
Zeynep
Merhaba Sayın Baran İdil,
Çalışmalarınızdaki başarıların devamını dileyerek, size üç soru yönelteceğim.
1- Türkiye'deki mimarlık yarışmalarını ve sonuçlarını nitelik olarak
nasıl değerdiriyor sunuz?
2- İstanbul - Ankara mimarlık ortamının farkı nedir?
3 - Antalya'daki Dönerciler Çarşısı projesinde, Antalya için simge olmuş
bir yapı işlevi korunarak yenilendi. Bu projede eskisine göre nelere sadık
kaldınız, neleri değiştirip baştan ürettiniz. Dönercilerin dükkanlarına
baktığımda, servislerin çok da fonksiyonel çözülmediğini düşündüm
hep. Bu proje de dönercilerin ihtiyaçlarının tam anlamıyla öngörülmemesinden
mi? Yoksa dönercilerin önerilen yerleşim çözümlerinin dışına çıkmalarından
mı kaynaklanıyor?
İyi Diyaloglar Dileklerimle...
Baran
İdil
Sayın Zeynep Hanım,
· Öncelikle mimarlık yarışmalarının, dahil olmaya çalıştığımız
Avrupa’da bir “kültürel ve sanatsal araştırma olgusu” olarak
benimsendiğini ve bu misyonu yüklenen devlet ve yerel yönetimlerin, ‘tüm
resmi binaları’ yarışma dışında bir yöntemle yapmayı düşünmediğinin
altını çizelim. Aynı zamanda ‘sermayenin kontrolünden kurtulma’yı da
amaçlayan bu yaklaşım, gelecek için “bağımsız mimarlık sanatının”
güvenlik alanlarından birini oluşturuyor.
Kültür ve sanata dair yazılı-yazısız hukukun en köklü mekanı olan
Avrupa, mimarlık yarışmalarından bu denli ciddi beklentiler içinde iken;
yarışma kurumundan başka tartışma ve dialog kurumu neredeyse yok denecek
kadar fakirleşmiş ortamımızda bizler, yarışma kurumuna her olgudan çok
“muhtacız”!
Türkiye’deki mimarlık yarışmalarının sonuçlarını nitelik olarak nasıl
değerlendirdiğimi, yukarıdaki görüşüm çerçevesinde açıklarsam: Niteliğin,
her yönüyle geriletilmeye çalışılan yarışma kurumunun, bu gelişimine/erezyonuna
bağlı olarak düştüğünü; ama gelinen noktanın umutsuz olmadığını söyleyebilirim.
(mimarlar ve mimarlık fakülteleri, 60-70 yılda ancak bu noktalara getirilmiş
olan yarışmalar kurumunu kurtaramazlar ise, işte o zaman bu ülkenin mimarlık
geleceğinden ümitli olmak hayal olur.)
· Sanıyorum bir fark yok. Tabii, “mimarlık ortamı”nın tanımına göre
değişir: Ben İstanbul’lu mimarların çok az bir kesiminin, büyük sermaye
sahiplerine, “bazıları çok başarılı olan” binalar yapmalarına, genel
mimarlık ortamının oldukça az bir kısmıdır diye bakıyorum. Bu fark ise,
kimilerinin iddia ettiği gibi, İstanbul mimarlık ortamına bir üstünlük sağlamıyor
diye düşünüyorum. Her iki ortamı da sönük, silik ve tatsız buluyorum.
· Antalya’daki ‘Dönerciler Çarşısı’nda, “Antalya için simge olmuş
bir yapıdan bahsetmek tartışmalı: Simgesellikten değil, fakat küçücük dükkan
birimlerinden oluşan, tipik ve keyifli bir sokak strüktüründen bahsetmek
belki daha doğru. Bu strüktürü oluşturan parselasyona (mülkiyet düzenine)
tamamen sadık kaldık – hatta, hukuki sorunlar nedeniyle, belki de gereğinden
fazla sadık kaldık. Bu birimlerin gerek malzeme seçimi, gerekse çatı örtüsü
(hatalı uygulamasına karşın) tamamen bizim tercihimiz. Ancak bugün yapılmış
olan çarşı, alanın tümüne ait projemizin yalnızca 1/3’ü kadar (maket
resimlerinden inceleyebilirsiniz).
