reklam

Sorular & Cevaplar
Diyalog 2003 > Baran İdil

Tarih: 11 Kasım 2003
Yer: Arkitera Forum

Zeynep

Merhaba Sayın Baran İdil,

Çalışmalarınızdaki başarıların devamını dileyerek, size üç soru yönelteceğim.

1- Türkiye'deki mimarlık yarışmalarını ve sonuçlarını nitelik olarak nasıl değerdiriyor sunuz?

2- İstanbul - Ankara mimarlık ortamının farkı nedir?

3 - Antalya'daki Dönerciler Çarşısı projesinde, Antalya için simge olmuş bir yapı işlevi korunarak yenilendi. Bu projede eskisine göre nelere sadık kaldınız, neleri değiştirip baştan ürettiniz. Dönercilerin dükkanlarına baktığımda, servislerin çok da fonksiyonel çözülmediğini düşündüm hep. Bu proje de dönercilerin ihtiyaçlarının tam anlamıyla öngörülmemesinden mi? Yoksa dönercilerin önerilen yerleşim çözümlerinin dışına çıkmalarından mı kaynaklanıyor?

İyi Diyaloglar Dileklerimle...

Baran İdil 

Sayın Zeynep Hanım,

· Öncelikle mimarlık yarışmalarının, dahil olmaya çalıştığımız Avrupa’da bir “kültürel ve sanatsal araştırma olgusu” olarak benimsendiğini ve bu misyonu yüklenen devlet ve yerel yönetimlerin, ‘tüm resmi binaları’ yarışma dışında bir yöntemle yapmayı düşünmediğinin altını çizelim. Aynı zamanda ‘sermayenin kontrolünden kurtulma’yı da amaçlayan bu yaklaşım, gelecek için “bağımsız mimarlık sanatının” güvenlik alanlarından birini oluşturuyor.

Kültür ve sanata dair yazılı-yazısız hukukun en köklü mekanı olan Avrupa, mimarlık yarışmalarından bu denli ciddi beklentiler içinde iken; yarışma kurumundan başka tartışma ve dialog kurumu neredeyse yok denecek kadar fakirleşmiş ortamımızda bizler, yarışma kurumuna her olgudan çok “muhtacız”!

Türkiye’deki mimarlık yarışmalarının sonuçlarını nitelik olarak nasıl değerlendirdiğimi, yukarıdaki görüşüm çerçevesinde açıklarsam: Niteliğin, her yönüyle geriletilmeye çalışılan yarışma kurumunun, bu gelişimine/erezyonuna bağlı olarak düştüğünü; ama gelinen noktanın umutsuz olmadığını söyleyebilirim. (mimarlar ve mimarlık fakülteleri, 60-70 yılda ancak bu noktalara getirilmiş olan yarışmalar kurumunu kurtaramazlar ise, işte o zaman bu ülkenin mimarlık geleceğinden ümitli olmak hayal olur.)

· Sanıyorum bir fark yok. Tabii, “mimarlık ortamı”nın tanımına göre değişir: Ben İstanbul’lu mimarların çok az bir kesiminin, büyük sermaye sahiplerine, “bazıları çok başarılı olan” binalar yapmalarına, genel mimarlık ortamının oldukça az bir kısmıdır diye bakıyorum. Bu fark ise, kimilerinin iddia ettiği gibi, İstanbul mimarlık ortamına bir üstünlük sağlamıyor diye düşünüyorum. Her iki ortamı da sönük, silik ve tatsız buluyorum.

· Antalya’daki ‘Dönerciler Çarşısı’nda, “Antalya için simge olmuş bir yapıdan bahsetmek tartışmalı: Simgesellikten değil, fakat küçücük dükkan birimlerinden oluşan, tipik ve keyifli bir sokak strüktüründen bahsetmek belki daha doğru. Bu strüktürü oluşturan parselasyona (mülkiyet düzenine) tamamen sadık kaldık – hatta, hukuki sorunlar nedeniyle, belki de gereğinden fazla sadık kaldık. Bu birimlerin gerek malzeme seçimi, gerekse çatı örtüsü (hatalı uygulamasına karşın) tamamen bizim tercihimiz. Ancak bugün yapılmış olan çarşı, alanın tümüne ait projemizin yalnızca 1/3’ü kadar (maket resimlerinden inceleyebilirsiniz).

