Utarit İzgi...
''Bir hoca, öğrenciye, 'doğrusu budur, böyle yapılır' dememeli;
çünkü öğrencinin buna ihtiyacı yoktur... Öğrenci, bunu kendi çabasıyla
bulacağını görmeli, hoca da aydınlatılması gereken yolları aydınlatmalıdır...''
Prof. Dr. Utarit İzgi, 23 Eylül 1992 günü İstanbul-Kadıköy'de Mimarlar
Odası Temsilciliği'nce düzenlenen söyleşisinde konuşurken bunlarla da
yetinmeyip sözünü şöyle sürdürüyordu:
''Üniversitelerin, gelişkin bir eğitim için gerekli bilimsel, kültürel
ve araştırma olanakları hazırlamaları ve bilinçlendirici bir ortamı
yaratmaları, öğrenci yetiştirmelerinden çok daha önemlidir...''
O günlerde 72 yaşında olan ''genç düşünceli'' hocamız, bu yıl 8. kez
verilen Ulusal Mimarlık Ödülleri 'nin en büyüğü olan ''Sinan Ödülü'' nü
aldı...
Mimar Sinan 'ın 400. ölüm yılı anısına, Mimarlar Odası'nca 1988'den
bu yana iki yılda bir düzenlenen Ulusal Mimarlık Ödülleri ve Sergisi'nin
2000-2002 dönemi seçici kurulu, ''ödül gerekçesinde'' şunları da
vurguluyor:
''56 yıllık mimarlık deneyimi süresince verdiği bütün ürünlerde gözlenen
geleneksel değerlerden süzülmüş seçkin arayış (...) Güzel Sanatlar
Akademisi Mimarlık Bölümü'nün yeniden yapılanma sürecindeki unutulmaz çalışmaları;
etik ile estetiğin sürekliliğini en önemli ilke kabul edişi...''
Bunları okuyunca, gerçekten bizler için ''unutulmaz'' olan o rüya gibi
Akademi yıllarıma döndüm...
1970'li yılların ''12 Mart balyozunu'' atlattığımız yeni bir umut ve
yeni arayışlar dönemiydi... ''Demokratik üniversite'' özlemi tüm okulları
sarmalarken Akademi 'de bu çağdaş eğitim anlayışı çoktan yaşama geçmiş,
hatta ''kurumlaşmış'' gibiydi...
O kadar ki biz öğrenci temsilcileri bile okulun tüm yönetim organlarında
''söz ve oy haklarımızla'' yer alırken, derslerin içeriğinden, eğitimin yöntem
ve takvimlenmesine kadar hemen tüm akademik yapılanma kararlarına katılır
ve öğretim üyeleriyle birlikte komite ve komisyonlarda çalışırdık...
İşte böylesine ileri ve bugünlere göre de çok daha gelişkin,
demokratik ve uygarca bir eğitim ortamının Akademi'de yıllar önce başlatılıp
12 Eylül darbesine ve ardından ''YÖK'' denen "tutsaklığa" kadar sürmesinde
payı ve katkısı olan hocalarımızdan biri de Utarit İzgi'ydi...
İlerleyen yıllarda, hocamızın yine jüri raporunda altı çizilen;
''Geleneksel değerlerden süzülmüş çağdaş mimarlık'' ve aynı bağlamdaki;
''etik ile estetiğin sürekliliğini'' gözeten mimarlık ürünlerinde de
meslek alanındaki ''kavgamızın'' en güçlü dayanaklarını bulduk...
Bu kavga, ''Tarihsel birikimleri dışlamayan kimlikli bir çağdaş mimarlık''
arayışının kavgasıdır...
Çünkü bizim bu tezimiz, kimi ünlü mimarlarca bile hâlâ ''eskinin
taklidini özendiren bir gericilik'' şeklinde değerlendiriliyor... Geçmişi
geleceğe ''yeni katkılarla ve geliştirerek taşıma'' çabası yerine tümüyle
yok sayarak ''kimliksiz bir yeni'' yaratmanın mimarlık olduğu
savunulabiliyor...
Özellikle ''estetiği yakalama'' adına mimarlığın çevre ve kültür
ortamına ''uyumlu katılım'' ilkesini çiğnemekten çekinmeyen kimi mimarlar
da kentlerimizi yazboz tahtasına çeviren ''ayrıcalıklı imar haklarına
dayalı'' tasarımlarını, ''etik'' açıdan bile sorgulama yetilerini
kaybettiler...
İşte böylesi bir ''ünlü mimar olabilme'' ortamında, Sevgili Utarit İzgi,
ulusalı evrenselle kucaklaştırarak ve mimaride ''fark edilmek'' adına, onun
sanatsal ve toplumsal sorunluluklara dayalı etiğini ayaklar altına almadan da
''ünlü'' ve ''aranan'' bir mimar olunabileceğini göstererek ustalaştı,
efsaneleşti...
Utarit Bey'i, bu büyük ve her yönüyle çoktan hak ettiği ödülünden ötürü
kutluyoruz... Seçici kurula da sadece mimarların değil, tüm toplumun ve
herkesin teşekkür etmesi gerekiyor... Aynı zamanda bir ''Aydınlanmacıya''
ve ''Cumhuriyet âşığına'' da Mimar Sinan'ın anısını taşıyan büyük
ödülü uygun gördükleri için...
Zaten Utarit İzgi'nin bu ulusal bağları ve yurt sevgisi olmasaydı,
demokratlığın, genç hocalığın ve kişilikli yaratıcılığın simgesi
olur muydu?..
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|