Sorunuzun ikinci kısmında değindiğiniz servisler ise, genelde kebapçı
olarak düşündüğümüz bir sıra birimin ikinci katında çözülüyordu. (üst
katlarda dükkan boyutunda birimler vardır) Daha da önemlisi, açık alanlar
(sokaklar) esas yemek mekanları olduğundan, işlevlerin servis olanaklarına göre
realize edilmesi gerekiyordu. Sizi rahatsız eden durum, belki bu gereğe
uymamaktan kaynaklanıyor olabilir.
İlginiz için teşekkür ederim.
mngozer
Sevgili hocam,
Bugüne kadar ürettiğiniz ve kazandığınız ödüllerle kentsel tasarım
konusundaki en önemli isimlerden oldunuz. Hocam, size üç sorum olacak:
Ülkemizde, kentsel tasarım olgusu bir süreç olarak ele alınırsa başlangıç
ve günümüzdeki uygulamalar incelendiğinde, nasıl bir gelişim gösterdiği
ve dünyadaki uygulamalarla ilişkili nasıl bir değerlendirme yapabilirsiniz?
Türkiye'de akademik ve mesleki çevrellerde kentsel tasarımın, tam bir tanımı
ve etkinlik alanın çizgileri net belli olmadığı için, bir disiplin olup
olmadığı tartışılıyor. Bu nedenle planlama, mimarlık, peyzaj mimarlığı
meslek disiplinleri kentsel tasarımı kendi ihtisas konusu olarak görmektedirler.
siz bu durumu nasıl yorumluyosunuz?
Kentsel tasarım misyonu sizce nasıl kazanılır? Bir alanın tasarıma başlanmadan
önce olmazsa olmaz kriterleriniz nelerdir?
Ayrıca hocam deneyimlerinizi ne zaman bir kitap haline getirmeyi düşünüyorsunuz?
Saygılarımla,
M.Nazım ÖZER
Baran
İdil
Sevgili Nazım;
Sorularına nasıl kısa cevaplar verebilirim bilemiyorum.
İlk sorunda değindiğin süreç karşılaştırmalarında, ülkemizdeki ve dünyadaki
gelişmelerde ciddi benzerlikler var. Şöyle ki;
Her ikisi de (kentsel tasarım ve mimarlık), ‘şehircilik’ adıyla yapılan
işlemler olmasına rağmen (aynı Antik Yunan’da da olduğu gibi) kentin bütünü
ya da büyük kesimlerinin, gerek arazi kullanma ve ulaşımına, gerekse mekanı
şekillendirmeye yönelik yaklaşımlar idi. Ve... mimarların sahiplendiği,
egemen olduğu bir alandı. Daha küçük kent mekanlarının (meydan, park, çarşı,
pazaryeri vb) kontrolü ise daima mimarlarda idi. Yalnız, bu olguda iki şeyin
altını çizmekte yarar görürüm:
1 Kent mekanı değişik boyutlarıyla (bugün de olduğu gibi) mimarlığın
alanı idi ve bu nedenle de olguya şehircilik ölçeklerine kadar mimarlık
kanalıyla sahip çıkılması doğaldı.