Sorunuzun ikinci kısmında değindiğiniz servisler ise, genelde kebapçı olarak düşündüğümüz bir sıra birimin ikinci katında çözülüyordu. (üst katlarda dükkan boyutunda birimler vardır) Daha da önemlisi, açık alanlar (sokaklar) esas yemek mekanları olduğundan, işlevlerin servis olanaklarına göre realize edilmesi gerekiyordu. Sizi rahatsız eden durum, belki bu gereğe uymamaktan kaynaklanıyor olabilir.

İlginiz için teşekkür ederim.

 


mngozer  

Sevgili hocam,

Bugüne kadar ürettiğiniz ve kazandığınız ödüllerle kentsel tasarım konusundaki en önemli isimlerden oldunuz. Hocam, size üç sorum olacak:


Ülkemizde, kentsel tasarım olgusu bir süreç olarak ele alınırsa başlangıç ve günümüzdeki uygulamalar incelendiğinde, nasıl bir gelişim gösterdiği ve dünyadaki uygulamalarla ilişkili nasıl bir değerlendirme yapabilirsiniz?

Türkiye'de akademik ve mesleki çevrellerde kentsel tasarımın, tam bir tanımı ve etkinlik alanın çizgileri net belli olmadığı için, bir disiplin olup olmadığı tartışılıyor. Bu nedenle planlama, mimarlık, peyzaj mimarlığı meslek disiplinleri kentsel tasarımı kendi ihtisas konusu olarak görmektedirler. siz bu durumu nasıl yorumluyosunuz?

Kentsel tasarım misyonu sizce nasıl kazanılır? Bir alanın tasarıma başlanmadan önce olmazsa olmaz kriterleriniz nelerdir?

Ayrıca hocam deneyimlerinizi ne zaman bir kitap haline getirmeyi düşünüyorsunuz?

Saygılarımla,
M.Nazım ÖZER

Baran İdil 

Sevgili Nazım;

