reklam

Mimarlık Merkezleri ile İlgili Yazılar
Gündem
 > Mimarlık Merkezleri

İstanbul Mimarlık Merkezi İvedilikle...
Hülya - Ferhan Yürekli, Arredamento Mimarlık 2001/10, sayfa 58 - 63

Büyük şehirlerin bir insan yığını olmaktan kurtulabilmeleri kültürel etkinliklerin varlığına bağlıdır. Bu kültürel etkinliklerin varolması ise bir altyapıyı gerekli kılar. Bu altyapının bir bölümünü müzeler oluşturur. Müzeler, geçmişimizi bize hatırlatacağı gibi, günümüz değerlerini de içerebilir ve belki de en önemlisi, ileriye dönük hayallerimizin yansıdığı bir yer olabilir. Bir müze, sanatla, resim, heykel, enstalasyon, mimarlık ile ilgili güncel veya tarihsel konulu olabileceği gibi, doğa tarihi, bilim, uzay, çeşitli teknolojilerin tanıtımı, örneğin haberleşme gibi konuları içerebilir. Bu tür ciddi bir birikim İstanbul'da ne yazık ki yok denilecek kadar azdır. Eski eserler birikimini barındıran Arkeoloji Müzesi ile Şark Eserleri Müzesi yanında, yakın geçmişimize ait tek varlığımız belki de Resim ve Heykel Müzesi'dir; ancak onun da içeriği çok zengin olmasına rağmen, sergilenme koşulları çok kötü durumdadır.

İstanbul'un şansı veya bir açıdan şanssızlığı, çok katmanlı ve zengin bir tarihsel kimliği olması ve bunun sonucunda oluşturulmuş olan ve belli bir standarda ulaşmış olan arkeoloji müzesi gibi müzelerinin yanısıra şehrin kendisinin de aslında bir müze olmasıdır. Bu özelliği onun yukarda bahsettiğimiz güncel olan hiç bir konuda ciddi bir birikimi olmadığı gerçeğini ilk bakışta gizleyebilmektedir ve şanssızlık belki de bu gerçeğin bu şekilde yapay olarak örtülmesidir.

Diğer taraftan özellikle sanat eserlerinin müzelerde sergilenmesi, sanat kavramının sorgulanması ile sorgulanır hale gelmiştir. Sanat kimin için neden yapılmaktadır? Doğu ve Batı felsefelerinin farklı sanat tanımları, müzeye konulmaya değer eser tartışmaları, müze kavramının her seferinde yeniden tartışılmasını gerektirmektedir. Doğu felsefesinin bakışını özetleyen, sanatın en saf ve değerli halinin, sanatın sanat için yapılması ve bireyin kendisi için kendisi tarafından gerçekleştirdiği durum olduğu kabul edildiğinde, müze fikri tümüyle anlamını kaybetmektedir. Ancak tarih boyunca sanatın sanat dışında çeşitli sebeplerle ve çeşitli kimseler için yapıldığını bildiğimize ve buna rağmen bunları sanat kabul ettiğimize göre ve bir topluluk içinde yaşadığımız gerçeği de göz önünde bulundurulduğunda, birikimin yerleşik düzenin bir gereği olduğu varsayımından hareketle, başka şeyler gibi sanatın da paylaşılması gerektiği gerçeği ile müzeler yine de değer kazanmaktadır.

Şehir açısından baktığımızda, müzeler şehirlerin pahalı oyuncaklarıdır. Oyuncak kelimesi, müze kavramının değerini kaybettirmek için değil tam tersi, müzenin değerini anlatmak için kullanılmıştır. Çocuk ve oyuncağını düşündüğünüzde aklmıza ne geliyorsa, şehir ve müze için de benzer şeyler düşünebiliriz.

Çocuk oyuncağıyla oynar ve zamanla ondan bıkar. Bu, çocuğun yeni bir oyuncaktan da aynı şekilde bıkacağı ve dolayısıyla oyuncağın gereksiz olduğu sonucunu getirmez. Şehir de öyle; yeni açılmış bir müze daha çok ziyaretçi toplar, zamanla ziyaretçisi azalır. Bu, şehrin müzeye ihtiyacı yoktur sonucunu getirmez, müzenin cazibesini arttırmak için farklı bir düşünce ile yeniden oluşması gereğini yani değişmesi gereğini belirtir.