2 Olaya mimarlar sahip çıksa da -şehircilik ve kentsel tasarımın, tek yapıdan/yapılardan
çok farklı ve değişik sorunları içeren bir alan olduğu- bu alanı
sahiplenmenin ya da kontrol etmenin tek bir disiplinin işi olamayacağı, az
veya çok bin yıldır biliniyordu. Bu olguyu mimarlığın çok dışındaki
boyutlarıyla kavramaya yönelik “şehircilik konsepti”nin kurumsallaşması
ve okul olmasıyla birlikte yeni sorunların içine düştük. Bu ihtisaslaşma
olgusu bizlere rahatlık getireceğine (bunu ülkemiz için söylüyorum; dış
ülkelerde bu denli değil) bir sürü sorun getirdi. Bu sorunlar, her biri kent
alanları üzerinde işlevi olan ‘peyzaj mimarları’, ‘şehir plancıları’,
‘mimarlar’, ulaşımcı ve altyapıcı mühendisler vb uzmanlıklar arasında
hiç de ciddi olmayan (zaman zaman utanılacak düzeyde) konum kazanma, rüşt
ispatlama ama daha çok ‘pastadan pay alma’ savaşına dönüştü.
Böyle bir ortamda çalışma alanı / imkanı küçüldüğü ölçüde, daha
çok mimarların olan “kentsel tasarım” alanı, ilgili tüm disiplinlerin
sahiplenmeye soyunduğu bir alan haline geldi. Oysa ne ölçeği ne içerdiği
boyutları tariflenemeyen ve bu yüzden de kurumsallaştırılamayan böyle bir
alanda, fakülte kurulmaya bile kalkışıldı. Oysa kentsel tasarım alanı
(merhum Raci Bademli ‘nin de dediği gibi) tam bir serüven alanı idi. Ancak
çok tartışmalı, belirsizlik ve değişkenliklerin en yoğun olduğu böyle
bir ortamda, tartışmadan kaçarak o alana hükmetmeye çalışmak, traji-komik
bir durum. Tam bizim “sağırlar diyaloğu” yaşayan kültür dünyamıza
yakışır bir durum!
Öncelikle kentsel tasarım olgusunu, hem mimarlar hem diğer disiplinlerle
planlı-programlı ve bir ölçüde de akademik düzeyde tartışmayı
becermeliyiz. Unutmayınız ki ‘disiplinler arası’ diye tariflediğiniz bir
alanda görev almak istiyorsanız, iki hususa çok dikkat etmelisiniz:
1 İnter-disipliner’lik, diyalog, tartışma ve uzlaşma olmazsa olmaz bir
kavramdır.
2 Mimarlar - sizce haksız da olsa - bu alanın asırlardır sahibi iseler
onlarla anlaşmadan, uzlaşmadan bir işlem yapmaya kalkışmak ciddi olmaz.
Sorduğunuz tasarıma başlanmadan önce olmazsa olmaz kriterim şudur:
Tasarıma konu olan sorunsalın içindeki yerinizi bilgi ve birikimleriniz açısından
irdeleyip kendinize ona göre bir rol biçin derim. O zaman “Düt” deyince
tren olunamayacağını belki anlayabilirsiniz.
Dünyada öylesine gümbür gümbür gelişmeler olmuş ve oluyor ki, bunlardan
haberdar olmaksızın hiç bir şey olamazsınız.
Deneyimlerimi kitap haline getirmek programımda, ancak iki yıldır başaramıyorum.
Sevgilerimle...
Kaftancı
Sevgili baran,
Ülkemizdeki en yetkili kişilerin başında geldiğini düşünerek kent
planlaması, kentsel tasarım ve mimarlık kavramları arasındaki ilişki sana
göre nasıl yorumlanıp özetlenebilir?
Teşekkür ederim
Baran
İdil
Sevgili Güngör;
Kent planlaması (ben buna şehircilik demeyi tercih ediyorum) ile mimarlık,
temelde kavramsal olarak çatışan, çelişen içeriklere sahip değildir. Yalnız
içerik değil, hedef ve amaçları açısından da girişim içinde değildir.
Şehirciliğin tasarımla ilgili sorunsalı gündeme geldiğinde – ki bu alanın
adı çoğu kez “Kentsel Tasarım” oluyor- mimarlık gerek kültür olarak
gerekse teknik olarak ve ayrıca da çok doğal olarak bahse konu oluyor.
Bunu anlamak neden bu kadar zor, anlamıyorum.