Sorularına nasıl kısa cevaplar verebilirim bilemiyorum.
İlk sorunda değindiğin süreç karşılaştırmalarında, ülkemizdeki ve dünyadaki gelişmelerde ciddi benzerlikler var. Şöyle ki;
Her ikisi de (kentsel tasarım ve mimarlık), ‘şehircilik’ adıyla yapılan işlemler olmasına rağmen (aynı Antik Yunan’da da olduğu gibi) kentin bütünü ya da büyük kesimlerinin, gerek arazi kullanma ve ulaşımına, gerekse mekanı şekillendirmeye yönelik yaklaşımlar idi. Ve... mimarların sahiplendiği, egemen olduğu bir alandı. Daha küçük kent mekanlarının (meydan, park, çarşı, pazaryeri vb) kontrolü ise daima mimarlarda idi. Yalnız, bu olguda iki şeyin altını çizmekte yarar görürüm:
1 Kent mekanı değişik boyutlarıyla (bugün de olduğu gibi) mimarlığın alanı idi ve bu nedenle de olguya şehircilik ölçeklerine kadar mimarlık kanalıyla sahip çıkılması doğaldı.
2 Olaya mimarlar sahip çıksa da -şehircilik ve kentsel tasarımın, tek yapıdan/yapılardan çok farklı ve değişik sorunları içeren bir alan olduğu- bu alanı sahiplenmenin ya da kontrol etmenin tek bir disiplinin işi olamayacağı, az veya çok bin yıldır biliniyordu. Bu olguyu mimarlığın çok dışındaki boyutlarıyla kavramaya yönelik “şehircilik konsepti”nin kurumsallaşması ve okul olmasıyla birlikte yeni sorunların içine düştük. Bu ihtisaslaşma olgusu bizlere rahatlık getireceğine (bunu ülkemiz için söylüyorum; dış ülkelerde bu denli değil) bir sürü sorun getirdi. Bu sorunlar, her biri kent alanları üzerinde işlevi olan ‘peyzaj mimarları’, ‘şehir plancıları’, ‘mimarlar’, ulaşımcı ve altyapıcı mühendisler vb uzmanlıklar arasında hiç de ciddi olmayan (zaman zaman utanılacak düzeyde) konum kazanma, rüşt ispatlama ama daha çok ‘pastadan pay alma’ savaşına dönüştü.
Böyle bir ortamda çalışma alanı / imkanı küçüldüğü ölçüde, daha çok mimarların olan “kentsel tasarım” alanı, ilgili tüm disiplinlerin sahiplenmeye soyunduğu bir alan haline geldi. Oysa ne ölçeği ne içerdiği boyutları tariflenemeyen ve bu yüzden de kurumsallaştırılamayan böyle bir alanda, fakülte kurulmaya bile kalkışıldı. Oysa kentsel tasarım alanı (merhum Raci Bademli ‘nin de dediği gibi) tam bir serüven alanı idi. Ancak çok tartışmalı, belirsizlik ve değişkenliklerin en yoğun olduğu böyle bir ortamda, tartışmadan kaçarak o alana hükmetmeye çalışmak, traji-komik bir durum. Tam bizim “sağırlar diyaloğu” yaşayan kültür dünyamıza yakışır bir durum!

Öncelikle kentsel tasarım olgusunu, hem mimarlar hem diğer disiplinlerle planlı-programlı ve bir ölçüde de akademik düzeyde tartışmayı becermeliyiz. Unutmayınız ki ‘disiplinler arası’ diye tariflediğiniz bir alanda görev almak istiyorsanız, iki hususa çok dikkat etmelisiniz:
1 İnter-disipliner’lik, diyalog, tartışma ve uzlaşma olmazsa olmaz bir kavramdır.
2 Mimarlar - sizce haksız da olsa - bu alanın asırlardır sahibi iseler onlarla anlaşmadan, uzlaşmadan bir işlem yapmaya kalkışmak ciddi olmaz.

Sorduğunuz tasarıma başlanmadan önce olmazsa olmaz kriterim şudur:
Tasarıma konu olan sorunsalın içindeki yerinizi bilgi ve birikimleriniz açısından irdeleyip kendinize ona göre bir rol biçin derim. O zaman “Düt” deyince tren olunamayacağını belki anlayabilirsiniz.
Dünyada öylesine gümbür gümbür gelişmeler olmuş ve oluyor ki, bunlardan haberdar olmaksızın hiç bir şey olamazsınız.
Deneyimlerimi kitap haline getirmek programımda, ancak iki yıldır başaramıyorum.
Sevgilerimle...


Kaftancı 

Sevgili baran,

Ülkemizdeki en yetkili kişilerin başında geldiğini düşünerek kent planlaması, kentsel tasarım ve mimarlık kavramları arasındaki ilişki sana göre nasıl yorumlanıp özetlenebilir?
Teşekkür ederim

Baran İdil 

Sevgili Güngör;

Kent planlaması (ben buna şehircilik demeyi tercih ediyorum) ile mimarlık, temelde kavramsal olarak çatışan, çelişen içeriklere sahip değildir. Yalnız içerik değil, hedef ve amaçları açısından da girişim içinde değildir. Şehirciliğin tasarımla ilgili sorunsalı gündeme geldiğinde – ki bu alanın adı çoğu kez “Kentsel Tasarım” oluyor- mimarlık gerek kültür olarak gerekse teknik olarak ve ayrıca da çok doğal olarak bahse konu oluyor.
Bunu anlamak neden bu kadar zor, anlamıyorum.
Esas işimizin tasarım olduğu ve kent mekanına ait tasarımın amaç olarak belirlendiği bir statüde, kentsel tasarımın mimarlıkla ilişkisini tartışmak dahi bazen çok gereksizmiş gibi geliyor. Ama daha çok tartışacağımızı da biliyoruz.

