Bilgeliğin 'anıtsal
hocası'
Ekrem Akurgal 'ı yitirdiğimizi öğrenince de o sevecen gözleri ve kızarmış
yanaklarıyla birlikte karşımda üç yer birden belirdi. Pamukkale, Kayaköyü
ve Bayraklı.
Yıllar önceydi... 1980'li yılların sonları gibi... Denizli'de,
'Pamukkale Koruma Planlaması' nı irdelemek üzere toplandığımızda Ekrem
Akurgal da aramızdaydı.
Tartışmaların sonucunda ortak bir 'koruma ve kullanma ilkeleri'
deklarasyonu hazırlandı.
Maddelerden biri de yıllarca tarihi ve doğayı tahrip eden 'otellerin' ,
antik kent ve travertenlerin üzerinden 'kaldırılması' dileğiydi...
Deklarasyonu hepimizden önce imzalayan Ekrem Akurgal, ardından kürsüye çıkarak
dedi ki:
''Ben, 1960'lardaki bu otellerin birincisine onay veren Anıtlar Kurulu'nun
da üyesiydim. Şimdi ise hem o imzamın yanlışlığını gidermeye hem de o
ilk oteli örnek göstererek çoğalan diğer yanlışları da ortadan kaldırmaya
imza atıyorum. Çünkü ben de artık o yıllardan çok daha bilinçliyim...''
İşte böylesi bir 'bilgeliğin' yarattığı heyecan ile de yaşama geçirilen
deklarasyon ilkeleri ve onlarla paralel planlama hedefleri sonucunda, birkaç yıldır
Pamukkale'de Türkiye koşullarına göre bir 'mucize' yaşanıyor. Antik
Hierapolis'in ve doğa anıtı beyaz travertenlerin oluşturduğu 1. derece
arkeolojik ve doğal SİT içindeki tüm turistik otel ve tesisler teker teker
'yıkıldılar' ... Üstelik İstanbul'daki Park Otel gibi bir yargı kararına
dayanarak da değil, tümüyle bir 'koruma bilinci sıçramasının' yarattığı
kültürel kararlılıkla...
Kayaköyü'nün sevdalısı
Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, tıpkı Pamukkale gibi, Muğla'nın Fethiye ilçesindeki
eski Rum yerleşmelerinden Kayaköyü'nün de turistik tesislerle tahrip
edilmemesi için düzenlediğimiz 'barış ve dostluk köyü' etkinliklerinin
hangisine çağırdıysak tümüne aynı heyecanla katıldı.
Bir keresinde Oktay Akbal ve Sami Karaören gibi edebiyatçılarımız da
vardı. Akurgal böylesi bir beraberliğin Kayaköyü için taşıdığı değeri
bakın nasıl özetlemişti:
''Burada mimarlar eski yapıları, arkeologlar da kent tarihini ve yaşamın
izlerini belgeleyebilirler. Ancak bütün bunların insanla olan duygu bağlarını
edebiyatçılar kurmazlarsa, bu köyde barış ve dostluğun anlamı nasıl
kavranabilir?'' ...
Nitekim Akurgal'ın bu 'dersi' de 1988'den beri süregelen; 'anıların tanığı
Kayaköyü' çabasının giderek bir 'Ege hümanizması projesi' ne dönüşmesindeki
ana fikri filizlendirmişti...
Bayraklı'nın 'bayrağı'...
Akurgal'la birlikte eski İzmir'in Bayraklı'sını anımsamak ise bir başka
sorumluluk yüklüyor. Çünkü Bayraklı'da 30 yıl süren "Smyrna"
kazıları Akurgal'ın tüm Anadolu uygarlıklarını kucaklayan bilimsel önderliği
ve titizliğinin simgesi gibidir...
Bu nedenle vasiyetindeki; ''Beni Bayraklı'ya gömün'' dileğini yerine
getirmek de yine sadece ona değil, tüm Anadolu uygarlıklarına ve hatta dünya
kültür tarihine karşı evrensel bir görev... Eğer hükümet de bu 'Atatürk
bilgesine' karşı son görevini yapar ve vasiyetinin yerine getirilmesi kararını
alırsa, Akurgal'ın anıtmezarı Bayraklı'ya dikilmiş bir 'Cumhuriyet bayrağı'
gibi dalgalanacak...
Çünkü Akurgal'ı, 1930'larda 20'li yaşlarına başlarken 'arkeoloji öğrensin
ve ülkenin tarihine sahip çıksın' gerekçesiyle Almanya'ya 'devlet bursuyla'
gönderen 'Atatürk Türkiyesi' ydi... Onca parasız dönemde, yurtdışına bu
amaçla öğrenci göndermenin ardındaki neden ise 'kimlikli bir ülke olmak için
Anadolu uygarlıklarının değerini kavrama' bilinciydi...
Akurgal, işte o efsanevi 'yurtseverliğin' ve uygarlık kültürünün de
hem öğrencisi, hem de yıllarca 'öğretmeni' oldu.
Eğer bunları öğrenebildikse, mezarını da Bayraklı'ya dikeceğiz ve kuşaktan
kuşağa karşısına geçip sonsuza kadar saygıyla eğileceğiz...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|