Somut Olmayan Kültürel
Miras
İstanbul'da 16-17 Eylül günleri UNESCO'ya üye yüz on bir ülkenin kültür
bakanları ile temsilcilerinin katıldığı uluslararası bir toplantı yapıldı.
Konu: Somut olmayan kültürel mirastı. Bu yılın şubat ayı başında yine
İstanbul'da gerçekleşen ''Uygarlıklar Arası Dialog Forumu'' nda olduğu
gibi, bu toplantının da temel amacı ''kültürler arası yakınlaşmayı sağlamak''
tı; toplantının pek renkli ve coşkulu geçtiği basından yansıdı.
Şubattaki toplantıda genelde, İslam uygarlığı ile Batı uygarlığının
kutuplaşmamaları, birbirlerine hoşgörüyle bakabilmeleri için gerekenler
ortaya konuldu. Batı açıkça İslam toplumlarından, insan haklarına saygı
ile cinsel eşitliğin tam anlamıyla kabul edilip uygulanmasını istedi; yer
yer Türkiye örneği de anımsatıldı.
Toplantıdaki İslam ülkelerinin temsilcileri ise, dinsel yatırım ve
geleneklerine ters bu istekleri sanki duymamış gibi davrandılar, yalnızca söylemek
istediklerini dile getirmekle yetindiler.
Eylül toplantısının içeriği de yine uygarlıkların barışıklığı
ve bu çerçevede uygarlıkları oluşturan kültürlerin ve miraslarının
korunmasıydı. Yalnız bu kezki toplantıda kültürlerin ''somut olmayan'' bölümü
ele alındı; kültürlerin bu yönünün yüzyıllar boyu birikmiş mirasına
sahiplenilmesi dile getirildi.
Kültürlerin somut olmayan bu alanına girenler nedir denildiğinde ilk sırayı;
diller, dinler, gelenekler, görenekler, töreler alıyor, ardından; şarkılar,
danslar, ritüeller, mitler vö. geliyor. Nasıl ki arkeolojik kalıntılar,
antik nesneler kültürün somut mirasını oluşturup korunuyorsa, soyut kültür
ve mirasının da korumaya alınması artık uluslararası bir konu. Çünkü görüldüğü
gibi, gezegenimize çok renkliliği yaşatan kültürün bu somut olmayan yüzü,
dolayısıyla gezegenimizin küreselleşmeye karşı gelecek -az da olsa- onu
engelleyecek en dirençli boyutu...
Ne var ki her iki toplantının temel amacının uygarlıkların, dolayısıyla
türlü kültürlerin bir arada dostça yaşamaları olmasına karşın bir
noktada karşıtlık, terslik söz konusu gibi. İlk toplantıda bırakılması
dile getirilen kimi dinsel geleneklerin eylül toplantısında korumaya alınması
isteniyormuş gibi bir durum söz konusu. Bu da insana, Sierra-Leone'de kız çocuklarının
sünnet edilmesi ya da Nijerya'da evlilik dışı ilişki kuran kadının taşlanarak
öldürülmesi geleneğinin korunmasını düşündürerek, ürpertiyor.
Nitekim bu tür geleneklerin varlığı karşısında olacak ki, kimi kültür
bakanları daha ''temkinli'' konuşmuşlar, örneğin Belçika Kültür Bakanı,
''korumacılığın abartılmaması gerektiğini, kültürün yaşayan ve bazen
ölen bir şey olduğunu'' söylemiş.
Kuşkusuz korunacak geleneğin, en azından, Sayın Zeynep Oral 'ın da
belirttiği gibi ''çağdaş evrensel değerlere, insan haklarına saygılı
olması'' , bunlarla çatışmaması gerekiyor. Bunun için yüzlerce değil
binlerce yıl önce oluşmuş ve özellikle dinsel anlam ve yaptırım kazanarak
kemikleşmiş pek çok geleneğin dikkatle ele alınması gerekiyor kuşkusuz.
İşte tam bu noktada Türkiye'nin yine bir örnek oluşturması söz konusu.
1400 yıllık, dinsel ya da dinselleştirilmiş, çağa aykırı kimi
geleneklerin, yaptırımları kamusal olarak bırakıp ötekileri alıkoyarak yaşatması,
UNESCO'nun bu konuda dikkate alması gereken bir olgu.
Umarız, Türkiye'nin somut olmayan kültür mirasının korunmasında yaşadığı
deneyimin evrensel değerini dünya anlar ve yararlanır.
Cumhuriyet - Meriç Velidedeoğlu
|