Sevgili Güngör;
Sanıyorum bütün karmaşa bilerek yaratılıyor. Lise öğrencisine küpler ve prizmalarla tasarım öğrettiğine inanan bir eğitim düzeni ne kadar ciddiyetsizse, bu yaklaşımın pratiğe yansıması daha da vahim oluyor. Küplerle oynanan oyun ve kulaktan duyma edinilen mimarlık bilgisi, bilgisayarın sağladığı “benzetme yoluyla tasarım” olgusuyla birleşince, mimar olmayanların önlenemez yükselişi, kentsel tasarımın başına daha uzun süre sorun olacağa benziyor.
Sevgilerimle.....


pulp 

Merhaba,

Sayın İdil, yurtdışından konuk olarak gelen bir şehircilik profesörü Türkiye’de derslerde proje olarak sunulan çözümlerin kendi ülkelerinde problem olarak kabul edildiğini belirterek kente gelişigüzel müdahale etmenin yanlışlığından bahsetmişti. Sizce Türkiye’de verilen şehircilik eğitimi ve gerçekleştirilen uygulamalar ne derecede doğru? Siz de bu görüşe katılıyor musunuz?

Teşekkür ederim.

Baran İdil 

Sayın Pulp

Bahsettiğiniz şehircilik profesörünün değinmek istediği konuyu -anlayabildiğim kadarıyla- şöyle yorumlayabilirim: Gerek şehircilik ve çoğu kez kentsel tasarım konuları, içerdikleri sosyo-ekonomik ve kültürel sorunların taşıdığı dinamikleri sorunsala yüklerler. Bunun doğal sonucu olarak çoğu kez değişkenlik ve karmaşıklık, sorunsalı zorlaştırır. Bu nedenle bazı maddeleri temel alarak yapılan yaklaşımlar – ya da bu yaklaşımları şehircilik ya da tasarımın değişmez koşul ve kurallarıymış gibi kabul eden eğilimlerden daima kuşku duyduğumu söyleyebilirim.

Saygılarımla,


leterel  

guncel duzen(!)lemeler

sayın İdil

kızılay yaya trafiğine yapılan müdahaleleri ve izmir konak meydanı düzenlemesini nasıl buluyorsunuz?

teşekkürler

Baran İdil 

Sayın Leterel,

Kızılay yaya trafiğine yapılan müdahaleyi sınırlı bir kapsamda yani, bir alt geçit üst geçit tercihleri çerçevesi içinde değerlendirdiğinizde yapılan düzenleme yanlış gözükmüyor. Ancak halen bu tür müdahalelerde dikkate alınması gereken sakatlarla ilgili tedbirlerin yeterli olmadığı görülüyor.

İzmir Konak Meydanı iki perspektifte incelenebilir.
1.Projenin tasarımını yönlendiren temel tercihleri, temel ulaşım aksları ve meydan mekanında sağlanmaya çalışılan değerler açısından irdelediğinizde, yapılan proje ve uygulama ülkemizde pek rastlanmayacak düzeyde kaliteli gözüküyor. Bu husus kaldırım detaylarından alanı yer yer örten gölge saçaklarına kadar pek çok ögede gözlenebiliyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde gerek proje müellifini gerekse İzmir Büyükşehir Belediye yönetimini kutlamak gerekiyor.

