3. köprüye kimler karşı?
İlk köprü yapılacağı zaman karşı çıkanlar, sorunu halka iyi
anlatmak yerine devlete seslenmeyi seçmişti. Olumsuz öngörülerin doğru çıkmasına
rağmen siyasetçiler yeni köprü için işe koyuldu
İlk Boğaziçi Köprüsü'ne bazı üniversitelerdeki uzmanların, meslek
kuruluşlarının ve sol partilerin karşı çıktığı biliniyor. O sıralarda
üniversitelerde yer alan bir çok uzman, köprünün nasıl bir ulaşım
krizine yol açacağını ifade etmişler. Meslek kuruluşlarının hazırladıkları
bir kitapçıkta köprünün İstanbul'un ulaşımını kolaylaştırmayacağı,
tam tersine zorlaştıracağı tezi yer alıyor. Bu kitapçıkta
başka önemli şeyler de var:
Köprünün İstanbul'un kuzeyinde yapılaşma baskısını artıracağı,
ulaşım sistemini ve İstanbul'un denize paralel gelişme çizgisini etkileyeceği,
çevreye, içme suyu kaynaklarına zarar vereceği, ulaşımın maliyetini artıracağı...
Bugün bu öngörülerin gerçekleşmiş olduğu görülüyor. Ancak bu kuruluşlar,
uzmanlar çok önemli ve sonucu tayin edici bir hata yapmışlar. Meslek odalarındaki,
üniversitelerdeki uzmanlar ('şehircilik bilimi', 'planlama' gibi kavramlarla
birlikte) 'toplu taşımacılık' kavramını da sağın sözde temsil ettiği
ve güç aldığı 'siyasal meşruiyet'in karşısına yerleştirmişler. Bu
nedenle halka kendi kamu yararı kavramlarını dayatmak isteyen seçkinler
olarak algılanmışlar. Böylece sağ siyasetçilerin ekmeğine de biraz yağ sürmüşler.
Adres devlet olunca
Hazırladıkları kitapçıkta, dergilerde seslendikleri adres devlet. Çıkarılan
sonuç da şu: "Siyasetçiler bizi dinlemiyor, ey devlet sen bizi
dinle." O tarihlerde bu tür muhalefetin temel referansı, '1950'den sonra
uygulanan rantçı politikalar'.
Bu yayınlara baktığınızda, meslek insanları, aydınlar iktidar aygıtından
dışlandıkları için muhalefet ediyorlar gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Tek
parti dönemindeki ayrıcalıklı konumlarının özlemini duyan aydınlar,
uzmanlar, meslek insanları kendi kamu yararı kavramlarını 'bilim' olarak
kabul ettirmeye çalışıyorlar. Onlara göre sağ siyasetçiler de (onlar gibi
uzman olmadıkları ve rantçıların temsilcisi oldukları için) onları
dinlemiyorlar. Solun tarihinde meslekçilikle karışan, adeta siyasetin toptan
reddine dayanan, kendi üzerine kapanan köklü bir miras var.
Bu nedenle o tarihlerde herkes onların 'özel otomobil'e, zenginleşmeye,
refaha karşı olduklarını düşünmüş; 'Toplu taşımacılıktan yana
olanlar solculardır' anlayışı yerleşmiş. Siyaseti reddeden, şehirciliğin,
planlamanın bir bilim olduğunu iddia eden meslekçi muhalefet sağ tarafından
kolayca izole edilebilmiş ve marjinalleşmiş. Uzmanlar sivil toplumun siyasal
sürece katılımındaki rollerini anlayamamışlar ve kolayca katılımı kendi
görüşlerinin temsiliyle sınırlandırmışlar.
Bu eski hikâyeyi neden anlatıyorum? Aynı hatayı yapmamak için. Bu işin şakası
yok: Biz meslek insanları bunca afetten ve çözülemez hale gelen sorundan
sonra hâlâ ders çıkaramıyorsak, bu şehirde yaşamamız mümkün olmayacak.
3. köprü: Uzmanların tercihine karşı halkın tercihi mi? Son gelişmeler şöyle:
Bayındırlık ve İskân Bakanı, 5 Haziran'daki açıklamasında 'üç beş kişi
istemiyor diye' 3. köprüyü yapmaktan vazgeçmeyeceklerini tekrarladı. Bakan,
İstanbulluların ulaşım sorununun çözüm beklediğini, köprünün gerekli
olduğunu söyledi. Bakan'a göre birkaç Boğaziçi âşığı, aydın, halkın
talebine karşı direniyor!
Görüldüğü gibi siyasetçiler, kim olurlarsa olsunlar, tam da beklendiği
gibi davranıyorlar. Peki sorun Bakan'ın iddia ettiği gibi yalnızca üç-beş
kişinin veya Arnavutköylülerin sorunu mu? Yalnızca Arnavutköylüler mi
evleri yıkılacak, semtleri elden gidecek diye 3. köprüye karşı çıkmak
zorundalar?
Elbette ki hayır. Bugün durum farklı. Kriz gelecekte değil, artık ortada.
Artık gelecekteki bir krize değil, olana bitene işaret etmek bile yeterli. Bu
nedenle yalnızca semtliler değil, başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi, güçlü
sivil toplum kuruluşları, uzmanlar bu tür projelere karşı çok aktörlü
bir yerel yönetim modelini savunmalılar. Uzmanlar 'kent estetiği, şehircilik
bilimi ilkeleri' gibi sözlerle kendi aralarında konuşmaktan çok ilk önce
her sabah ve akşam işine, evine, okuluna ulaşmaya çabalayan, trafik tıkanıklığında
çile çeken, en değerli saatlerini yollarda, caddelerde, direksiyon başında
geçiren İstanbullulara seslenmeliler.
