reklam

15 Haziran 2002 Cumartesi
Ana Sayfa
>
Haberler

Üçüncü Köprü Sevdası...

Durup durup üçüncü köprü diye tutturanlar (çevreler mi, odaklar mı desem) için köprü, sanki dayanılmaz bir tutku... Konunun yeniden ve tekrar tekrar gündeme getirilmesini başka türlü açıklayabilmek olanaksız. Bu tutkuya kendilerini kaptıranlar ortada gözükmeseler bile, bunların kimler olduklarını tahmin etmek pek de güç değildir. Plan ve programlar bağlamında sonuca varmış bir durum yokken devlet yetkililerinin böylesine önemli yatırımların hizmete girecekleri tarihi verebilmeleri ilginç ve düşündürücüdür.

Konu çok irdelenmiş ve konuşulmuştur. İstanbul Boğazı'nda karayolu köprüsünün gereksizliği olanca açıklığı ile ortaya konulmuştur. Tam demiryolu tüp geçişini gerçekleşme aşamasına yaklaşırken bu kadar ısrarla yeniden gündeme getirildiğine göre, boğaz geçişine ilişkin bazı gerçekleri bir kez daha anımsatmak kaçınılmaz olmaktadır.

Öncelikle bugüne kadar çok yinelenmiş bir gerçeği açık biçimde ortaya koyalım. İstanbul'un üçüncü karayolu köprüsüne gereksinimi bulunmamaktadır. Hele öncelikli bir gereksinim, kesinlikle söz konusu değildir. Boğaz geçişlerini sorun haline getiren, Avrupa yakasındaki istihdam fazlasına karşılık, Asya yakasında istihdama göre işgücü fazlalığıdır. Yani iki yaka arasında nüfus-istihdam dengesizliği, sabah saatlerinde ev-iş ve akşam saatlerinde iş-ev yolculukları doğurmaktadır. Bu dengesizlik arttıkça boğaz geçiş gereksinimi artmaktadır. Öte yandan yeni geçiş olanakları bu dengesizliği ve dolayısıyla bu geçişleri körüklemektedir. Bu, bazılarının ''köprüler tuzağı'' olarak dile getirdikleri bir kısırdöngüdür. Bugün için İstanbul ulaştırmasında boğaz geçişinin payı yüzde 11 dolayındadır. Bu paya da, nüfus-istihdam dengesini iyice bozan iki köprünün sağladığı çekicilikle erişilmiştir. Bu yöndeki olumsuz gelişmelere neden olan geçiş olanakları, örneğin üçüncü karayolu köprüsü yarar değil zarar doğuracaktır.

İstanbul ulaştırmasında yaşanan sorun, amaçlı olarak öne çıkarıldığı gibi, boğaz geçişinden kaynaklanmamaktadır. Yansız ve dikkatli bir gözlem bile bu durumun anlaşılmasına yardımcı olabilir. Araçlar, köprülerde hatta çevre yollarında değil çevre yollarından bağlantı yollarına girişten başlayarak kent içinde asıl erişilmek istenen ev ve işyerlerine doğru yoğunlaşmaktadır. Kent içi yol ağı genişletilmedikçe üçüncü köprü, kentin zaten sıkıntılı kent içi yollarına yeni araçlar pompalayarak, yakınılan trafik tıkanıklığını daha içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kaldı ki, artık herkesin öğrendiği temel gerçek: Trafik tıkanıklığını sorun olarak görüp araçların yollarda rahat seyrini amaçlamanın anlamsızlığı ve yanlışlığıdır. Yani amaç, araçların değil insanların ulaşımlarını sağlamaktır. Bunun için birbirleriyle ilişkilendirilerek bütünleştirilmiş otobüs, raylı sistem (metro, hafif metro, tramvay, banliyö...) ve deniz araçlarından oluşturulmuş bir toplu taşımaya gereksinim olduğu gerçeğini öğrenmeyen kalmadı herhalde.

''...Bu etkilerin ışığında Boğaziçi Köprüsü beklenildiği gibi kentin ulaşım sorunlarını çözememiş, bunlara yenilerinin eklenmesine neden olmuştur... Birinci Boğaz Köprüsü'nün çözümsüzlüğünün kanıtlandığı bu aşamada, çözüm için ikincisini önermek, ancak bir üçüncüsü ile çözümlenebilecek yeni bir sorun yaratmak demektir.'' Bu sözler Karayollar Genel Müdürü Sayın Dinçer Yiğit' e aittir. 1978 yılında Karayolları Genel Müdürlüğü'nce düzenlenmiş olan ''İkinci Boğaz Geçişi Tartışmalı Toplantısı'' na sunmuş olduğu bildirisindeki ikinci köprüye karşı tavır koyarken, bugün Sayın Yiğit, üçüncü köprüyü hararetle savunmaktadır.

Köprüde planlama...
Gerçekleştirilen iki karayolu geçişinde özel otomobiller ağırlıkta olup, toplu taşıma tamamen göz ardı edilmiştir. Eğer otomobil değil insanlar gözetilseydi; toplu taşıma amaçlı bir yaklaşımla, örneğin bir şeridi otobüslere özgüleyen (tahsis eden) bir planlama ile Boğaziçi Köprüsü'nden şu anda iki köprünün taşıdığından daha fazla yolcu taşınabilirdi. Ama insanları değil taşıtları geçirmek tercih edildiği için, Boğaziçi Köprüsü'nün işletmeye açıldığı 1973'ten bugüne boğazı geçen taşıt sayısı 14 katına çıkarken yolcu sayısı ancak 3 katına çıkmıştır. Boğaz köprülerinin insana değil taşıta hizmet ettiğinin bundan açık göstergesi olamaz.

Sürekli raylı sistemlerin dar bir ticari mantıkla zarar ettiklerini ve köprülerle otoyolların kârlılığını ileri sürenlere, 3 Haziran 2002 günü Cumhuriyet'te çıkan şu haberi okumalarını öneriyorum: ''Karayolları Genel Müdürü Dinçer Yiğit, bugüne kadar köprü ve otoyollara 15 milyar dolar harcandığını, gelirlerin ise 2.5 milyar dolarda kaldığını bildirdi.''

Özetle, İstanbul Boğazı'nın karayolu ile geçilmesi, yarar yerine zarar verecektir. Boğazın iki yakadaki raylı sistemlerle bütünleşmeyi sağlayacak biçimde demiryolu geçişine gereksinimi bulunmaktadır. Bu da yapımı için hazırlık çalışmaları tamamlanmak üzere olan ''tüp geçiş'' olarak adlandırılan geçiştir. Üçüncü köprüden demiryolu geçişi de sağlanacağı söylemleri ise karşı çıkışları yumuşatmaya yönelik bir taktik olmaktan başka anlam taşımamaktadır. Köprünün ortasına rayları koymak demiryolu geçişini sağlamak için yeterli değildir. Unutulmaması gereken, bu tüp geçişle yalnız kentsel raylı sistemin bütünleştirilmesi değil, kentler arası ve uluslararası demiryolunun da etkin bir bütünlüğe kavuşturulması zorunluluğudur.

Üçüncü köprü öncelikle İstanbul ulaşımı ile ilgili olduğu için ''İstanbul Ulaştırma Ana Planı'' nda yer alması gerekmektedir. Oysa yürürlükteki ''ana plan''da köprünün gerekli olmadığı sonucuna varılmış ve boğazın tüp içinden demiryolu ile geçilmesi planlanmıştır. Üçüncü köprü, yatırım programlarında da bulunmamaktadır. Bu koşullarda resmi yetkililerin üçüncü köprünün yapılacağı yolundaki açıklamaları geçerli bir dayanaktan yoksundur. Kısıtlı ülke kaynaklarının etkin kullanımı, yatırım kararlarının bilimsel yöntemlerle değerlendirilerek belirli ve saydam karar süreçlerine dayandırılmasını zorunlu kılar. Sağlıklı gelişen ülkelerde izlenen yol budur. İçinde yaşadığımız çok duyarlı ekonomik koşullar ise daha dikkatli ve titiz davranmamızı gerektirmektedir.

Dileğimiz, bir an önce, kişisel yargıları dışlayan bilimsel yöntemlere dayalı, saydam bir karar sürecinin oluşturulması ve ödünsüz uygulanmasıdır. Böylece bazı konuların anlamsız biçimde tekrar tekrar gündeme getirilmesi önlenmiş olacaktır.
Cumhuriyet - Prof. Dr. Güngör EVREN

 

Haziran 2002 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02
03 04 05 06 07 08 09
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
diğer aylar için tıklayın

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz