Mimari bilinç sivilleşmeli
Giderek
eskiyen ve çürüyen tarihi binalar 'temizlik' gerekçesiyle tek tek yok
ediliyor. Geleceği belirsiz yapılardan biri de İstiklal Caddesi'ndeki Narmanlı
Han.
İstanbul'u yok etmemek için Avrupa'dan öğreneceğimiz çok şey var. Bir
kere AB ülkelerinde kültür mirasının sahipleri yasaklar ve cezalarla mallarından
mülklerinden nefret eder hale gelmiyor, aksine destek görüyor
Belki biliyorsunuz; İstanbul'un bir bölümü
sit alanı ilan edilmiş durumda. Kültür mirası mimarlık yapıları açısından
bütünlüklü korunması gereken yerler koruma kurulları tarafından sit alanı
ilan ediliyor.
"Ne iyi", diyeceksiniz, "İstanbul'un Beyoğlu, Zeyrek, Eminönü
gibi tarihi semtlerini sit alanı ilan ettik. Koruyoruz."
Peki İstanbul'da gerçekler nasıl?
Zaman zaman binalar bakımsızlıktan çöküyor.
İnsanlar can veriyor. Bu gidişle yakın bir gelecekte bugün sapasağlam olan
yapılar da çürüyecek ve öncelikle korunması gereken semtler içerdikleri
değerleri yüzünden riskli bir bölge haline gelecekler. Daha da fazla tehlike
arz edecekler. Daha fazla sorunlu hale gelecekler. Bu nedenle belki bir yönetici
ortaya çıkacak ve "bu viraneleri temizliyorum" diyecek, tarihi binaların hepsi kazınacak.
Bu ne yaman çelişki!
Biz İstanbullular zenginliğimizi fakirliğe, imkânlarımızı çaresizliğe dönüştürmekte
çok başarılıyız. Değerlerimiz yüzünden sorunlar yaşamaya, fakirleşmeye,
tehdit altında yaşamaya mahkûm oluyoruz. Vatandaşları zorla yasadışı işler
yapmak zorunda bırakıyoruz.
Böyle bir çelişki hangi uygar ülkede olabilir? Hangi şehirde vatandaşların
sahip oldukları değerler kendileri için bir cezaya, bir eziyete dönüşebilir?
Hangi ülkede kamu yöneticileri 'vatandaşlarına rağmen' kültür varlıklarını
koruyabilir, şehirlerini doğru dürüst planlayabilir?
Hangi ülkede bu kadar önemli bir konut stoku, mimarlık mirası, turizm için
büyük bir cazibe teşkil eden tarihi yapılar bu şekilde yöntemsiz, uzmanlık
desteği almadan, gelecek için hedefler konmadan, yeniden işlevlendirilmeden
korunabilir? Hangi uygar şehirde bu kadar önemli bir yapı birikimi
'son nefesini verene kadar' kötü koşullarda çalışan bir imalat sektörünü
ve ellerinden yaşama çevrelerini iyileştirme imkânı alınmış insanları
barındırmak için kullanılabilir?
Sorun çözümsüz değil
Yoksa bizler elimizdeki değerlerin kıymetini mi bilmiyoruz? Kıymetini
bilenlerimiz de giderek büyüyen bu sorunun nasıl çözüleceğini mi
bilmiyor?
Bu sorun çözümsüz değil. Bütün uygar şehirlerde bu işin nasıl olduğunu
gösteren bir dolu örnek var. Tarihi kent merkezlerini korumak, buralardaki
hayatı canlandırmak için yöneticisinden sivil topluma herkesin bildiği,
geliştirdiği yöntemler var.
İlk önce kültür varlıklarının korunması, her fırsatta çıkıp örnek
aldığımızı söylediğimiz Avrupa Birliği ülkelerinde nasıl oluyor, bir
bakalım isterseniz. AB ülkelerinde kültür varlığı olarak tescilli bir yapının
sahibiyseniz yerel yönetimler, size karşı sorumlu olan kuruluşlar sizi yapınızın
korunmasında destekliyor.
Nasıl destekliyor? Size proje desteği veriyor. Uygulama için uygun koşullarda
kredi temin ediyor. Danışmanlık yapıyor. Kısacası AB ülkelerinde kültür
mirasının sahipleri yasaklar ile cezalandırılmıyor, mahkûm edilmiyor.
Vatandaşlar yasaklarla korkutularak ellerindeki değerleri yok etmek için rüşvet
vermiyorlar. Mallarından mülklerinden nefret eder hale gelmiyorlar.
Yönetimlerle birlikte, ortaklaşa kültür varlıklarına, yaşama çevrelerinin
kalitesine sahip çıkıyorlar. AB ülkeleri vatandaşlarının hizmetine
sunulan maddi kaynaklar, destek imkânları var.
Bu nedenle bırakın İstanbul gibi bir 'Dünya Başkenti' olmuş önemli bir
tarihi şehirle ölçülebilecek şehirleri, Avrupa'nın her köşesinde bir
canlanma yaşanıyor. Geçmişinin değerini bilen şehirler, yeni mimarlık değerleri
yaratmakta da başarılı oluyorlar. Şehirler pırıl pırıl, kamu hizmetleri
sorunsuz, vatandaş yönetimle diyalog içinde... Bu durumun bir de İstanbul
gibi bir şehirde olduğunu tahayyül edin: Kültür mirası mimarlık yapıları,
şehir dokuları hiçbir sorun yaşanmadan geleceğe taşınabilir.
Bir taraftan işlevini yitirmiş endüstri yapılarına yeni işlevler kazandırılırken,
mimarlık değeri çok yüksek yeni yapılar inşa edilebilir. İstanbul yalnızca
sahip çıktığı tarihi ile değil, yeni yarattığı değerleriyle hemşerilerin
refahını, mutluluğunu sağlar. Bakımlı ve kurallara göre yapılmış
binalarıyla çok daha güvenli bir hale gelir. Başka ülke vatandaşlarına,
meslek insanlarına yönelik çekim gücünü artırır...
Artık gözlerimizi açalım
Peki bu nasıl olacak? Her şeyden önce kamu işlevlerinin katılımcı hale
gelmesiyle. Yerel yönetimlerin yerel kamu hizmetlerini üstlenmesiyle. Vatandaşın
karşısında hesap verebilir, şeffaf yönetimler olmasıyla... Artık gözlerimizi
açalım. Bizdeki gibi vatandaşına güvenmeyen, doğruları hep kendisi bilen
kamu yönetimleri artık tarihe karıştı.
Yönetimlerin meşru, hesap verebilir, katılımcı, şeffaf olmasındaki en büyük
sorumluluk, hiç şüphesiz yeni siyasal değerleri oluşturan yeni
profesyonellik biçimlerinde, kendi çıkarının temsiline dayanmayan kurumlar
olan üniversitelerin oluşturduğu entelektüel sermayede. Bu yeni siyasal değerler
bazılarının zannettiği gibi yalnızca siyasetçiler tarafından tek başına
oluşturulmadı.
Şimdi dönüp İstanbul'a tekrar bakalım.
İstanbul gibi bir şehir bugün yaşadığı fakirleşmeyi ve bir deprem olursa
yaşayacağı felaketi yaşamak zorunda mı?
Radikal - Korhan Gümüş
|