3. köprü lobisi otomobili bir toplu taşıma aracı olarak kullanmak
istiyor:
İstanbullulara örneğin şöyle seslenmeleri bence çok yerinde olur: "3.
köprü lobisi tekrar faaliyette. Özgürlüğünüzü elinizden almak istiyor.
Sizi otomobilinizin kölesi haline getirmek, şu anda İstanbul'un trafiğinde
çektiğiniz çileyi daha da artırmak istiyor! Otomobilleri toplu taşımacılık
için kullanmak istiyor! İstanbul'da rahat ve keyifli otomobil kullanmak için
3. köprünün yapılmasını değil, toplu taşımacılığın geliştirilmesini
savunun. Otomobilinizin toplu taşıma aracı olarak kullanılmasına izin
vermeyin! Otomobilinizin kilometre saatine bir bakın. Orada yazan maksimum süratin
kaçta birini sıkışık trafikte kullanabiliyorsunuz? 10'da birini mi? 20'de
birini mi? 100'de birini mi?
Otomobilinizle trafikte sürekli 'dur kalk' halinde olmak hoşunuza gidiyor
mu? Otomobiliniz bu iş için mi üretilmiş? Otomobilinizin üretim teknolojisi
ile bu kullanım biçiminin ne ilgisi var? Aynı yollardan, aynı saatlerde ve
aynı sıkıntı içinde geçmek dışında otomobilin başka bir kullanım biçimi
yok mu? Otomobilinize, zamanınıza, paranıza yazık değil mi?
Eğer otomobilinizi şehir içinde hakkıyla kullanmak istiyorsanız, toplu
taşımacılığı destekleyin. Otomobilin toplu taşımacılık için kullanılmasına,
3. köprü lobisinin otomobili toplu taşıma aracı olarak kabul ettirmeye çalışmasına
karşı çıkın."
Uzmanların İstanbul'da her sabah ve akşam Boğaz Köprüsü'ne ulaşmak için
en değerli saatlerini kaybeden insanlara seslenmelerini öneriyorum: "Dünyanın
en aptallaştırıcı işi sıkışık trafikte, bir araçta veya direksiyon başında,
sürekli, aynı zamanda ve aynı yerden geçmek için zaman öldürmektir. Toplu
taşımacılık tekrara dayanan bu ulaşım ihtiyacını çözmek için geliştirilmiştir.
Otomobiller toplu taşımacılık için elverişli değildir. Yollar kat kat
genişletilse de, yan yana yeni köprüler yapılsa da, otomobil toplu taşımacılık
için elverişli bir araç değildir.
Çünkü otomobiller toplu taşımanın 10'da biri kadar yolcu taşımaz, tıkanınca
binde biri kadar da taşımaz!
Boğaziçi'ne yeni köprüler yaparak otomobili toplu taşımacılık için
kullanmaya çalışıyorlar! Eğer bu eski sistem ulaşım için elverişli
olsaydı, 100 yıl önce de İstanbul'da tramvay, vapur, tünele ihtiyaç
duyulmaz, insanlar atlı araba sayısını artırarak şehir içinde seyahat
etmeye devam ederlerdi. Bu araçlar kullanılmaya başlanmadan önce İstanbul'un
köylerinde hâlâ şehir merkezine gitmeyen insanlar vardı. Düzenli olarak işe
gidip gelmek diye bir şey yoktu..." İsterlerse şunu da ekleyebilirler:
"3. köprü lobisi köprülerin sayısı arttıkça, trafiğin rahatlayacağını
iddia ediyor. Bu doğru değil. Bundan 150 yıl önce İstanbullular her semt için
iskeleler yaptılar, düzenli vapur seferleri oluşturdular. Geçmişte ulaşım
İstanbullular için bir keyifti. İstanbul'da nüfus artarken yeni yerleşimler
ulaşım sistemine göre kuruldu. (Bundan 75 yıl önce İstanbul'daki tramvay
sayısı motorlu araçlardan fazlaydı.) Çok değil 30 sene önce Kalamış'tan
Karaköy'e yarım saatte gazete okuyarak, sohbet ederek, keyifle işine giden ve
gelen bir kişi, bugün aynı yol için dört misli zaman, sekiz misli para
harcamak dört misli yol kat etmek zorunda! Üstelik teknolojik gelişmelerin,
yeniliklerin
kat kat arttığı bir zamanda! Bütün uygar şehirlerde otomobil toplu taşımacılıkla
bir arada, birbirine rakip olmayacak bir biçimde kullanılırken, İstanbul'da
karayolu ulaşımının tek alternatif haline getirilmeye çalışılmasına karşı
çıkmak gerekiyor.
Bugün İstanbul'da çok alternatifli bir ulaşım sisteminin geliştirilmesi
için hâlâ imkânlar var. Nasıl başka şehirlerde mevcut sistemler terk
edilmek yerine sürekli geliştirildiyse, bunun için yerel yönetimlerle
merkezi yönetimler arasında bir işlev bölüşümü olduysa, İstanbul'da da
bu hâlâ mümkün. Yeter ki tamamlayıcı olabilecek farklı ulaşım biçimleri,
kamu otoriteleri ve kamu yararı kavramları birbirlerine rakipleştirilmesin.
Radikal-Korhan Gümüş: İnsan Yerleşimleri
Derneği
|