Esas işimizin tasarım olduğu ve kent mekanına ait tasarımın amaç olarak
belirlendiği bir statüde, kentsel tasarımın mimarlıkla ilişkisini tartışmak
dahi bazen çok gereksizmiş gibi geliyor. Ama daha çok tartışacağımızı
da biliyoruz.
Sevgili Güngör;
Sanıyorum bütün karmaşa bilerek yaratılıyor. Lise öğrencisine küpler ve
prizmalarla tasarım öğrettiğine inanan bir eğitim düzeni ne kadar
ciddiyetsizse, bu yaklaşımın pratiğe yansıması daha da vahim oluyor. Küplerle
oynanan oyun ve kulaktan duyma edinilen mimarlık bilgisi, bilgisayarın sağladığı
“benzetme yoluyla tasarım” olgusuyla birleşince, mimar olmayanların önlenemez
yükselişi, kentsel tasarımın başına daha uzun süre sorun olacağa
benziyor.
Sevgilerimle.....
pulp
Merhaba,
Sayın İdil, yurtdışından konuk olarak gelen bir şehircilik profesörü Türkiye’de
derslerde proje olarak sunulan çözümlerin kendi ülkelerinde problem olarak
kabul edildiğini belirterek kente gelişigüzel müdahale etmenin yanlışlığından
bahsetmişti. Sizce Türkiye’de verilen şehircilik eğitimi ve gerçekleştirilen
uygulamalar ne derecede doğru? Siz de bu görüşe katılıyor musunuz?
Teşekkür ederim.
Baran
İdil
Sayın Pulp
Bahsettiğiniz şehircilik profesörünün değinmek istediği konuyu
-anlayabildiğim kadarıyla- şöyle yorumlayabilirim: Gerek şehircilik ve çoğu
kez kentsel tasarım konuları, içerdikleri sosyo-ekonomik ve kültürel
sorunların taşıdığı dinamikleri sorunsala yüklerler. Bunun doğal sonucu
olarak çoğu kez değişkenlik ve karmaşıklık, sorunsalı zorlaştırır. Bu
nedenle bazı maddeleri temel alarak yapılan yaklaşımlar – ya da bu yaklaşımları
şehircilik ya da tasarımın değişmez koşul ve kurallarıymış gibi kabul
eden eğilimlerden daima kuşku duyduğumu söyleyebilirim.
Saygılarımla,
leterel
guncel duzen(!)lemeler
sayın İdil
kızılay yaya trafiğine yapılan müdahaleleri ve izmir konak meydanı düzenlemesini
nasıl buluyorsunuz?
teşekkürler
Baran
İdil
Sayın Leterel,
Kızılay yaya trafiğine yapılan müdahaleyi sınırlı bir kapsamda yani, bir
alt geçit üst geçit tercihleri çerçevesi içinde değerlendirdiğinizde yapılan
düzenleme yanlış gözükmüyor. Ancak halen bu tür müdahalelerde dikkate alınması
gereken sakatlarla ilgili tedbirlerin yeterli olmadığı görülüyor.
İzmir Konak Meydanı iki perspektifte incelenebilir.
1.Projenin tasarımını yönlendiren temel tercihleri, temel ulaşım aksları
ve meydan mekanında sağlanmaya çalışılan değerler açısından irdelediğinizde,
yapılan proje ve uygulama ülkemizde pek rastlanmayacak düzeyde kaliteli gözüküyor.
Bu husus kaldırım detaylarından alanı yer yer örten gölge saçaklarına
kadar pek çok ögede gözlenebiliyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde gerek
proje müellifini gerekse İzmir Büyükşehir Belediye yönetimini kutlamak
gerekiyor.
2.Alanın tasarımını yönlendiren seçmelerden çevre verilerinin yeterince
etkin olamadığı söylenebilir. Örneğin; İzmir Kent merkezini denizle buluşturan
böylesine büyük bir yaya mekanının kıyıyla çok daha güçlü olarak
entegre edilmesi ve kıyıdaki yollarla izole edilmiş yaya bandının,
"deyim yerindeyse bu meydan aracılığıyla kentle bütünleşmesi"
doğru olurdu. Gene çevrede Konser Salonu ve Konak Piyer'le direkt ve güçlü
vizüel ilişkilerin aranması gerekirdi. Çünkü bu elemanlar böylesine büyük
yaya zonlarının hem besleyici hem süsleyici unsurlarıdır.
İzmir'in en önemli dağılma ve toplanma merkezlerinden biri olacağı ve bu işlev
ne kadar güçlü olursa alanın da o ölçüde güçlü yaşayan bir mekanı
olacağı açıktır. Buna karşın motorlu taşıt trafiğine ait durak,
otopark ve terminüs imkanlarının çok fazla dikkate alınmadığı ve tüm dağılma
toplanma işlevinin büyük ölçüde metroya yaslandırıldığı algılanmaktadır.
Bu hususun yakın gelecekte daha çok tartışma gündemine geleceğini
zannediyorum.
Sevgiler....
zeplin
Sayın İdil,
Modern öncesi akımlar (art-deco, art-nouveo) ülkemizde Avrupa ile nerdeyse eş
zamanlı olarak tasarımlarda yerini almışken, modern sonrası akımların
(postmodernizm, dekonstrüktivizm) pek uygulama bulamamış olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Türkiye gerçeklerine uygun değil” klişe söylemi mi geçerlidir yine,
yoksa “kurmaca” akımların “estetik” tercihli olmaları bağlamında
bir yer edinememeleri midir?
Mimarlık tarihinin uzun bir kesitini yaşamış ve uygulama yapma şansına
sahip olmuş bir mimar olarak fikirlerinizi öğrenebilir miyim?
Teşekkürler
Baran
İdil
Sayın Zeplin,
Postmodernizm ve dekonstrüktivizmin Türkiyede yeterince etkili olamadığına
dair tespitinize katılmadığımı söylemeliyim.
Moderne ait etkilerin ve numunelerin çok oluşu yaşanan zamanın uzunluğuyla
ilgilidir. Ayrıca postmodernist akımlar Türkiyede yeterince etki ve numune
yarattı. Dekonstrüktivizim için aynı şey söylenemese de bu akımın dünyada
da çok tartışılır ve kolay uygulanma olanağı bulamadığı bir gerçektir.
Sevgiler...
mer
Merhaba,
Aynı zamanda bir akademisyen olarak sizce Türkiye'de verilen şehircilik eğitimi
yeterli mi? Mimarlık eğitimi ile iyi entegre olabiliyor mu?
Teşekkürler
Baran
İdil
Sayın Mer,
Gerek şehircilik gerekse mimarlık eğitimlerinin genelde aynı fakültelerde
yapılıyor olmasına karşın öğretim biçimi ve içeriğinde malesef ne
sorunuzda değindiğiniz yeterliliği gösterdiği ne de iki disiplin arasında
eğitimsel bir diyalog sağlanabildiği söylenemez.
Sevgiler.....
Semra&Özcan
Uygur
Merhaba
Baran Ağabey,
Yıllardır,meslekle ilgili uğraşınızı ve mücadelenizi,gerek kentsel gerek
yapılar anlamında ve diğer platformlarda ilgiyle izliyoruz.Mimari tasarım ürünlerinin
hayata geçirilişindeki başarısı,tasarımcının becerisi dışında sizce
esas olarak neye bağlıdır?
özcan uygur
Baran
İdil
Sevgili Semra ve Özcan,
Öncelikle tasarımcının ve tasarımın ciddiye alındığı bir kültürel
ortamın yaratılması, diğer tüm nedenlerin önünde gelir diye düşünüyorum.
Bu saygınlığı yönetimlerden ya da kendi dışımızdan beklemeden öncelikle
kendi aramızda yeniden kurgulamaya çalışmanın önceliğine inanıyorum. Özetle;
küçük de olsa kendi dünyamızda ciddi olmayı becerebilmeliyiz.
Sevgilerle......
|
|