2.Alanın tasarımını yönlendiren seçmelerden çevre verilerinin yeterince etkin olamadığı söylenebilir. Örneğin; İzmir Kent merkezini denizle buluşturan böylesine büyük bir yaya mekanının kıyıyla çok daha güçlü olarak entegre edilmesi ve kıyıdaki yollarla izole edilmiş yaya bandının, "deyim yerindeyse bu meydan aracılığıyla kentle bütünleşmesi" doğru olurdu. Gene çevrede Konser Salonu ve Konak Piyer'le direkt ve güçlü vizüel ilişkilerin aranması gerekirdi. Çünkü bu elemanlar böylesine büyük yaya zonlarının hem besleyici hem süsleyici unsurlarıdır.
İzmir'in en önemli dağılma ve toplanma merkezlerinden biri olacağı ve bu işlev ne kadar güçlü olursa alanın da o ölçüde güçlü yaşayan bir mekanı olacağı açıktır. Buna karşın motorlu taşıt trafiğine ait durak, otopark ve terminüs imkanlarının çok fazla dikkate alınmadığı ve tüm dağılma toplanma işlevinin büyük ölçüde metroya yaslandırıldığı algılanmaktadır. Bu hususun yakın gelecekte daha çok tartışma gündemine geleceğini zannediyorum.

Sevgiler....


zeplin

Sayın İdil,

Modern öncesi akımlar (art-deco, art-nouveo) ülkemizde Avrupa ile nerdeyse eş zamanlı olarak tasarımlarda yerini almışken, modern sonrası akımların (postmodernizm, dekonstrüktivizm) pek uygulama bulamamış olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Türkiye gerçeklerine uygun değil” klişe söylemi mi geçerlidir yine, yoksa “kurmaca” akımların “estetik” tercihli olmaları bağlamında bir yer edinememeleri midir?

Mimarlık tarihinin uzun bir kesitini yaşamış ve uygulama yapma şansına sahip olmuş bir mimar olarak fikirlerinizi öğrenebilir miyim?

Teşekkürler

Baran İdil

Sayın Zeplin,

Postmodernizm ve dekonstrüktivizmin Türkiyede yeterince etkili olamadığına dair tespitinize katılmadığımı söylemeliyim.
Moderne ait etkilerin ve numunelerin çok oluşu yaşanan zamanın uzunluğuyla ilgilidir. Ayrıca postmodernist akımlar Türkiyede yeterince etki ve numune yarattı. Dekonstrüktivizim için aynı şey söylenemese de bu akımın dünyada da çok tartışılır ve kolay uygulanma olanağı bulamadığı bir gerçektir.

Sevgiler...


mer 

Merhaba,
Aynı zamanda bir akademisyen olarak sizce Türkiye'de verilen şehircilik eğitimi yeterli mi? Mimarlık eğitimi ile iyi entegre olabiliyor mu?

Teşekkürler

Baran İdil

Sayın Mer,

Gerek şehircilik gerekse mimarlık eğitimlerinin genelde aynı fakültelerde yapılıyor olmasına karşın öğretim biçimi ve içeriğinde malesef ne sorunuzda değindiğiniz yeterliliği gösterdiği ne de iki disiplin arasında eğitimsel bir diyalog sağlanabildiği söylenemez.

Sevgiler.....


Semra&Özcan Uygur

Merhaba

Baran Ağabey,
Yıllardır,meslekle ilgili uğraşınızı ve mücadelenizi,gerek kentsel gerek yapılar anlamında ve diğer platformlarda ilgiyle izliyoruz.Mimari tasarım ürünlerinin hayata geçirilişindeki başarısı,tasarımcının becerisi dışında sizce esas olarak neye bağlıdır?

özcan uygur

Baran İdil

Sevgili Semra ve Özcan,

Öncelikle tasarımcının ve tasarımın ciddiye alındığı bir kültürel ortamın yaratılması, diğer tüm nedenlerin önünde gelir diye düşünüyorum. Bu saygınlığı yönetimlerden ya da kendi dışımızdan beklemeden öncelikle kendi aramızda yeniden kurgulamaya çalışmanın önceliğine inanıyorum. Özetle; küçük de olsa kendi dünyamızda ciddi olmayı becerebilmeliyiz.

Sevgilerle......


Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz