İmar ekonomisi
1959 yılının yazında, Hollandalı hocalarımızın girişimleri
sayesinde, ODTÜ öğrencileri olarak Hollanda'ya gitmiştik. Pek çok resmi
kuruluş, bizi kabul etti ve Hollanda'daki kurumların işleyişi hakkında
bilgiler verdi.
Bunlardan biri de Roterdam Belediyesi İmar Müdürlüğü idi. Tek gözünü
harpte kaybetmiş uzun boylu bir zat Roterdam'ın imarı hakkında bize şunları
söylemişti. Liman olduğu için, İkinci Dünya Savaşı sırasında en çok
hasar gören Hollanda şehri Roterdam'mış. Roterdam, eskiden dar sokakların
iki yanına inşa edilmiş dar cepheli evlerden kuruluymuş. Harpte pek çok
mahalle topyekûn yıkılınca, şehrin yeni imar planını hazırlarken, eski düzenden
vazgeçip, bu bölgelere ‘‘az sayıda yüksek bina’’ inşa etme kararı
almışlar. Bataklık bir zemini olan Roterdam'da, daha önceleri yüksek bina
da yapılamıyormuş. Ancak sonraları, yüksek binaları ‘‘yüzer
temel’’ (floating foundation) üzerine oturtma tekniğini geliştirmişler.
Bu suretle, meselenin bu yönü de çözülmüş. Pek tabii yüksek binalar,
eski küçük evlere göre çok büyük taban alana sahip olmak mecburiyetinde.
Yüksek bina inşa etmekten üç amaç gütmüşler. 1. Eski müstakil ev
sahiplerine, daha önce sahip oldukları konut büyüklüğünde yeni bir konut
vermek. 2. Yüksek yeni bina inşaatını finanse etmik için, müteahhidin
serbestçe satabileceği ilave konutlar ve dükkánlar meydana getirmek. 3.
Yolları genişletmek, otoparklar ve yeşil alanlar aratmak.
* * *
Ben bunları dinleyince hemen aklıma bizim ülkeye mahsus hınzır bir soru
geldi. Peki dedim, bu yeni binaları, otoparkları, yeşil alanları ve genişleyen
yolları kimlerin arsası üzerine inşa ettiniz? Bu kişiler ‘‘Arkadaş,
ben arsamı vermem, belediye bana müstakil imar durumu versin, vermiyorsa bırakın
benim için manevi değeri yüksek olan evimi tamir edip içinde oturayım, beni
mağdur etmeyin’’ diye diretmedi mi? Halkın sesini gürleştiren
gazeteciler ve muhalif politikacılar, ‘‘Bu yapılanlar haksızlıktır,
adamın köşebaşı evini alıp, yerine sekizinci katta bir daire vermek
vicdana sığar mı?’’ diye yaygara koparmadılar mı? diye sordum.
Beklentim, ‘‘Biz bu işler için bir kanun çıkardık, vatandaşı bu yeni
düzene uymaya mecbur ettik’’ cevabını almak. Çünkü, böylesi
projelerin başka türlü hayata geçirilebileceğini benim aklım havsalam almıyor.
Tek gözlü müdür, ‘‘Hayır hiçbir zorlayıcı kanun çıkartmadık; biz,
insanları bu yeni imar düzeninin kendilerine ve topluma daha yararlı olduğuna
ikna ettik, zaten eski evleri sobalı ve konforsuzdu; onlara kaloriferli ve
konforlu daireler verdik’’ dedi.
* * *
Bu hikáyeyi anlatmama sebep, ‘‘Deprem zararları nasıl azaltılır?’’
konusunda İTÜ önderliğinde bu hafta İstanbul'da toplanan bir kongre.
Radyoda kongre hakkında bilgi veren profesör, gecekondu (veya gündüzkondu) bölgelerinde,
depreme dayanıksız olarak inşa edilmiş az katlı binaları yıkıp,
yerlerine depreme dayanıklı çok katlı blok apartmanlar yapılmasıyla, çok
hayatın kurtulabileceğini söyledi. Ayrıca, Roterdam Belediyesi imar müdürünün
43 yıl önce verdiği izahatın aynını verdi. Tecrübesi artmış ben, bunu Türkiye'de
yapmaya artık kanun bile yetmez diye söylendim.
SON SÖZ: İstismar edilen mülkiyet hakkı, korunmaya layık değildir.
Hürriyet
|