reklam

Yazılarından
Diyalog 2003 > Adnan Kazmaoğlu > Yazılarından

Tarih: 02 Aralık 2003
Yer: Arkitera Forum

 

Yerleşme Vahaları
Arrademento Mimarlık, 1998/03

Kentlerimizde konut yerleşim alanlarının yapılanması değişmeye başladı. Özellikle üst gelir grubunun talepleri doğrultusunda yeni bir yaşam biçimi şekillendi. "Kurtarılmış bölgeler", yerleşim vahaları, kapalı banliyöler, adına ne derseniz deyin, kent bünyesinde büyük-küçük adalar olarak yer alan bu yerleşimleri tanımlamak için geriye dönük bir bakış gerekmektedir. Tümden gelen rasyonel bir planlama müdahalesi olmadığı için Anadolu - Osmanlı konut yerleşim geleneği toplum yapısının hatta bireylerin düşünce yapısının somutlaşmış tarifini vermektedir. Bu gelişme modelinde toptan veya grup planlama yoktur, bütüncül bir planlama yerine ağaç gibi kendiliğinden büyüme vardır. Göçebe toplumun "geçicilik" karakteri ve dinamizmi spontan yerleşme düzenine yol açmış, içgüdüsel organik bir kurgu içinde kentler "ahşap çadır"lardan meydana gelen "oba-mahalle" mekansal nüvelerinin eklemlenerek gelişmesinden oluşmuştur. Ayrıca İslamlığın getirdiği "geçici dünya" fikri planlı bir yaşam tasarımıyla bütünleşen "dünyaya kazık çakma" duygusunu engellemiştir. Dolayısıyla yerleşik bir toplum düzeninin ve buna bağlı bir planlama anlayışının olmayışı yapıları ve şehirleri en ufak inşaat ayrıntılarına kadar etkilemiştir.

Osmanlılık'ta mülkiyet "mutlak" niteliğini taşımıyordu. Toprak hak edene veriliyordu. "Savaş yeteneği" toprağı tutmak için gerekliydi. Her türlü toplumsal olgu "fütuhat dinamizmi" üzerine kurulmuştu. Göçebe toplum yapısında devlet vardır, memleket geçicidir. Buna karşılık göçebe dinamizminin getirdiği sadelik, basitlik, pratiklik konutlara, kentlere ve toplum yapısına pragmatizm olarak yansımıştır.

Dr. Hikmet Kıvılcımlı Osmanlı Tarihinin Maddesi isimli kitabında, çağın dışına itilmenin nedenlerini şöyle açıklıyor; "Osmanlılık doğuramadığı için ölen anaya benzer, doğuramadığı şey kapitalizmdir. Osmanlı'da barbar göçebe düzenden sonra gelmesi gereken yukarı barbarlık seviyesi atlanmış, doğrudan devlet düzenine, çadırdan saraya geçilmiş. Barbar göçebe, tarım - kent sonra devlet düzeni olmamıştır". Osmanlı geleneğinde sınıf yapısının olmaması ve dinsel alçakgönüllülük fizik ve pratik planda insanları hep birlikte yaşamaya yönlendiriyordu. Paşa konağı en küçük ev birimi ile yan yanaydı. Mahallede yaşantısı ve fizik mekanı ile organik bir yapı vardı. Paşa konağı planıyla, konstrüksiyonuyla, hatta bezemesiyle küçük evlerin sadece biraz büyüğüydü, toplumsal çevreyi tanışıklık ilişkileri kuruyor, belirliyordu. Derebeylik düzeni yoktu. Osmanlılar Bizans'ın derebeyleşmiş toprak düzeni yerine İslam'ın toprak düzenini aldılar.

Avrupa toplumlarının derebeylik düzeni içinde oluşan kentleri konut yerleşimleriyle bütünleşmiş kentsel donatıları içeriyordu. Kentsel mekan önemliydi. Meydanlar, yollar, kentsel kullanım öğeleri, parklar, savunmaya yönelik elemanlar kenti bütünlüyordu. Bu kentler eski Yunan ve Roma kentlerinin rasyonelleri üzerine temelleniyordu.

Eski Yunan'da şehirler sonlu olarak düşünülürlerdi. Bu son için kriter şehrin etrafındaki etkili arazinin besleyebileceği insan sayısıydı. Bu sınır dolduğunda yakın bir yerde yeni bir şehir kurulurdu: "Neopolis". Yani total bir planlama vardı.

Eski Yunanlılar şehrin modülü olarak evleri, Romalılar askeri hükümet için yapılmış yolları almışlardı. Ortaçağ kentleri ise insan ölçülerindedir ve tamamen yaşayan, "organik", vizüel ve fonksiyonel bir yapıya sahiptir. Şehirde insan kendini kayıp hissetmez, yolların bütün sürprizlerine rağmen kilise kulesi gibi belirleyici unsurlar yol göstericidir.

Avrupa kentleri, Eski Yunan, Roma kentleri rasyonelleri üzerine şekillenirken Ortaçağ'ın içine kapalı renkliliği ve organikliğinden geçerek Rönesans'la birlikte tam anlamıyla planlanmış, tasarlanmış kentlere dönüştü. Ancak, Osmanlı kentleri derebeylik düzeninin getirdiği ve mülkiyet sisteminin sağladığı, kapitalizmin gelişmesi ve sanayi devrimi ile şekillenen değişimleri de kaçırmıştır. Bu bağlamda, bizler Batı yaşam biçimine öykünen, ancak Osmanlı "mülkiyetsizlik" dokusuna oturmuş bol problemli bir kaosun çözümünü arıyoruz.