Oyuncak çocuğun zekasını, hayalini geliştirir, bilgisini arttırır, renk ve biçim dünyasının gelişmesini ve zamanını değerlendirmesini sağlar. Müze de aynı şeyleri toplum için yapar. Müze tasarımı ve içeriği ile toplumu her yönden etkiler. Oyuncak çocuğun ilgisini çekecek şekilde tasarlanması gibi, müze de şehirdekilerin ilgisini çekecek şekilde tasarlanır. İlk etki, hareket, değişim ilgiyi uzatır. Oyuncakların bazıları zamanla değerlenir, hatıralar, başka imgeler ona bağlanır, tıpkı bazı müzeler gibi.

Oyuncak nasıl çocuğun var olması için ilk bakışta gerek şart gibi görünmüyorsa da kişiliğinin gelişmesinde önemli bir rol oynarsa, müze için de aynı şeyler söylenebilir; ilk bakışta şehrin varlığı için bir gereklilik gibi görülmese de şehrin ve toplumun kimliği için gerekli yapı taşlarını oluşturur. Çocuğumuza nasıl başka şeylerden feragat ederek oyuncak almak için gayret gösteriyorsak, şehir ve toplum da müze oluşturmak için benzer bir gayret içinde olmalıdır.

Özellikle sanat eserleri ve bunların obje olduğu düşüncesinden hareketle bir birikim yeri olarak başlayan müze fikri günümüzde çok farklı boyutları ve etkinlikleri de içerir duruma gelmiştir. Artık müze sadece sanat eserlerinin sergilendiği bir yer olmaktan çıkarak insanların eğitim görebilecekleri, kendilerinin de sanat çalışmaları yapabilecekleri, müzedeki eserlerin imgelerini yanlarında götürmelerini sağlayacak şeylerin (yayın, dia, poster, hediyelik eşya vb.) üretildiği veya ürettirildiği bir yer halini almaktadır. 

Müzeler artık eskisi gibi statik bir koleksiyonu barındırmak yanında zamanla değişen bir sergilemeyi de gerçekleştirmektedir. Bazı müzelerde devamlı bir sergi yerine büyük ölçüde değişen sergiler yeralmaktadır. Bu değişen sergiler, müzenin kendi zenginliğinden, yani sahip olduğu büyük bir koleksiyonu zaman içinde farklı şekillerde bölüm bölüm sergileyebilmesinden kaynaklanabileceği gibi, sahip olmadığı ama her zaman ödünç alarak sergilediği eserlerden de oluşabilmektedir. Sonuçta müze kavramı, zaman içinde değişim, insanların bazı etkinliklere aktif katılımı gibi kavramlarla statik bir yapıdan dinamik bir yapılanmaya geçmiştir.

Mimarlık müzeleri objenin kendisini değil röprodüksiyonunu veya onunla ilgili metinleri sergileyeceği için diğer görsel sanat müzelerinden zaten farklıdır. Ayrıca bir arşiv oluşturma yanında yayın yapma, biriktirme, tartışma yapmak ve yayınlamak vb. etkinlikleri ağırlıklı olarak içerdiğinden mimarlık konusundaki, "mimarlık müzesi", "mimarlık enstitüsü", "mimarlık evi", "mimarlık arşivi", "mimarlık vakfı" gibi kurumları, aslında "merkez" genel adıyla adlandırmak daha doğru görünmektedir.

Mimarlık merkezlerinin ölçek ve finansman yöntemi açısından farkları olabilir, ancak ortak yönleri kar amacı gütmemeleridir. Amaçları mimarlığı tanıtmak ve itibarını artırmak üzere etkinlikler düzenlemektir. Ulaşmak istedikleri kitleler arasında "belediye başkanları" önemli bir yer tutar. Mimarlığa ülkemizde bir meslek olarak dahi değer verildiğini söylemek zorken bir de kültürel bir etkinlik olduğu görüşünü yerleştirmek durumunda halka da dönük bir mimarlık merkezimiz olmaması büyük eksiklik olmaktadır.

Kentlerin hiçbir zaman bitmeyeceği düşüncesi ile ve iktidar ile tasarım ilişkisinin kentlerin biçimlenişindeki önemini kavramış olarak -şimdiki Fransa cumhurbaşkanı- Jacques Chirac, Paris'te belediye başkanı iken böyle bir merkezi faaliyete geçirmiştir. Zamanın Cumhurbaşkanı Mitterand da yine Paris'te Fransız Mimarlık Enstitüsü'nü kurmuştur (Biz ise Çankaya Köşk'ü bahçesindeki, Atatürk'ten ve Seyfi Arkan'dan kalan köşkün ne hale getirildiğini daha önce yazmıştık!).

Arşiv oluşturma işlevinin mimarlıkta özel bir yeri olduğu açıktır. Mimarlık insanın ilk yapım etkinliklerinden beri süregelen "bitmeyen bir proje" olarak düşünülürse her tür deneyimin belgelenip yapıldığı dönemde atfedilen değerinin dışında, sonraki nesillerin değerlendirilmesine de açılması olanağının yaratılması, mimarlığın gününü ve geleceğini önerme ve tartışmaya derinlik kazandıracak, ayrıca "takdir edilmemiş mimarilerin" gecikmiş de olsa değerlendirilmesine olanak verecektir. Bu konuda önemli bir sorun olan yarışmalarda değerlendirilmeyen projelerin yok olup gitmesinin önüne de böyle bir merkezin arşivi geçebilecektir.

Böyle bir mimarlık kurumunun bir diğer önemli işlevi de "tavır koymak" olacaktır. Entelektüel etik hızla globalleşen dünyada eleştirel olmayı giderek kaçınılmaz kılmaktadır. Toplumun ve sosyal gelişmelerin eleştirisi için bu tür merkezlerin prestijli konumu daha etkili olma şansı vermektedir. Sıradan halkın mimarlık konusunda bilinçlendirilmesine olan gereksinim göz ardı edilemez. Burada belirtilmesi gereken bir husus daha vardır. Ülkemizde 30 000 civarında olan mimar sayısı aşağı yukarı tüm ilgililerce gereğinden fazla bulunurken 1991'de Italya'da 100 000 mimarlık öğrencisinin bulunması mimarlığın toplumda değer kazanması açısmdan önemli bir avantaj olarak görülüyordu. Mimarlık merkezlerinin hayli kabarık olabilecek "informel mimarlık öğrencileri" sayısı Türk mimarlığı için yeni bir umut olacaktır.

Yine bu merkezler bağımsız yayın politikaları ile piyasa koşullarına uymak ya da genel geçer içerikleri yineleyerek yayınlamak yerine aykırı ve karşı görüş ve düşüncelerin de topluma yayılmasına olanak vereceklerdir. Azınlık görüşlerinin yaratacağı eleştirel gerilimin değişim ve gelişmenin başlıca jeneratörü olduğu bilinmektedir.

Ülkemizin konumu düşünüldüğünde Batı'da önemini kaybetmiş olan avantgart atılımlara hala gereksinim duyulduğu ve buna da uygun ortamların olduğunu düşünmekteyiz, bu cümleden olarak, mimarlık merkezlerinin hem pasif hem de aktif olarak sosyal yaşantının gelişmesine katkıda bulunacak etkinlikleri desteklemeleri beklenmektedir.

Bu merkezlerce organize edilen informel eğitim aktivitelerinin gençlerin eğitiminde özel ve önemli bir yeri olduğu da görülmektedir. Okulların sıkı müfredatlı programları yanında öğrenci-öğreten ayrımına dayalı düzenin mimarlık eğitiminde bazı olumsuz kısıtlamalara yol açtığı da bilinmektedir. Merkezlerin okul ortamı dışında sağlayabileceği informel eğitim etkinliklerinin gençlere bu handikaptan kurtulma yolunda iyi bir olanak sunabileceğini de düşünmekteyiz.

Mimarlık merkezlerinin bir diğer özelliği de uluslararası örgütlenme yoluyla etkinlik alışverişlerinin sağlanması yani değişik ülkelerdeki mimarlık faaliyetlerinin birbirine aktarımı ile uluslararası yararlanmaya açılmasına olanak vermeleridir.

Yukarda değinilen hususlar ülkemizin de bir, hatta birkaç mimarlık merkezine acilen ihtiyacı olduğunu göstermektedir. "Arşiv" niteliğinde bir başlangıç bile örneğin yeterince araştırılmamış erken cumhuriyet döneminin değerli kişisel dokümanlarının leblebicilere gitmesini önleyecek, biz ilgilenmesek de gelecek nesillerin yararlanmasına sunacaktır. 

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Notlar:
1 H. ve F. Yürekli, "Hayalgücü, Hafıza ve Gerçekler", Arredamento Mimarlık, 2000/07-08, s.143-145.

 

Mimarlık Merkezleri

Diyalog

Baran İdil 11 Kasım 2003 tarihinde Diyalog bölümümüze konuk oldu.

Baran İdil hakkında daha fazla bilgi edinmek için  tıklayın. 

Diyalog buluşmasını soru cevap şeklinde okumak için  buraya tıklayın...

 


Vitra - Artema'nın katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz