Oda Başkanlarının
Adaylıkları...
Eğer ertelenmezse, 3 Kasım 2002'nin meslek odaları tarihine de ''adaylık
rekorunun kırıldığı seçimler'' olarak geçeceğinden eminim...
Gerçi, çok sayıda ''oda başkanı'' , parti liderlerine bu kez de
yaranamadılar... Ya liste dışındalar ya da seçilemeyecek sıralardalar...
Ancak yine de artık birer ''oy peşindeki siyasetçi'' konumundalar...
Hep ''sakıncalı'' idiler
Meslek odaları yıllardır hep ''doğruları'' savundular, siyasetçiler ise
hep ''tersini'' yaptılar...
Odaların, hem ülke ve toplum yararını gözeten, hem de bilimin ve mesleğin
gereklerine öncelik veren görüş ve önerileri, bunları engel sayan rant ve
soygun düzeni peşindeki siyasetçiler için ne zaman ''sakıncalı'' görülmedi
ki?
Şimdi aynı durum partilerin ''aday beğenilerinde'' de gözleniyor...
Meslek odaları başkanlarından ''adaylık paralarını'' peşin toplayıp,
sonra da onlara ''kusura bakmayın'' diyen parti kurmaylarının tümü, ülkeyi
yine uzmanlıklara saygı içinde değil, dar çıkar beklentilerine bağlı yönetmeye
aday olduklarını da ''açıkça'' ilan etmiş oluyorlar...
Ya, ''sivil'' denetim?
Ne var ki oda başkanlarının, bu sonucu ''tahmin edebilecekleri''
birikimlerine rağmen, böylesine geniş katılımla adaylık yarışına
girmeleri de bir başka ''inançsızlığın'' göstergesi gibi...
Çünkü, ülke çıkarı ve toplumsal haklar adına kotarılması gereken asıl
görev, ''siyasal partilerden bağımsız'' üretilen görüş ve önerilerin
genel politikalarda da etkin olmasını sağlamak değil midir?..
Nitekim, bu yönde son yıllarda ciddi mesafeler de alındı... Kimi kronik
''oda düşmanı'' kesimlerin dışındaki birçok siyasi ve yönetsel gruplarla
''düşünce ve proje ortaklıkları'' kurulmaya başlandı... Katılımcılığın
ve ''sivil-demokratik denetimin'' verimli örnekleri de giderek yaygınlaşıyor...
Bu süreç zenginleşerek ilerlerken, meslektaşlarınca meslek odalarını yönetmek
için seçilenlerin birdenbire ''milletvekilliğine'' heveslenmeleri acaba ne
anlama geliyor? Kuşkusuz, oda çalışmalarını yine odalarda kalarak sürdürecek
kadrolar bu ''vefasızlığın'' boşluğunu yaşatmayacak bir ''mirasa''
sahipler... Kimbilir belki bu kez de ''eski başkanlarının partilerine karşı''
doğruları savunmayı sürdürecekler...
Ancak, başkanlardaki adaylık oranının bu denli yükselmesi, ''hükümet dışı''
bir kimliğin ve gücün, demokrasi ve uygarlık yürüyüşündeki çağdaş değerinin
hâlâ yeterince kavranamadığını da gösteriyor...
Siyasi kimlikler
Bu böyle olmasa bile, aynı meslek odaları yöneticilerinin değişik siyasal
partilerden milletvekili adayı olmaları sürecinde, ''oda başkanlığı
erklerini ve unvanlarını'' da taşımaya devam etmelerinin artık ''tartışılması''
gerekmiyor mu?..
Gerçi yasalar, kamu görevlileri için, adaylık koşullarında bu
''misyonlarını'' bırakma kuralını getirirken (aslında Anayasa'ya göre ''eşdeğer
kamusal sorumluluk'' taşıyan) oda başkanlarına da aynı zorunluluğu açıkça
tanımlamıyor...
Ancak, hem yine Anayasa'nın ''yürütme'' bölümünde yer verilen meslek
odalarıyla ilgili 135. maddenin genel ilkeleri açısından, hem de oda başkanlarının
''tüm meslektaşlarını'' temsil etmesinden kaynaklanan ''demokratik''
sorumluluklarının ''etik değerleri'' dikkate alındığında, adaylık sürelerindeki
''aktif siyasi kimlikleri'' ile bu kamusal görevlerine devam etmeleri pek uygun
düşmüyor...
Örneğin, adaylıkları kesinleşen başkanların, hiç değilse yönetim
kurullarında yeniden görev bölümü yapılarak, en azından seçimlere kadar
başkanlığı bırakmaları, her şeyden önce ''meslek odası kültürü'' nün
bir gereği değil midir?..
Öncelikle TMMOB'nin bir an önce bunu gündemine alması ve odalara gereken
uyarıyı da yapması, tarihsel saygınlığını daha da güçlendirecek...
Adaylıklarını işte bu etiğe de uyarak sürdürecek meslek odası başkanlarımız
ise aynı saygınlığa yakışır bir ''demokrasi dersi'' de vermiş
olacakar...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|