönül 'e sorduk, "Ne yapılmalı burayı?" diye. Cezaevini günde binin üzerinde ziyaretçinin gezdiğini söyledi:

"Burası örnek alınabilecek bir yer. Suçu, cezayı, adaleti kendi mekânlarında sergilersek doğru bir dönüşüm gerçekleştirmiş oluruz. Bu açıdan kamuya açık bir alan olması gerekiyor eski cezaevinin."

Kültür merkezi, müze, konservatuvar önerileri üzerinde duruluyormuş...

Yangınları, yitirilmiş benlikleri, ipe çekilmiş gençlikleri görüşteydi Ulucanlar'ın. O ağır kapı kapanacak zırıltıyla. Yine açılsın, ardına kadar açılsın istiyor herkes, ibret olsun diye...
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Temmuz 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
        1 2 3
4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17
18 19 20 21 22 23 24
25 26 27 28 29 30 31
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.