Modernleşmeyle birlikte spontan çevreden planlanmış çevreye doğru adım atıldı. 70'li yıllara kadar büyüyen şehirler, değişen sosyal doku insanlarda, kente ve birbirlerine yabancılaşma yarattı. 80'ler toplumsal dokunun metamorfoza uğradığı yıllar oldu. Toplum dokusunun değişimi fiziksel mekana da yansıdı. 70'li yıllara kadar devam eden homojenite büyük ölçüde bozulmuştu. Zenginleşen yeni sosyal grup kentlerde bu zenginliğin nemasını hem konfor hem de statü arayışı olarak almak istiyordu. Ancak kentlerin iyi bölgeleri ve merkez arsaları tekil yap-sat inşaat düzeni yüzünden çok azalmış ve değerlenmişti. Kentlerde nüfus yoğunluğunun artması ve özellikle İstanbul, İzmir, Ankara gibi metropollerde gelişen organizmanın kent değil de binalar yığını olması, kentlerin merkez bölgelerinde yer kalmaması uydu yerleşmeler yolunu açtı; kalan kent içi alanlarda da içe dönük kapalı yerleşmeler gündeme geldi. Ülkemiz kentlerinde tasarlanmış kentsel mekan eksikliği var. Eski anonim mimari döneminde beğendiğimiz organik yerleşim dokusu çok seçenekli malzemelerle organik curcunaya dönüşmüştür.

İstanbul'da örnekleyeceğimiz uydu yerleşmeler Bahçeşehir ve Zekeriyaköy, kent içi yerleşme örnekleri ise Alkent Akatlar, Naile Sultan Korusu evleri, Altunizade Konaklar sitesi, Sarı Konaklar yerleşmesi, Üstay Villaları olacak.

Bunların ilk iyi örneklerinden Alkent, etrafı duvarlarla çevrilmiş mahalle parçası gibidir. Binaların kalitesi dışında kentsel mekanın kurgusu adeta imar planının tesadüfiliği ile oluşmuş gibidir.

Bahçeşehir bilinçli bölge seçiminden çok arsanın speküle edilmesi amacı ile gerçekleştirilmiş olmasına rağmen total kent planlanması yapılmış bir yerleşimdir. Ancak inşaat başlangıcında kent planı ölçeğinde olan çalışmayı bütünleyen bir kentsel tasarım yapılmamıştır. Dolayısıyla, kurgulanan imaj Bahçeşehir (Garden City) adıyla çelişir hale geldi. Villa yerleşmeleri ve projeleri tasarımında bizim de (MİAR) katıldığımız bu büyük organizasyon, çağdaş çizgiyi yakalama şansını kaçırdı. İstanbul'da kanser hücresi gibi gelişen çarpık yapılaşma uydu yerleşme iddiasını taşıyan bu yerleşmeyi 5 - 6 yıl içinde sarıverdi.

Zekeriyaköy yerleşmesi de İstanbul'da iyi örnek olabilecek yerleşmelerin kaçırılmış fırsatlarından biridir. Gerek kentsel tasarım gerek mimari açıdan Levent evlerinden daha fazla bir anlam taşımamaktadır. Konumu kent merkezine çok yakın olan, 10 dakika içerisinde denize, 5 dakikada ormana ve 25 dakikada kent merkezine ulaşılabilen bir uydu kent imkanı, developmanı yapan kuruluşun yanlış tutumu yüzünden heba olmuştur.

Kemer Country bir yerleşmeye bütüncül bir konseptle başlamanın iyi bir örneğidir. Yapı ve çevre kalitesi yüksek olmakla birlikte mimari yaklaşım çağdaş bir çizgide olmaktan uzaktır. İtalyan, İspanyol ve Türk mimarisi karışımı, tadı belli olmayan bir karma ortaya çıkmıştır. Satış stratejisi olarak müşteriye şirin gelen, moda ve dekorasyon dergilerinin yönlendirdiği beğeniye cevap vermektedir. Behruz Çinici'nin Naile Sultan Korusu yerleşmesi ve Arolatlar'ın boğazdaki Üstay Villaları şanslı konumlarının getirdiği avantajlar yanı sıra mimari ve kentsel tasarım kaliteleriyle seçkin örnekleri oluşturuyorlar. Grubumuz tarafından tasarlanan Altunizade Konaklar ve Sarı Konaklar siteleri kent içi kapalı yerleşmelerin iki farklı yoğunluktaki örneğini vermektedir. Altunizade Konaklar yerleşmesi yeşil içinde, spor alanları, oyun alanları, gezi yolları, yüzme havuzları, kapalı otoparkları, kontrollü girişleri, duvarla çevrilmiş yaşam çevresiyle kent içi kapalı konut alanlarının belki de ilk kapsamlı örneğidir. Sarı Konaklar sitesinde aynı özellikler daha kompakt bir alanda ve daha yoğun bir yerleşimle sağlanmıştır. Bu yerleşmede Etiler, Akatlar çevresindeki yoğunluğun aynısını, karakterli tasarlanmış bir kentsel mekan bağlamında değerlendiren bir çözüm arandı.

Kentsel anlamda komşuluk ünitesi ölçeğindeki bu yerleşmeler fonksiyonel açıdan kısmi iyi çözümler getirseler bile kent dokusunda izole adalar oluşturmaktadırlar. Gelenekten gelen sosyal doku kaynaşmasına da, çağdaş kentsel kurguya da uymamaktadırlar. Kentlerin yerleşim kaosunun çıkardığı problemlere grup egoizminin getirdiği marjinal çareler olmaktan öteye geçememektedirler. 

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz